Tıp Fakültesi Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 487
  • Öğe
    Adeziv kapsülit olgularında inferior glenohumeral kapsüloligamentöz kompleks tutulumunun shear wave elastografi ile değerlendirilmesi: Mrg korelasyonlu çalışma
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Soylu, Hakan Hüseyin; Ünlü, Elif Nisa
    Amaç: Adeziv kapsülit klinik ön tanısı bulunan ve MR (manyetik rezonans) görüntülemede inferior glenohumeral kapsüloligamentöz kompleks (IGHKK) etkilenimi ortaya konulan olgularda sonoelastografinin tanıya katkısının değerlendirilmesi Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Ocak 2022-Ekim 2022 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde; başta fiziksel tıp ve rehabilitasyon ile ortopedi ve travmatoloji olmak üzere klinik branş hekimleri tarafından yapılan değerlendirmede adeziv kapsülit tanısı konulan ve kas-iskelet konusunda deneyimli iki uzman radyolog tarafından yapılan değerlendirme sonucu MR görüntülemede inferior glenohumeral kapsüloligamentöz kompleks tutulumunun radyolojik kanıtı bulunan 13'ü erkek 17'si kadın toplam 30 hasta ile, klinik değerlendirme ve MR görüntüleme sonucunda adeziv kapsülit düşünülmeyen 16'sı erkek 18'i kadın 34 kişilik kontrol grubu dahil edildi. MR görüntülemeler 3 Tesla MR cihazı ile yapıldı. Sonoelastografik işlem Siemens Acuson-S2000 ultrason cihazına ait 9L4 (4-9 MHz) frekanslı lineer prob ile Virtual Touch Quantification (VTQ/ARFI) yöntemi kullanılarak yapıldı. İnferior glenohumeral kapsüloligamentöz komplekse shear wave elastografi yöntemi uygulanarak ortalama SWV (shear wave elastografi) değerleri elde edildi. İstatistiksel olarak kategorik veriler arasında karşılaştırmalar ve tamamlayıcı istatistik analizleri yapıldı. Bulgular: Hasta ve kontrol grubunun inferior kapsüloligamentöz kompleksinin özellikle ön bandı olmak üzere sonoelastorafi ile sertlik derecesi m/sn cinsinden elde edildi. Yaşa ve cinsiyete göre gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0.279). Hasta olgularda SWV değerlerinin kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü (p<0.001). Hasta ve kontrol gruplarındaki cinsiyete göre hız değerlerinin değişiminin farklı şekillerde ortaya çıktığı gözlendi. Hasta grubunda erkeklerdeki hız değeri daha yüksekken, kontrol grubunda ise kadınlardaki hız değerinin daha yüksek olduğu görüldü (p=0.007). Sonuç: Çalışmamızın sonucunda adeziv kapsülit olgularının inferior glenohumeral kapsüloligamentöz kompleksinde sonoelastografi ile kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede sertleşme olduğu tespit edilmiştir. Böylece çalışmamız, sonoelastografinin adeziv kapsülit olguların inferior glenohumeral kapsüloligamentöz kompleks tutulumunun değerlendirilmesinde MR görüntülemeye yardımcı, pratik ve güvenilir bir görüntüleme yöntemi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konuda daha ileri çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Adeziv kapsülit, elastografi, inferior glenohumeral kapsüloligamentöz kompleks, omuz, shear wave
  • Öğe
    Vitamin D replasmanın huzursuz bacaklar sendromunda hastalık semptomları, uyku, depresyon ve yorgunluk üzerine etkileri
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Zorsu, Orkun; Yabalak, Ahmet
