Yazar "Öztürk, Cihadiye Elif" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 33
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adolesan Çocuklarda Hepatit B Belirteçlerinin İncelenmesi-Düzce Üniversitesi Hastanesi 5 Yıllık Sonuçlar(2021) Kılıçaslan, Önder; Sav, Nadide Melike; Karaca, Seda Erişen; Sungur, Mehmet Ali; Öztürk, Cihadiye Elif; Kocabay, KenanAmaç: Hepatit B virüsü (HBV), akut ve kronik karaciğer hastalığının ve bunlara bağlı morbidite ve mortalitenin başlıca nedenidir. Ülkemizde 1998 yılında Hepatit B aşısı rutin aşı takvimine alındı. Bu çalışmada, ülkemizde Hepatit B aşısı uygulanmaya başlandıktan sonra doğan çocuklardaki Hepatit B belirteçlerinin değerlendirilmesini amaçladık.Gereç ve Yöntemler: Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Polikliniklerine başvurup HBV seroloji testleri yapılan, rutin aşı takviminde aksama olmayan ve yaşları 10-19 arasında olan 310 çocuğun Hepatit B belirteçleri değerlendirildi. Çocukların tam aşılı sayılabilmeleri için 1999 ve sonrası doğumlu olanlar çalışmaya dahil edildi. Aynı hastanın farklı zamanlarda yapılan değerlendirmeleri çalışma dışı bırakıldı.Bulgular: Çalışmaya 166 (%53,5) erkek ve 144 (%46,5) kız toplam 310 çocuk alındı. Çocukların 192’sinde anti-HBs pozitif (%61,9), 118’inde (%38,1) negatif saptandı. Cinsiyetler açısından anti-HBs ve HBsAg pozitifliği karşılaştırıldığında anlamlı fark bulunmadı. Sonuç: Hepatit B aşısı sonrası bireylerin seropozitiflik durumları üzerine günümüzde fazla araştırma yapılmıyor olsa da çalışmamızda saptanan anti-HBs pozitiflik oranları; geniş bir popülasyonda yeni bir çalışma planlanarak aşılama sonrası anti-HBs düzeyinin değerlendirilmesinin tekrar gündeme gelmesini, belki de kişiden kaynaklanan sigara içme, fazla kilo problemi veya aşıların uygulanması yönünden kaynaklanan aşı transportu, saklama ve uygulama problemleri gibi sorunların ortaya çıkmasını sağlayarak, toplumda saptanan pozitif anti-HBs yüzdesinin istenilen düzeye gelmesini sağlayacaktır.Öğe Bayan Kuaför ve Güzellik Merkezi Çalışanlarının Hijyen-Bulaşıcı Hastalıklar Konularında Bilgi Düzeylerinin Değerlendirilmesi ve Kan Yoluyla Bulaşan Hastalıklar ile Onikomikoz Yönünden İncelenmesi(2013) Özaras, Fulya; Çalışkan, Emel; Öztürk, Cihadiye ElifAmaç: Kuaför ve güzellik salonlarında manikür-pedikür, epilasyon gibi işlerde çalışanların, hijyen konusunda yeterli donanıma sahip olmalarının toplum sağlığı açısından önemi bilinmektedir. Bu çalışmada kuaför ve güzellik salonu çalışanlarına anket uygulanarak, kanla bulaşan enfeksiyonlar, onikomikoz ve hijyen konusundaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi, ayrıca alınan klinik örneklerle hepatit B, C, HIV ve onikomikoz varlığının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Düzce ilinde Haziran-Kasım 2010 tarihleri arasında, merkez ve ilçelerinde kuaförler odasına kayıtlı 100 iş yerindeki 250 çalışanın, 155i kan vermeyi, 126sı ankete katılmayı kabul etmiş olup kontrol grubu olarak, kuaförlerde risk grubunda bulunmayan diğer işlerde görevli 65 çalışandan kan örnekleri alınmıştır. Bulgular: Anket sonuçlarına göre çalışanların hijyen, kan yoluyla bulaşan hastalıklar ve sterilizasyon-dezenfeksiyon konularındaki bilgi düzeylerinin düşük olduğu gözlenmiştir. Çalışma grubunda 5 (%3), kontrol grubunda 3 (%5) kişide HBsAg; çalışma grubunda 18 (%12), kontrol grubunda ise 12 (%19) kişide Anti-HBc IgG pozitif olarak tespit edilmiştir. Çalışma ve kontrol grubunda HCV, HIV ve onikomikoz saptanmamıştır. Sonuç: Sonuç olarak, bu alanda tüm çalışanların katılıp kendilerini geliştirebilecekleri, belirli aralıklarla eğitimlerini tekrarlayabilecekleri kurs ve seminer gibi olanakların sunulması gerektiği düşünülmüştür.Öğe Changing patterns of hepatitis A and E sero-prevalences in children after the 1999 earthquakes in Duzce, Turkey(Wiley, 2008) Kaya, Ayşe Demet; Öztürk, Cihadiye Elif; Yavuz, Taner; Özaydın, Çiğdem; Bahçebaşı, TalatHepatitis A and E are enteric viral diseases that are characteristically found in developing countries. Sero-epidemiological data about both infections showed higher prevalence rates soon after the 1999 earthquakes in Duzce, Turkey. The aim of the present study was to evaluate the data 4 years after the earthquakes. The study group included 589 children (72.3% boys) who were between the ages of 6 months and 17 years (mean age 11.5 years). The children were separated into three groups: Group 1 (ages 6 months to 5.9 years), Group 2 (ages 6.0-12.9 years) and Group 3 (ages 13.0-17.0 years). Serum anti-hepatitis A virus IgG and anti-hepatitis E virus IgG were determined using commercial enzyme-linked immunosorbent assay kits. The data were tested for statistical significance with the chi(2)-test. The sero-prevalence rates of hepatitis A and E were 63.8% and 0.3%, respectively. The sero-prevalence rates of both hepatitis A and E increased with age, and there was no significant difference between the genders. Hepatitis A infection was associated with socio-economic condition, crowded living environment, and education level of the family (P < 0.01). Hepatitis A infection is still common, whereas hepatitis E infection appears to be relatively rare in paediatric age groups in Duzce, Turkey.