    Amaç: Geçmişte yapılan araştırmalar, Huzursuz Bacak Sendromu hastalarında D vitamini eksikliğinin daha sık görüldüğünü ve D vitamini eksik olan hastalarda bu semptomların daha ciddi olduğunu ortaya koymuştur. Çalışmamızın amacı, Huzursuz bacaklar tanısı olan ve Vitamin D eksiliği saptanan hastalarda, D vitamini takviyesi öncesi ve sonrası UHBSSG çalışma grubu semptom skalası, Yorgunluk Şiddet Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği ve Pittsbug Uyku Kalite İndeksi gibi ölçümleri kullanarak, Vitamin D replasman tedavisinin hastaların semptomları üzerindeki etkisini değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Ocak 2022 ile Nisan 2023 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Polikliniği'ne Huzursuz Bacaklar Sendromu tanısı ile başvuran hastaların dosyaları taranmıştır. Bu nedenle, kliniğimizde Huzursuz Bacaklar Sendromu tanısı konulan hastaların D vitamini düzeyleri de incelenmiş ve eksik olan hastalara replasman tedavisi uygulanmıştır. D vitamini takviyesinin, Huzursuz Bacaklar Sendromu semptomları üzerine etkileri UHBSSG çalışma grubu semptom skalası, yorgunluk düzeyi üzerine etkileri Yorgunluk Şiddet Ölçeği, depresyon seviyesi üzerine etkileri Beck Depresyon Ölçeği ve uyku kalitesi üzerine etkileri Pittsbug Uyku Kalite İndeksi ile değerlendirilmiştir. Çalışmanın örneklemi, D vitamini eksikliği olan idiyopatik HBS hastalarından oluşmuştur. Başvuru sırasındaki ölçümler alındıktan sonra, D vitamini yetmezliği saptanan hastalara haftalık 50.000 IU 3 ay boyunca replasman yapılmıştır. Replasman sonrası 3. ayda hastaların kontrol D vitamini düzeyleri ölçülmüş ve aynı ölçüm araçları tekrar kullanılmıştır. D vitamini düzeyi normal aralığa gelmemiş olan hastalar 3. ayda çalışmadan çıkarılmıştır. Tedavi süreci boyunca düzenli kontroller yapılarak hastaların durumları gözlemlenmiştir. Çalışma tamamlandığında, D vitamini tedavisi öncesi ve sonrasındaki durumlar arasında yapılan karşılaştırmalar sonucunda, D vitamini replasman tedavisinin hastalık semptomlarının şiddeti, uyku kalitesi, depresyon ve yorgunluk üzerindeki etkisine dair sonuçlar elde edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan 25 hastanın başlangıçtaki BDÖ değerleri incelendiğinde, en düşük değerin 0 ve en yüksek değerin 22 olduğu görüldü. Başlangıçtaki ortalama BDÖ değeri ise 6,80 ± SS 5,64 olarak hesaplandı. 3 ay süren D vitamini replasman tedavisi sonrasında hastaların BDÖ değerleri tekrar ölçüldü. Bu ölçümlere göre en düşük değer yine 0, en yüksek değer ise 23 olarak belirlendi. Tedavi sonrası ortalama BDÖ değeri ise 6,84 ± SS 5,91 olarak hesaplandı. Giriş ve 3. Ay BDÖ skorları karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı değişiklik saptanmadı (p= 0,846). Bu sonuçlar, D vitamini replasman tedavisi sonrasında hastaların depresyon düzeylerinde önemli bir değişiklik olmadığını göstermektedir. Çalışmaya katılan 25 hastanın başlangıçtaki UHBSÇGŞÖ skoları incelendiğinde, en düşük değerin 5 ve en yüksek değerin 29 olduğu görüldü. Başlangıçtaki ortalama UHBSÇGŞÖ skoru ise 15,36 ± SS 6,75 olarak hesaplandı. 3 ay süren D vitamini replasman tedavisi sonrasında hastaların UHBSÇGŞÖ skorları tekrar ölçüldü. Bu ölçümlere göre en düşük değer 5, en yüksek değer ise 29 olarak ölçüldü. Tedavi sonrası ortalama UHBSÇGŞÖ skoru ise 14,28 ± SS 6,22 olarak hesaplandı. Replasman tedavisi sonrası UHBSÇGŞÖ skorları girişe göre istatistiksel anlamlı düşüktü (p=0,019). Çalışmaya katılan 25 hastanın başlangıçtaki PUKİ skorları incelendiğinde, en düşük değerin 9 ve en yüksek değerin 17 olduğu görüldü. Başlangıçtaki ortalama PUKİ skoru ise 11,76 ±SS 1,98 idi. D vitamini replasman tedavisi sonrasında hastaların PUKİ skorları ise en düşük değer 7, en yüksek değer ise 17 olarak belirlendi. Tedavi sonrası ortalama PUKİ skoru ise 11,52 ± SS 2,30 idi. Giriş ve 3. ay PUKİ skorları arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p=0,242). Çalışmada yer alan 25 hastanın başlangıçtaki YŞÖ skorları analiz edildiğinde, en düşük değer 1 ve en yüksek değer 55 olarak ölçüldü. Başlangıçtaki ortalama YŞÖ skoru ise 19,32 ±SS 12,34 olarak hesaplandı. 