Öğe Çocuklarda Hymenolepis diminuta Araştırılması: Daha Önce Aynı Köyde Karşılaşılan Bir Vaka Üzerine(2016) Kılınçel, Özge; Aytan, Aytolun; Çelik, Onur Efe; Kılıç, Nida; Öztürk, Cihadiye ElifAmaç: Bu çalışmada, daha önce Düzce'deki Kemerkasım köyünde yaşayan 21 aylık bir erkek çocukta Hymenolepis diminuta enfeksiyonu saptanması nedeniyle, aynı bölgede yaşayan tüm çocuklarda bu parazitin varlığının araştırılması amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Köyde yaşayan ve yaşları 3 ay ila 11 yıl arasında değişen 83 çocuğun hepsi çalışmaya dahil edilmiştir. Çocukların ailelerine ulaşılmış ve çalışmanın amacı anlatılmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden ailelere sözlü anket uygulanmış, çocuklardan alınan gaita örnekleri aynı gün laboratuvarda makroskobik ve mikroskobik olarak incelenmiştir. Mikroskobik incelemede direkt taze preparat ve konsantrasyon yöntemi kullanılmıştır.Bulgular: Hiçbir çocukta Hymenolepis diminuta saptanmamış, ancak dört çocukta Giardia intestinalis enfeksiyonu tespit edilmiştir.Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak bir çocukta daha önce Hymenolepis diminuta saptanmış olması nedeniyle aynı çevrede yapılan taramada bu türden yeni bir vakaya rastlanmamıştır. Enfeksiyonun bu bölgede sporadik olduğu düşünülmüştürÖğe Do baby wet wipes change periurethral aerobic flora?(Natl Inst Infectious Diseases, 2007) Şenses, Dursun A.; Öztürk, Cihadiye Elif; Yar, Nese Ersoz; Acar, Selda; Bahçebaşı, Talat; Kocabay, Kenan; Kaya, DemetThere is massive enteric bacterial colonization in the periurethral region during infancy. Fecal soiling is considered to be responsible for this colonization. We hypothesized that baby wet wipes containing chemical cleansing compounds, which are used for the cleaning of babies after diaper soiling, could be a contributing factor in this colonization. Thus, the effect on periurethral flora of two different methods of baby cleaning was compared. Periurethral culture samples were obtained from 173 infants who were cleaned with baby wet wipes (Group A, n = 96) or water and napkins (Group B, n = 77) after diaper soiling. The colonization of uropathogens and the presence of flora were analyzed. The results of the periurethral cultures were similar in both groups. The rates of uropathogen colonization only, uropathogen and skin flora colonization, and skin flora only or no growth in Groups A and B were 18.7, 61.5, and 19.8%, and 14.3, 66.2, and 19.5, respectively. The differences between the groups were statistically insignificant (P > 0.05); however, there was no significant difference in the frequency of uropathogen isolation between males and females. We therefore concluded that baby wet wipes are as safe as water for the cleaning of babies after diaper soiling.Öğe Düzce İlinde İzole Edilen Mycobacterium tuberculosis Kompleks Suşlarında Mycobacterium bovis subsp. bovis Varlığının Araştırılması*(Ankara Microbiology Soc, 2016) Öztürk, Cihadiye Elif; Şahin, İdris; Öksüz, Şükrü; Kılıç, Nida; Kılınçel, Özge; Aydın, Leyla; Afşin, EmineÖZ Tüberküloz (TB), insanlık tarihi boyunca ciddi hastalıklara neden olmuş ve halen olmaya devam etmektedir. Arkeobiyolojik çalışmalarda, insan TB olgularının M.Ö. 4000-8000 yıl öncesine kadar dayandığı ve olguların Mycobacterium tuberculosis’den ziyade Mycobacterium bovis subsp. bovis nedeniyle olduğu gösterilmiştir. Bunun da hayvanların evcilleştirilip, sütlerinin tüketilmesi ve aynı ortamda yaşanmasıyla başladığı düşünülmektedir. Zamanla sütlerin kaynatılarak tüketilmesi ve hayvan barınaklarının ayrılması ile M.bovis subsp. bovis enfeksiyonuna çok az rastlanmaya başlamıştır. Günümüzde M.bovis enfeksiyonları, çoğunlukla hayvandan insana, çok nadiren de insandan insana bulaşabilmektedir. En önemli bulaşma, enfekte hayvanların sütlerinin çiğ olarak tüketilmesiyle gastrointestinal yolla ve solunum yolu çıkartılarından damlacık enfeksiyonu ile olmaktadır. Bu çalışma, Düzce’de son birkaç yıldır büyükbaş hayvanlarda TB vakalarının görülmesi nedeniyle, insan TB olgularının içinde bovin tip TB varlığının araştırılması için planlanmıştır. Bu amaçla, mikobakteriyoloji laboratuvarımızda 2004-2014 yılları arasında üretilmiş olan M.tuberculosis kompleks (MTBC) suşları incelenmiş ve bu izolatların alt tür tayini yapılarak, M.bovis subsp. bovis tespit edilen hastaların sosyodemografi k ve klinik verileri değerlendirilmiştir. Çalışmaya dahil edilen suşlar, 2004-2009 arasında BACTEC™ 12B radyometrik sıvı besiyeri ve/veya Löwenstein-Jensen (LJ) besiyerleri; 2009-2014 arasında ise BACTEC™ MGIT™ (Mycobacteria Growth Indicator Tube) ve/veya LJ besiyerlerinde üretilen izolatlardır. Çalışmamızda, alt tür tespitinde GenoType MTBC (Hain-Lifescience GmbH, Almanya) kiti kullanılmıştır. MTBC izolatlarının, yağsız sütte -20°C’de saklanmış koleksiyonlarından, test prosedürüne göre DNA ekstraksiyonu, amplifi kasyonu ve hibridizasyonları yapılarak alt tür tayini gerçekleştirilmiştir. Çalışmada 220 hastadan (217 erişkin, 3 çocuk; 145 erkek, 75 kadın) izole edilen MTBC suşuna alt tür tayini yapılmış; 217 (%98.6)’sinin M.tuberculosis/M.canettii, üçünün (%1.4) ise M.bovis subsp. bovis olduğu saptanmıştır. Yıllara göre incelendiğinde, son üç yıla ait olan 106 olgunun üçünde (%2.8) M.bovis subsp. bovis saptanmışken, daha önceki yıllara ait 114 olguda hiç saptanmadığı görülmüştür. Bu bulgu, son yıllarda bildirilen büyükbaş hayvanlardaki TB vakalarıyla paralel bir süreç olduğunu vurgulamıştır. Bu hastaların risk faktörleri, klinik, sosyodemografi k özellikleri, tedavi süreç ve sonuçları, mikobakteriyoloji laboratuvar bulguları tekrar gözden geçirilmiştir. Buna göre, M.bovis subsp. bovis saptanan birinci olgu 63 yaşında kadın olup hayvancılıkla uğraşmaktadır. Diabetes mellitus ve kronik böbrek yetmezliği olan bu olguya Temmuz 2012 tarihinde milier TB tanısı konulmuş ve hasta uygulanan tedaviyi tamamlamıştır. İkinci olgu da hayvancılıkla uğraşan, prostat kanseri tanılı 85 yaşında erkek hastadır. Bu olgu, Aralık 2013 tarihinde pulmoner TB tanısı almış, tedaviye başlamasına rağmen iki ay sonra tedaviyi terk etmiş ve bir ay sonra kaybedilmiştir. Üçüncü olgu 27 yaşında kadın hasta olup, mevsimlik işçi olarak çalıştığı sırada boyundaki kitle nedeniyle hastaneye başvurmuştur. Bu olguya Eylül 2014’de lenf bezi tüberkülozu tanısı konulmuş ve hasta tedaviyi tamamlamıştır. Birinci ve üçüncü olguya ait izolatlar streptomisin (STR), izoniazid (INH), rifampisin (RIF) ve etambutol (EMB)’e duyarlı; ikinci olguya ait izolat STR, INH ve RIF’e duyarlı, EMB’ye dirençli bulunmuş; her üç izolatın da pirazinamide dirençli olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak, hayvanlardaki tüberküloz enfeksiyonlarının geniş çapta, dikkatli olarak izlenmesi ve özellikle risk grubunda olan tüberkülozlu hastalarda M.bovis subsp. bovis enfeksiyonunun araştırılmasının gerekli olduğu kanaatine varılmıştırÖğe Düzce İlinde İzole Edilen Mycobacterium tuberculosis Kompleks Suşlarında Mycobacterium bovis subsp. bovis Varlığının Araştırılması(2016) Öztürk, Cihadiye Elif; Şahin, İdris; Öksüz, Şükrü; Kılıç, Nida; Kılınçel, Özge; Aydın, Leyla; Afşin, EmineTüberküloz (TB), insanlık tarihi boyunca ciddi hastalıklara neden olmuş ve halen olmaya devam et-mektedir. Arkeobiyolojik çalışmalarda, insan TB olgularının M.Ö. 4000-8000 yıl öncesine kadar dayandığıve olguların Mycobacterium tuberculosis'den ziyade Mycobacterium bovis subsp. bovis nedeniyle olduğu gösterilmiştir. Bunun da hayvanların evcilleştirilip, sütlerinin tüketilmesi ve aynı ortamda yaşanmasıyla başladığı düşünülmektedir. Zamanla sütlerin kaynatılarak tüketilmesi ve hayvan barınaklarının ayrılmasıile M.bovis subsp. bovis enfeksiyonuna çok az rastlanmaya başlamıştır. Günümüzde M.bovis enfeksiyonları, çoğunlukla hayvandan insana, çok nadiren de insandan insana bulaşabilmektedir. En önemli bulaşma, enfekte hayvanların sütlerinin çiğ olarak tüketilmesiyle gastrointestinal yolla ve solunum yolu çıkartıların-dan damlacık enfeksiyonu ile olmaktadır. Bu çalışma, Düzce'de son birkaç yıldır büyükbaş hayvanlarda TB vakalarının görülmesi nedeniyle, insan TB olgularının içinde bovin tip TB varlığının araştırılması için planlanmıştır. Bu amaçla, mikobakteriyoloji laboratuvarımızda 2004-2014 yılları arasında üretilmiş olan M.tuberculosis kompleks (MTBC) suşları incelenmiş ve bu izolatların alt tür tayini yapılarak, M.bovis subsp. bovis tespit edilen hastaların sosyodemografi k ve klinik verileri değerlendirilmiştir. Çalışmaya dahil edilen suşlar, 2004-2009 arasında BACTEC(TM) 12B radyometrik sıvı besiyeri ve/veya Löwenstein-Jensen (LJ) besiyerleri; 2009-2014 arasında ise BACTEC(TM) MGIT(TM) (Mycobacteria Growth Indicator Tube) ve/veya LJ besiyerlerinde üretilen izolatlardır. Çalışmamızda, alt tür tespitinde GenoType MTBC (Hain-Lifescience GmbH, Almanya) kiti kullanılmıştır. MTBC izolatlarının, yağsız sütte -20C'de saklanmış koleksiyonların-dan, test prosedürüne göre DNA ekstraksiyonu, amplifi kasyonu ve hibridizasyonları yapılarak alt tür tayini gerçekleştirilmiştir. Çalışmada 220 hastadan (217 erişkin, 3 çocuk; 145 erkek, 75 kadın) izole edilen MTBC suşuna alt tür tayini yapılmış; 217 (%98.6)'sinin M.tuberculosis/M.canettii, üçünün (%1.4) ise M.bovis subsp. bovis olduğu saptanmıştır. Yıllara göre incelendiğinde, son üç yıla ait olan 106 olgunun üçünde (%2.8) M.bovis subsp. bovis saptanmışken, daha önceki yıllara ait 114 olguda hiç saptanmadığı görül-müştür. Bu bulgu, son yıllarda bildirilen büyükbaş hayvanlardaki TB vakalarıyla paralel bir süreç olduğunu vurgulamıştır. Bu hastaların risk faktörleri, klinik, sosyodemografi k özellikleri, tedavi süreç ve sonuçları, mikobakteriyoloji laboratuvar bulguları tekrar gözden geçirilmiştir. Buna göre, M.bovis subsp. bovis sap-tanan birinci olgu 63 yaşında kadın olup hayvancılıkla uğraşmaktadır. Diabetes mellitus ve kronik böbrek yetmezliği olan bu olguya Temmuz 2012 tarihinde milier TB tanısı konulmuş ve hasta uygulanan tedaviyi tamamlamıştır. İkinci olgu da hayvancılıkla uğraşan, prostat kanseri tanılı 85 yaşında erkekÖğe Düzce İlinde Son Bir Yılda Görülen Yurt Dışı Kaynaklı Dört Sıtma Olgusu(2020) Keskin, Banu Hümeyra; Tunca, Bekir; Ince, Nevin; Öztürk, Cihadiye Elif; Gökçe, Özlem; Dönmez, BetülSıtma, dünyada tropikal ve subtropikal bölgelerde endemik olarak görülmektedir. Son yıllarda seyahatler ve göçlernedeniyle endemik olmayan bölgelerde de dış kaynaklı sıtma olgularıyla karşılaşılmaktadır. Bu olgu sunumundailimizde son bir yılda görülen yurt dışı kaynaklı dört olgu irdelenmiştir. Olguların hepsinin Afrika’ya seyahat öyküsüolup, ikisinin sıtma profilaksisi almadığı öğrenilmiştir. Tüm olgularda tanı; ince yayma ve kalın damla preparatlarınınincelemelerinde plazmodyum görülmesi ile konulmuştur. İki olguda yapılan PCR testinin sadece birinde pozitifliksaptanmıştır. Etken, iki olguda Plasmodium falciparum, diğer iki olguda ise Plasmodium vivax olarak belirlenmiştir. P.falciparum sıtması olan bir olgu derin anemi nedeniyle yoğun bakımda takip edilmiş ve tüm olgular şifa ile taburcuedilmiştir. Bu olgu sunumunda endemik olmayan bir bölgede görülmüş olan yurt dışı kaynaklı sıtma vakalarınınözellikleri toplu olarak incelenmiştir. Hastanelere ateş nedeniyle başvuran hastalarda sıtmanın endemik olduğubölgelere seyahat sorgulanmalı ve anamnezinde seyahat öyküsü olan ateşli hastalarda ayırıcı tanıda sıtmadüşünülmelidir.Anahtar KelimelÖğe Düzce Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nde Enfeksiyon Hastalıkları Servisinde Takip Edilen COVID-19 Hastalarının Yatış Süresine Etki Eden Faktörler(2024) Çakır, Yasemin; İnce, Nevin; Yekenkurul, Dilek; Yıldırım, Mustafa; Sungur, Mehmet Ali; Öztürk, Cihadiye Elif; Unlu, Elif NisaAmaç: Aralık 2019’da ortaya çıkan ve tüm dünyada pandemiye sebep olan yeni coronavirüs 19 hastalığı (COVID-19), iki yıldan uzun süredir tüm dünyada milyonlarca insanı enfekte etmiştir. Bu çalışmada, COVID-19 tanısı ile hastanede yatan hastaların yatış süresine etki eden faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Mart-Haziran 2020 tarihleri arasında enfeksiyon hastalıkları servisinde yatan COVID-19 tanılı hastalar dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, vital bulguları, hemogram, üre, kreatin, C-reaktif protein (CRP), alanin aminotransferaz (ALT), aspartat transaminaz (AST), laktat dehidrojenaz (LDH), protrombin zamanı (PT), uluslararası normalleştirilmiş oran (INR), procalsitonin (pct), d-dimer, ferritin, troponin, nötrofil/lenfosit oranı (NLR) trombosit-lenfosit oranı (PLR), monosit-lenfosit oranı (MLR) ve ortalama trombosit hacmi (MPV)-lenfosit oranı (MPVLR), COVID-19 PCR, akciğer görüntüleme bulguları, tedavi ve hastane yatış süreleri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Çalışmamızda hastaların yaş ortalaması 56,51±15,48, kadın erkek oranı 1/1, ortalama yatış süresi 7,58±3,35 gündü. DM, HT ve malignitesi olan hastalarda, favipravir, enoksaparin ve vitamin C desteği alan hastalarda daha uzun hastane yatışı olduğu, uzun süre hastane yatışı olan hastalarda ateş, pct, AST, LDH değerlerinin kısa yatış süresi olan hastalara göre daha yüksek olduğu saptandı. Lenfosit sayısı ve yüzdesi, NLR, monosit sayısı ve MPV/lenfosit oranı yedi günden uzun süre yatan hastalarda anlamlı derecede düşük bulundu. Sonuç: Hastaneye başvuru şikayetlerinin yatış süresini öngörmede etkisiz olduğu saptandı.Öğe The effect of melatonin on antifungal susceptibility in planktonic and biofilm forms of Candida strains isolated from clinical samples(Oxford Univ Press, 2019) Kılınçel, Özge; Çalışkan, Emel; Şahin, İdris; Öztürk, Cihadiye Elif; Kılıç, Nida; Öksüz, ŞükrüIn recent years, the significant increase in the isolation ofantifungal resistantCandidaspecies in presence of biofilm, have made it necessary to develop alternative agents for the treatment of these infections. In this study, the effect of antifungal susceptibility of melatonin were investigated in planktonic and biofilm forms of Candida strains isolated from theclinical samplessent to our laboratory. Biofilm formation was determined by modified microplate method. In order to determine antifungal susceptibility in biofilm-forming strains, MIC was determined by broth microdilution method in planktonic form, and MBEC values by Calgary biofilm method in biofilm form. Susceptibility tests were repeated in the presence of melatonin. Antifungal susceptibility tests repeated with antifungals combined with melatonin showed a decrease in both MIC and MBEC values;melatonin was found to be more effective especially in planktonic forms. While the most effective combination was achieved with fluconazole in the planktonic form, no statistically significant difference was found between the combinations in biofilm form. As a result, melatonin was thought to be a new alternative in the treatment of Candida infections.