3 aylık D vitamini replasman tedavisi sonrasında hastaların YŞÖ skorları tekrar değerlendirildi. Bu ölçümlere göre en düşük değer 1, en yüksek değer ise 55 olarak tespit edildi. Tedavi sonrası ortalama YŞÖ skoru ise 18,24 ±SS 11,32 olarak belirlendi. Giriş ve 3. ay YŞÖ skorları karşılaştırıldığında 3. ay YŞÖ skorları girişe göre hafifçe azalmıştı. İstatiksel anlamlılık sağlanmasa da p =0,058 idi ve anlamlılığa yakın bir düşüş saptanmıştı. Sonuç: D vitamini replasmanının HBS semptom şiddetinde olumlu etki sağladığını gösterirken, uyku kalitesi ve depresyon üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığını ortaya koymuştur. Yorgunluk düzeylerinde ise sınırlı bir etki gözlemlenmiştir. İdyopatik HBS hastalarında D vitamini düzeyi hastalık semptom şiddeti ile ilişkili gibi görünmektedir. HBS hastalarında D vitamini düzeyinin bakılmasının ve eksik olan hastalarda replasman yapılmasının hastalık semptomlarının şiddetini azaltacağını düşündürmektedir. Anahtar Sözcükler: Huzursuz Bacaklar Sendromu, Vitamin D, Depresyon, Yorgunluk, Uyku kalitesi.
  • Öğe
    Prostat kanserinde de-ritis oranının patolojik sonuçları öngörmede önemi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Kaya, Mustafa Kemal; Baba, Dursun
    Amaç: Bu çalışma, prostat kanseri tanısıyla radikal prostatektomi yapılan hastalarda operasyon öncesi bakılan De Ritis oranının (serum Aspartat Transaminaz (AST)/Alanin Transaminaz (ALT)) ameliyat sonrası ISUP-GG (International Society of Urological Pathology Grade Group) derece yükselmesi (upgrade) ve patolojik sonuçları öngörmedeki etkinliği araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 2012-2022 yılları arasında lokalize prostat kanseri nedeniyle radikal prostatektomi yapılan 152 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların operasyon öncesi 1 aylık süre içerisinde bakılan serum AST ve ALT değerleri çalışmaya alındı. Hastaların yaşı, preoperatif tümör karakteristikleri (biyopsi öncesi PSA, prostat volümü, PSA dansitesi, biyopsi ISUP- GG, maksimum biyopsi tümör volümü) ve prostatektomi patolojik özellikleri (ISUP-GG, patolojik tümör evresi, lenf nodu tutulumu, seminal vezikül invazyonu ve cerrahi sınır durumu) değerlendirildi. Bulgular: Radikal prostatektomi sonrası ISUP upgrade saptanan grupta De Ritis oranı ortalaması upgrade saptanmayan gruba göre daha düşük saptandı (1,14±0,28 karşı 1,10±0,27, p=0.38). Upgrade tahmin etmek için yapılan ROC eğri analizi sonucunda optimal De Ritis oranı eşiği 1.22 olarak hesaplandı. Düşük De Ritis oranı olan grupta upgrade görülme oranı istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek saptandı (%51'e karşı %34, p=0.05). Düşük De Ritis oranı olan hastalarda, radikal prostatektomi sonrası patolojik T3, seminal vezikül invazyonu ve lenf nodu invazyonu oranları istatistiksel olarak anlamlı olmasa da daha yüksek saptandı (p değerleri sırasıyla 0.68, 0.50 ve 0.39). Sonuçlar: Çalışmamız sonucunda düşük De Ritis oranı ile radikal prostatektomi sonrası ISUP upgrade ve olumsuz patolojik özellikler (T3, lenf nodu tutulumu, seminal vezikül invazyonu) arasında ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.
  • Öğe
    Konservatif tedaviye dirençli plantar fasiit vakalarında, pulse radyofrekans ve plantar fasya gevşetmesi cerrahisi yapılan hastaların retrospektif karşılaştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Armağan, Celal; Karaduman, Zekeriya Okan
    Konservatif tedavilere rağmen iyileşme gözlenmemiş plantar fasiit tanılı hastalarda pulse radyofrekans ablasyon (PRFA) ve açık plantar fasya gevşetmesi yöntemlerinin ağrı ve fonksiyonel sonuçlar üzerine etkilerini araştırmayı hedefledik. Çalışmamıza 02.07.2018 –02.07.2022 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Polikliniği'ne topuk ağrısı şikâyeti ile gelen muayene ve tetkikler sonucunda plantar fasiit tanısı almış, topuk ağrısı sebep olabilecek diğer hastalıklar açısından ayırıcı tanı yapılmış 30 PF'li hasta dahil edildi. En az 12 aydır konservatif tedavi almasına rağmen semptomlarında gerileme olmayan 18 yaşından büyük hastalar dahil edildi. Çalışma retrospektif olarak yapıldı. Hastalar retrospektif olarak taranarak pulse radyofrekans (PRFA) ve cerrahi (CR) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Grup RF (pulse radyofrekans tekniği uygulanan grup, n=17), Grup CR (cerrahi uygulanan grup, n=13) olarak hazırlandı. Çalışmaya alınan hastalara çalışmanın amacı, uygulama şekli, süresi, muhtemel komplikasyonlar ve karşılaşılabilecek problemler hakkında bilgi verildi. Araştırma için Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulundan 26.03.2023 tarihinde, 2023/43 karar numarası ile onay alındı. Çalışmamızda PRFA grubunun süre ortalamaları cerrahi grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p=0,0001). Bunun sebebi PRFA işleminin minimal invaziv ve tekniğin oldukça kolay uygulanabilir olması olabilir. PRFA grubunun cerrahi gruba göre komplikasyon oranı çok düşük bulunmuştur (p=0,001). AFİ yetersizlik, AFİ aktivite kısıtlılığı, AOFAS, VAS egzersiz, RM skorları göz önüne alındığında erken dönemde (3 ay) PRFA yapılan grup anlamlı derecede avantajlı olduğu gözlenmekle birlikte uzun dönemde (6. ay, 1.yıl) her iki tedavinin birbirine üstünlüğü gözlenmemiştir. Çalışmamız sonucunda ilk 3 aylık akut dönem için PRFA tedavisinin daha etkin ve işe dönüş süresinin ise cerrahi tedaviye göre daha kısa olduğunu fakat uzun dönem sonuçları kıyaslandığında her iki tedavinin benzer fonksiyonel sonuçlara sahip olduğunu söyleyebiliriz. PRFA tedavisi daha kolay uygulanabilir olması, daha kısa operasyon süresine sahip olması, erken işe dönüşe izin vermesi, komplikasyon oranlarının düşük olması sebebiyle cerrahi tedaviye göre daha üstün olduğunu söyleyebiliriz. Anahtar kelimeler: Kalkaneal spur, plantar fasiit, PRFA, radyofrekans ablasyon, topuk ağrısı.