Öğe Evaluation of the Relationship Between Disease Severity and Viral Cycle Threshold Value in COVID-19 Patients(DOC Design and Informatics Co. Ltd., 2022) Habiloğlu, Arif Doğan; Öztürk, Cihadiye Elif; Özel, Mehmet Ali; Demircan, Serkan; Uludoğan, Burcu Ceren; Memiş, Nagihan; Ataoğlu, ÖzlemObjective: There is a positive and significant relationship between severity and viral load in some viral diseases. Studies on the relationship between SARS-CoV-2 viral load at diagnosis and severity of coronavirus disease-2019 (COVID-19) have yielded conflicting results. Therefore, we aimed to evaluate the relationship between viral load and the clinical status of patients with COVID-19. Methods: Data of the patients diagnosed with COVID-19 and admitted to our center between May 01 and June 31, 2020, were retrospectively reviewed. The patients were divided into two groups according to their clinical characteristics as mild-moderate and severe. The demographic, laboratory, clinical, and radiological data were retrieved from electronic folders. Results: The entire cohort included 285 patients; 254 had a mild-moderate clinical course, and 31 had a severe course. Statistical analyses revealed that SARS-CoV-2 viral load was not associated with symptom duration and clinical status (p>0.05). According to multivariate logistic regression analysis, only ferritin, C-reactive protein, and lactate dehydro-genase elevations were positively correlated with severe clinical course. (p<0.05). Conclusion: We do not recommend using viral load to predict disease severity in COVID-19. We also found that only ferritin, C-reactive protein, and lactate dehydrogenase accompanied severe clinical course. © 2022, DOC Design and Informatics Co. Ltd.. All rights reserved.Öğe Gamma İnterferon Salınım Testi İle Latent Tüberküloz İnfeksiyonunun Araştırılması(Duzce Univ, 2017) Çalışkan, Emel; Öztürk, Cihadiye Elif; Öksüz, Şükrü; Akar, NidaAmaç: Tüberkülozun ilk infeksiyonu genellikle gizli kalmakta ve vücut savunma mekanizmaları tarafından sınırlandırılmaktadır. Vücut direncinde zayıflama olursa bu infeksiyon aktif hale gelebilmektedir. Latent infeksiyon radyolojik ve bakteriyolojik olarak tanınamamaktadır. Bu infeksiyonun erken tespit edilmesi günümüzde pek çok hastalıkta kullanılan immunosupresif tedaviler öncesinde gerekmektedir. Ayrıca aile içi tüberküloz geçişinin ve küçük çocuklardaki infeksiyonun gösterilmesinde önemlidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, 20.02.2016-15.03.2017 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin servis, yoğun bakım ve polikliniklerinden tüberküloz şüphesi olan hastalar, sağlık personeli ve verem savaş dispanseri personeli olan toplam 76 kişi dahil edilmiştir. Latent infeksiyonun gösterilmesinde gama interferon salınım testi “QuantiferonTb Gold ELISA testi (QIAGEN, Almanya)” kullanılmıştır. Bulgular: Toplam 19 (% 25) kişide test pozitif olarak saptanmıştır. Pozitiflik saptanan 19 kişinin 8 (% 42)’ i akciğer tüberkülozu tanısı, 4 (% 21)’ü akciğer dışı tüberküloz ön tanısı ve 7 (% 37)’si tüberkülozlu hastalarla temas etmiş olması nedeniyle çalışmaya alınmıştır. Pozitiflik saptanan kişilerin ikisi (% 10.5) akciğer tüberkülozu, biri (% 5.2) tüberküloz lenfadenit, biri (% 5.2) ise tüberküloz menenjit tanısı almıştır. Verem savaş dispanserinden çalışmaya alınan sağlık personelinin hepsinde test pozitif bulunmuştur. Son olarak, hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarında çalışan 19 kişiden sadece birinde test pozitif bulunmuş olup onun da ailesinde tüberküloz öyküsü olduğu öğrenilmiştir. Sonuç: Quantiferon Tb gold ELİSA testinin tüberkülozlu hastalarla sürekli temasta olan sağlık çalışanları başta olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarında; ayrıca aktif tüberküloz infeksiyonu düşünülüp kültür sonucu çıkıncaya kadar hastanın tedavisinin erken planlanmasının gerektiği durumlarda uygulanabilecek bir yöntem olduğu düşünülmüştür.