  • Öğe
    Sirkadyen genlerinin metilasyonu ile anksiyete arasındaki ilişkinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Kerim, Erkin; Özçetin, Adnan
    Amaç: CRY2 ve PER3 gen mutasyonlarının sirkadyen ritim bozuklukları ve anksiyete ile ilişkisi bilinirken, bu genlerin çevresel faktörler tarafından etkilenen DNA metilasyon durumları hakkında sınırlı bilgi bulunmaktadır. Bu çalışma, CRY2 ve PER3 genlerinin metilasyon durumları ile anksiyete arasındaki ilişkiyi aydınlatmayı amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, Wistar Albino sıçanlar üzerinde 21 gün boyunca sirkadyen ritim bozukluğu protokolü (6 saat aydınlık/18 saat karanlık) ve hareketsizliği sağlayan bir kemirgen restrainer kutusu kullanıldı. Deney sonlandırıldığında, Yükseltilmiş Artı Labirent, Zorunlu Yüzme Testi ve Aydınlık-Karanlık Kutusu testleri kullanarak anksiyete ve depresyon düzeyleri değerlendirildi. Beyin dokusu örneklerinden elde edilen DNA üzerinde gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) kullanılarak CRY2 ve PER3 genlerinin metilasyon yüzdesi belirlendi. Bulgular: Analizlerimiz, 21 gün boyunca sirkadyen ritim bozukluğu ve kısıtlama stresine maruz kalan sıçanlarda, kontrol grubuna göre CRY2 ve PER3 genlerinin CpG metilasyon seviyelerinde sırasıyla 1,6 ve 1,4 kat artış olduğunu göstermiştir. Sonuç: Bulgularımız, CRY2 ve PER3 gen metilasyon düzeylerinin anksiyete durumlarında önemli olduğunu vurgulamaktadır. Sirkadyen ritim bozukluğu ve kısıtlanma türü stres uygulanan sıçanlarda, bu genlerin metilasyon düzeyleri kontrol grubuna göre belirgin bir şekilde artmıştır. Bu, CRY2 ve PER3 genlerinin CpG metilasyon seviyelerinin potansiyel biyolojik belirteçler olarak kullanılma olasılığını gündeme getirmektedir. ANAHTAR SÖZCÜKLER: CRY2, PER3, Anksiyete, Metilasyon, Sirkadyen Ritim
  • Öğe
    Comparative clinical and functional results of arthroscopic bankart repair in initial dislocation and recurrent shoulder dislocations
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Kaban, İlyas; Arıcan, Mehmet
    Amaç: Çalışmamızın amacı anterior glenohumeral insitabilitesi nedeniyle ilk kez omuz çıkığı geçiren hastalar ile tekrarlayan omuz çıkığı geçiren hastalarda uyguladığımız artroskopik bankart tamirinin klinik ve fonksiyonel sonuçlarının karşılaştırmasıyla literatüre kaynak sağlamaktır. Gereç ve Yöntem: Kasım 2016-Aralık 2021 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji kliniğine başvuran 18-55 yaşları arasında izole anterior omuz instabilitesi nedeniyle artroskopik bankart tamiri uygulanmış hastalar çalışmaya dahil edildi. Toplam 42 hastadan oluşan çalışmamızda hastalar ilk kez çıkık geçirenler ve tekrarlayan çıkık geçirenler olmak üzere 2 gruba ayrılmıştır. İlk çıkık gelişenler (Grup 1) 20 hastadan, tekrarlayan çıkık gelişenler (Grup 2) 22 hastadan oluşmaktadır. Hastalar klinik ve fonksiyonel açıdan retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların cerrahi detayları kaydedildi. Hastalar 6 ay süresince rehabilitasyon programına alındı. Postop 3, 6 ve 12. ay muayenelerinde subjektif ağrı durumu, spor aktivitesine ve işe dönüş süreleri