Öğe Gamma İnterferon Salınım Testi İle Latent Tüberkülozİnfeksiyonunun Araştırılması(2017) Çalışkan, Emel; Öztürk, Cihadiye Elif; Öksüz, Şükrü; Akar, NidaAmaç: Tüberkülozun ilk infeksiyonu genellikle gizli kalmakta ve vücut savunma mekanizmaları tarafından sınırlandırılmaktadır. Vücut direncinde zayıflama olursa bu infeksiyon aktif hale gelebilmektedir. Latent infeksiyon radyolojik ve bakteriyolojik olarak tanınamamaktadır. Bu infeksiyonun erken tespit edilmesi günümüzde pek çok hastalıkta kullanılan immunosupresif tedaviler öncesinde gerekmektedir. Ayrıca aile içi tüberküloz geçişinin ve küçük çocuklardaki infeksiyonun gösterilmesinde önemlidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, 20.02.2016-15.03.2017 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nin servis, yoğun bakım ve polikliniklerinden tüberküloz şüphesi olan hastalar, sağlık personeli ve verem savaş dispanseri personeli olan toplam 76 kişi dahil edilmiştir. Latent infeksiyonun gösterilmesinde gama interferon salınım testi "QuantiferonTb Gold ELISA testi (QIAGEN, Almanya)" kullanılmıştır. Bulgular: Toplam 19 (% 25) kişide test pozitif olarak saptanmıştır. Pozitiflik saptanan 19 kişinin 8 (% 42)' i akciğer tüberkülozu tanısı, 4 (% 21)'ü akciğer dışı tüberküloz ön tanısı ve 7 (% 37)'si tüberkülozlu hastalarla temas etmiş olması nedeniyle çalışmaya alınmıştır. Pozitiflik saptanan kişilerin ikisi (% 10.5) akciğer tüberkülozu, biri (% 5.2) tüberküloz lenfadenit, biri (% 5.2) ise tüberküloz menenjit tanısı almıştır. Verem savaş dispanserinden çalışmaya alınan sağlık personelinin hepsinde test pozitif bulunmuştur. Son olarak, hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarında çalışan 19 kişiden sadece birinde test pozitif bulunmuş olup onun da ailesinde tüberküloz öyküsü olduğu öğrenilmiştir. Sonuç: Quantiferon Tb gold ELİSA testinin tüberkülozlu hastalarla sürekli temasta olan sağlık çalışanları başta olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarında; ayrıca aktif tüberküloz infeksiyonu düşünülüp kültür sonucu çıkıncaya kadar hastanın tedavisinin erken planlanmasının gerektiği durumlarda uygulanabilecek bir yöntem olduğu düşünülmüştür.Öğe Genişlemiş spektrımlu beta-laktamaz tespitinde kullanılan bazı fenotipik testlerin karşılaştırılması(2010) Öztürk, Cihadiye Elif; Kaya, A. Demet; Yücel, Muhterem; Çalışkan, Emel; Behçet, Mustafa; Ankaralı, HandanGenişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) enzimi bazı Gram negatif bakterilerde sefalosporinlere, geniş spektrumlu penisilinlere ve monobaktamlara karşı direnç sorununa neden olmaktadır. Tedavi başarısını arttırmak için bu enzimlerin varlığı çeşitli yöntemlerle araştırılmaktadır. Çalışmamızda Düzce Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarında üretilen Escherichia coli ve Klebsiella suşlarında GSBL saptanmasında kullanılan fenotipik testlerin [disk difüzyon tarama testi (DDTT), çift disk sinerji testi (ÇDST), E-test] etkinliği karşılaştırılmıştır. Klebsiella spp. ve K.pneumoniae suşlarında, tarama testi ve E-test benzer sonuçlar vermiş iken ÇDST diğer testlerin saptayabildiği GSBL’lerin hepsini saptayamamıştır. Bu testin etkinliği, E-test ile karşılaştırıldığında Klebsiella spp. için p0.002 ve K.pneumoniae için p0.041 düzeyinde ve tarama testi ile karşılaştırıldığında Klebsiella spp. için p0.001 ve K.pneumoniae için p0.041 düzeyinde, anlamlı olarak düşük bulunmuştur. E.coli suşlarında ise farklı olarak; ÇDST ile E-test sonuçları benzer iken (p0.187), tarama testi ÇDST’ne göre anlamlı derecede daha etkin bulunmuştur (p0.05). Sonuç olarak, Gram negatif bakteri kaynaklı infeksiyonların tedavisinde antibiyotiklerin hastaya uygulanıp uygulanmaması konusunda karar verirken ÇDST’nin tek başına kullanılmaması gerektiği, DDTT yapılmasının çok önemli olduğu ve E-test ile doğrulanması gerektiği düşünülmüştür.Öğe Gram negatif bakterilerde beta-laktamaz varlığının ve antibiyotik duyarlılıklarının araştırılması(2011) Çalışkan, Emel; Öztürk, Cihadiye Elif; Ankaralı, HandanAmaç: Bu çalışmada, hastanemizde izole edilen bazı Gram negatif bakterilerin beta-laktamaz üretimi ve antibiyotik duyarlılıklarının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: İndüklenebilir beta-laktamaz varlığı direk indüksiyon testiyle, genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz varlığı çift disk sinerji testiyle, in-vitro duyarlılık testleri ise; Clinical and Laboratory Standards Institute önerileri doğrultusunda, Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi ile araştırılmıştır. Bulgular: İncelenen suşların % 2’sinde indüklenebilir beta-laktamaz, % 8’inde genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz varlığı saptanmıştır. Çalışmamızda, imipeneme dirençli suş saptanmazken, ampisilin, amoksisilin/klavulanik asit ve siprofloksasine karşı direnç oranı yüksek bulunmuştur. Sonuç: Hastanemizde büyük risk oluşturmayan infeksiyonların ampirik tedavisinde amikasin, gentamisin, sefoperazon/sulbaktam ve piperasilin/tazobaktamın karbapenemlere alternatif olarak kullanılabileceği düşünülürken; ampisilin, amoksisilin/klavulanik asit, siprofloksasinin bunun için uygun olmadığı görülmüştürÖğe Gram negatif nonfermentatif bakterilerde metallo-beta-laktamaz aktivitesinin çeşitli fenotipik yöntemlerle araştırılması(2015) Altınöz, Asiye Aytar; Şahin, İdris; Öztürk, Cihadiye Elif; Öksüz, Şükrü; Avcıoğlu, Fatma; Çalışkan, Emel; Ankaralı, HandanNonfermentatif Gram negatif bakterilerin yol açtığı infeksiyonlarda tedavi sorun oluşturmaktadır. Karbapenemlere karşı gelişen dirençte en önemli mekanizma metallo-beta-laktamaz (MBL) üretimidir. Son yıllarda MBL üretimi nedeniyle ortaya çıkan karbapenem direnç sorunu klinik ve epidemiyolojik olarak önemli hale gelmiştir. Bu çalışma, hastanemizde infeksiyon etkeni olan nonfermentatif Gram negatif bakterilerde MBL oranının araştırılması ve MBL varlığını saptamada farklı fenotipik yöntemlerin karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. Çalışmamıza, Düzce Üniversitesi Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına çeşitli kliniklerden gönderilen, imipeneme dirençli veya orta duyarlı, 50si Pseudomonas aeruginosa, 36sı Acinetobacter baumannii olmak üzere toplam 86 izolat dahil edilmiştir. İzolatların antimikrobiyal duyarlılıkları Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi ve VITEK2 otomatize sistemi ile belirlenmiştir. MBL varlığı dört farklı fenotipik yöntem; Çift disk sinerji testi-ÇDST, kombine disk testi-KDT, Modifiye Hodge testi-MHT, E-test (bioMerieux, Fransa) ile saptanmıştır. Çalışmaya alınan örneklerin çoğunluğunu (% 44) derin trakeal aspirat örnekleri oluşturmuştur. Ayrıca örneklerin % 46.5inin yoğun bakım ünitelerine ait olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda MBL oranı ÇDST ile % 34, KDT ile % 55, MHT ile % 45 ve E-test ile % 48 olarak saptanmıştır. Çalışmada MBL pozitifliği en çok sırasıyla KDT ve E-test yöntemi ile gözlenmiş olup, diğer test uyumları ile karşılaştırıldığın - da bu iki test arasındaki istatistiksel uyum en yüksek bulunmuştur. Tedavide karbapenem kullanımının gerekli olduğu durumlarda hızlı, uygulaması kolay, duyarlılık ve özgüllüğü yüksek olan iyi bir fenotipik tarama metoduna gereksinim vardır. Ancak var olan tarama metodları tek başına yeterli olmamaktadır. Fenotipik testlerin tarama amaçlı kullanılabileceği ancak enzim varlığını göstermek için moleküler çalışmaların yapılması gerektiği unutulmamalıdır.Öğe Hastane Çalışanlarında SARS-CoV-2 IgG Seropozitifliğinin Araştırılması(2021) Öztürk, Cihadiye Elif; Köse, Ezgi; Duran, Pelin; Kahraman, Gözde; Memiş, Nagihan; Kayabaşı, Eda; Çalışkan, EmelAmaç: Şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs 2'nin (SARS-CoV-2) neden olduğu ve devam eden edenkoronavirüs hastalığı (COVID-19) salgını, sağlık çalışanları için büyük zorluklar oluşturmaktadır. Sağlık çalışanları,hastalardan veya diğer sağlık çalışanlarından SARS-CoV-2 enfeksiyonu bulaşı açısından yüksek riskli birpopülasyondur. Bu çalışmada, Düzce ilindeki sağlık çalışanlarının cinsiyet, yaş grubu, meslek grubu, çalıştığı birim,bildirdiği semptomlar ve aile içi temas öyküsü durumu göz önüne alınarak SARS-CoV-2'ye karşı IgG yapısındakiantikor oluşturma oranlarının belirlenmesi amaçlandı.Gereç ve Yöntemler: Çalışma grubu, Düzce ilindeki pandemi birimlerinde aktif olarak görev yapan sağlıkçalışanlarından randomize olarak oluşturuldu. Katılımcılara sosyodemografik bilgilerin sorgulandığı bir anket uygulandıve kan örnekleri alındı. Antikor düzeyleri SARS-CoV-2 IgG (Euroimmun, Almanya) kiti kullanılarak mikro ELİSAyöntemi ile mikrobiyoloji laboratuvarında çalışıldı.Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 93 sağlık personelinden 25’inde (%27) SARS-CoV-2 IgG pozitifliği saptandı. SARSCoV-2 IgG antikoru pozitif olanların 18’i (%72) asemptomatik olarak COVID-19’u geçirmişti. SARS CoV-2 IgGantikoru pozitif olanların 17’sinde ise (%68) COVID-19 pozitif kişi ile aile içi temas öyküsü yoktu. Semptomatikgeçirenlerde antikor düzeylerinin median değeri 2,90 olarak saptanmışken, asemptomatik geçirenlerde bu değer 1,31olarak bulundu.Sonuç: Sonuç olarak çalışmaya dahil edilen ve antikor pozitifliği olan sağlık çalışanlarının büyük çoğunluğununasemptomatik olarak enfeksiyonu geçirdiği ve bu kişilerdeki antikor düzeylerinin semptomatik olanlardan daha düşükolduğu görülmüştür.Öğe Hastane temizlik personelinde latent Mycobacterium tuberculosis enfeksiyonu araştırılması(2011) Karaman, Seda; Öztürk, Cihadiye Elif; Bahçebaşı, TalatAmaç: Çalışmamızda; hastane temizlik personelinde tüberküloz enfeksiyonu araştırılmıştır. Yöntem: Araştırma, Şubat-Mart 2008 tarihleri arasında Düzce Tıp Fakültesi Hastanesi ile Düzce Atatürk Devlet Hastanesi’nde temizlik personeli olarak çalışan, Mycobacterium tuberculosis’le karşılaşma açışından potansiyel risk taşıyan 106 temizlik personelini kapsamaktadır. Tüberküloz infeksiyonu, tüberkülin deri testi uygulanarak, balgam örneklerinin boyalı mikroskobik incelemesi ve kültürü yapılarak araştırılmıştır. Bulgular: Çalışmamıza 63 (%59.4) erkek, 43 (%40.6) kadın, toplam 106 personel katılmıştır. Personelde, mikroskopik ve kültür