kaydedildi. Fizik muayenede, hareket açıklığı ve apprehension testi uygulandı. Nüks oranı kaydedildi. Hastaların klinik ve fonksiyonel skorları; preop, postop 3, 6 ve 12. ay olarak VAS, Q-DASH, ASES ve ISIS ile değerlendirildi. Bulgular: Grup 1 de ASES ve Q-DASH ortalamaları sırasıyla preop (39,60±18,97), (48,20±21,85) 3. ayda (68,85±23,73), (22,25±23,75) 6. ayda (76,50±23,51), (12,65±19,51), 12. ayda (82,05±20,09), (7,75±15,99)'dur. Grup 2 de ASES ve Q-DASH ortalamaları sırasıyla preop (51,73±16,24), (35,05±20,5) 3. ayda (64,36±17,51),(28,73±23,29) 6. ayda (83,55±15,32), (11,95±18,38), 12. ayda (89,27±18,07), (6,32±8,96)'dur. Tekrarlayan grup ile ilk dislokasyon arasındaki sonuçlar değerlendirildiğinde tekrarlayan grupta ameliyat öncesi ASES değerleri daha yüksek bulunmuştur, ameliyat öncesi Q-DASH ve VAS değerleri arasında anlamlı fark bulunamamıştır. 3, 6 ve 12. aydaki VAS, Q-DASH ve ASES değerleri arasında fark bulunamamıştır. Sonuçlar: Anterior omuz instabilitesi geçiren hastalarda, uygun endikasyonda çıkık sayısından bağımsız olarak artroskopik bankart tamiri ile başarılı sonuçlar alınmaktadır. ANAHTAR KELİMELER, Omuz çıkığı, bankart, ilk çıkık, tekrarlayan, artroskopik tamir
  • Öğe
    Sıçanlarda deneysel omurilik hasarında tocilizumabin nöral dokuda iyileşme üzerine etkileri
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Yakupoğlu, Muammer; Kılıç, Güven; Kurtuluş, Adem
    Sitokinler, organizmada immün sistemin düzenlenmesinde ve proinflamatuar-inflamatuar süreçlerde önemli rol oynayan moleküllerdir. Yabancı antijen ve ajanlara karşı Sitokinler lokal ve sistemik inflamatuar reksiyonlarda rol alırlar. Sitokinlerin önemli bir bölümü interlökinlerdir. İnterlökin (IL)-6 ilk olarak preaktivasyon halindeki normal insan lenfositleri tarafından immünglobülin salgılatan bir faktör olarak tanımlanmıştır. IL-6 reseptörü membranda olan (IL-6R) ve çözünür (sIL-6R) olmak üzere 2 formdadır. Tosilizumab bu reseptörlere bağlanarak IL-6'nın rol aldığı sinyalizasyon ve inflamasyon sürecini inhibe eder. Bu çalışmada tosilizumab tedavisinin akut omurilik yaralanması (AOY) ile oluşan hasarda nöral doku üzerinde olumlu etkisinin olup olmadığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada deney ortamındaki düzenek yardımıyla sıçanlarda omurilik hasarlanması oluşturulmuş, omurilikte hasar oluşturduktan sonra sıçanlara düşük ve yüksek doz tosilizumab intraperitoneal olarak verilmiştir. Tosilizumab tedavisinin sonunda 8. günde sıçanlar sakrifiye edilerek patolojik inceleme için gönderilmiştir. Sonuçlar omuriliği hasarlanmış tosilizumab verilmeyen ve metil prednizolon verilen sıçanların sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Eğik düzlem, Drummond ve Moore Kriterleri, Hemotoksilen-eozin ve Cleaved caspase 3 immunohistokimyasal boyamasının sonuçlarına göre tosilizumab AOY ile oluşan hasarın giderilmesinde etkili bulunmuştur. Tedavi dozu yükseldiğinde bu etkinin arttığı izlenmiştir. Tosilizumabın AOY tedavisinde faydalı olabileceği görülmüştür. Ancak daha geniş serilerde yapılmış klinik ve laboratuar çalışmalarıyla bulguların desteklenmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Tosilizumab, Akut omurilik yaralanması, Anti inflamatuvar, İnterlökin (IL)-6, Metil prednizolon