yöntemleriyle aktif tüberküloz saptanmamışken tüberkülin deri testi ile latent tüberküloz enfeksiyon prevalansı %74.5 bulunmuştur. Tüberkülin deri testi pozitifliği ile ekonomik durum, çalıştığı hastane ve Bacillus-Calmette-Guérin skarı parametreleri arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Tüberkülin deri testi sonucunda en etkili parametreler; BCG skar sayısı ve çalıştığı kurum parametreleri olarak bulunmuştur. Sonuç: Temizlik personelinin diğer sağlık çalışanları gibi tüberküloz açısından yüksek risk taşıdıkları görülmüştür. Temizlik personelinin hastanede çalışmaya başladığı andan itibaren düzenli taramalarda tüberkülin deri testi yapılmasının, eğer gerekli görülürse balgam örneklerinin incelenmesinin, tüberküloz konusunda eğitilmesinin ve bilgilendirilmesinin faydalı olacağı kanaatine varılmıştır. Aktif tüberküloz olgusu saptanmaması hastanelerimizdeki önlemlerin yeterli olduğunu düşündürmüştürÖğe Intestinal parasitic infection in children in post-disaster situations years after earthquake(Wiley-Blackwell, 2004) Öztürk, Cihadiye Elif; Şahin, İdris; Yavuz, Taner; Öztürk, Ayhan; Akgünoğlu, Mustafa; Kaya, DemetBackround: Two earthquakes in the north-west region of Turkey destroyed 80% of the houses and schools in Duzce in 1999. This study was conducted to determine the parasitic infection rate associated with the post-earthquake unhealty living conditions and related epidemiological risk factors. Methods: Two populations living and studying in different socioeconomic conditions as a result of the earthquake were compared: Group 1 (study group) consisted of 326 children living and studying in transitory houses and classes. Group 2 (control) consisted of 127 children living in normal houses and studying in normal school classes. Fecal samples were obtained from both groups and examined for intestinal parasites' eggs and trofozoid forms. In addition, selotype procedure was applied to both populations. Epidemiological data determining the socioeconornic status of the populations were collected by questionnaire. Results: In group 1, Giardia lamblia (G. lamblia) cysts were observed in 10.4% of the fecal samples and Enterobius vermicularis (E. vermicularis) eggs were observed in 13.5% of selotype samples. In group 2, Giardia cysts were observed in 3.1% of the samples and E. vermicularis eggs were observed in 5.5% of selotype samples. The rate of Giardiasis and Enterobiasis was found to be significantly higher in children still living and studying in temporary houses and schools years after the earthquakes (P < 0.05). The following pidemiological and social factors arising after the earthquakes were associated with increased rate of G. lamblia and E. Vermicularis infections: number of communal toilets per child at school, socioeconomic level of the children, dimensions of the classrooms where the children are studying and living and frequency of hand-washing at school. These parameters are significantly different between the groups (P < 0.05). Conclusion: Giardiasis should be considered as an emerging disease in postdisaster situations and adequate prevention measures should be implemented in these circumstances. It should also be known that the rate of Enterobiasis is increased in populations living in crowded unhealthy conditions.Öğe INVESTIGATION OF CAUSATIVE AGENTS IN COMMUNITY-ACQUIRED ATYPICAL PNEUMONIA CASES(Parlar Scientific Publications (P S P), 2019) Çalışkan, Emel; Öksüz, Şükrü; Öztürk, Cihadiye Elif; Şahin, İdris; Kılınçel, Özge; Akar, Nida; Alaşan, FatifTo investigate the causative agents involved in atypical community-acquired pneumonia (CAP) patients with lower respiratory tract infections. This prospective study (October 2014-August 2016) included 92 adult patients with pre-existing CAP. Serum samples were analyzed for IgG and IgM antibodies using the indirect immunofluorescence antibody (IFA) method. Causative agents associated with typical pneumonia were evaluated in simultaneously obtained sputum cultures. The IgM antibodies and/or the cultures of typical agents exhibited positivity for atypical CAP causative agents in 26 (28%) of the patients. Positive IgM antibodies were found for influenza B virus in five patients, parainfluenza serotype 2 virus in four, echovirus in four, parainfluenza serotype 1 virus in two, parainfluenza serotype 3 virus in two, influenza A (H1N1) virus in two, C. pneumoniae in two and H. influenzae in one. Thirteen (50%) of these patients had typical bacterial growth, while more than one agent was detected in five (20%). The rate of atypical causative agents other than L. pneumophila was quite high. Viruses were the main agents in the atypical CAP patients. The high incidence of typical pneumonia agents found in these patients indicates the necessity of determining the etiologic agents prior to initiation of treatment.