  • Öğe
    İndirekt immünofloresan yöntemi ile değerlendirilen otoantikor pozitifliklerine SARS-COV-2 pandemi etkisinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Karamurat, Zeynep Dilara; Çalışkan, Emel
    Amaç: Çalışmamızın amacı, SARS-CoV-2 enfeksiyonu ile sistemik ve organ spesifik otoimmün hastalıklar arasındaki olası ilişkinin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza, Mart 2018-Mart 2022 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarı'na çeşitli kliniklerdeki hastalardan otoimmün hastalık şüphesi ile gönderilen serum örnekleri dahil edildi. İndirekt immunofloresan antikor parametreleri ve aynı hastalardan bu süreçte laboratuvarımızda COVID-19 PCR testi çalışılan örneklerin sonuçları, hastanemizin otomasyon sisteminden elde edilerek retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular ve sonuç: Çalışmaya, COVID-19 pandemi öncesi iki yıl ve pandemi dönemindeki iki yılda otoimmun hastalık şüphesiyle IIFA testi için mikrobiyoloji laboratuvarına serum örnekleri gönderilen 8325 hastadan herhangi bir otoantikoru pozitif saptanan 2448 hasta dahil edildi. ANA pozitifliği, toplam 2256 hastada saptanmış olup bunlardan 2038'inin tekli (1363'ü benekli patern), 218'inin çoklu patern olduğu görüldü. ANA testi çalışılmış ve COVID-19 PZR pozitifliği saptanmış olan hastaların 41'inde ANA pozitifliği tespit edilmiş olup patern olarak en sık benekli (%74) patern saptandı. Otoantikor pozitifliğinin zamana göre değişimini incelendiğinde ANA, anti-dsDNA, anti-ICA, anti-Gliadin otoantikorlarının pozitiflik oranlarında pandemi dönemini içeren iki yıllık sürede istatistiksel olarak anlamlı artışın olduğu tespit edildi. AMA, ASMA, anti-Endomisyum, ANCA otoantikorlarının pozitiflik oranlarında ise COVID-19 pandemi öncesi ve pandemisini içeren tüm dönemlerde fark olmadığı görüldü. Otoantikor pozitifliğine sahip hastaların, hastanemiz Mikrobiyoloji Laboratuvarı'nda çalışılmış COVID-19 PZR sonuçları incelendiğinde 323 hastanın COVID-19 PCR testinin pozitif, 306 hastanın ise negatif olduğu görüldü. ANAHTAR SÖZCÜKLER: İndirekt immunofloresan antikor yöntemi, otoantikor, otoimmün hastalıklar, SARS-CoV-2, COVID-19
  • Öğe
    Serum adipsin, irisin ve osteopontin düzeyleri ile polikistik over sendromu ve metabolik anormalliklerin arasındaki ilişkinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Düzenli, Fatma Nur; Yurtçu, Engin
    Amaç: Polikistik over sendromu (PKOS) üreme çağındaki kadınlar arasında en sık görülen endokrin ve metabolik bozukluklardan biridir. Amacımız serum adipsin, irisin ve osteopontin düzeyleri ile polikistik over sendromu ve metabolik anormalliklerin arasındaki ilişkinin araştırılması ve bu moleküllerin PKOS etiyopatogenezindeki olası rolünü ve/veya PKOS tanısında önemli birer belirteç olabilme potansiyellerini ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü jinekoloji polikliniğine Haziran 2022-Haziran 2023 tarihleri arasında başvuran 18-45 yaş arası ek hastalığı olmayan 96 PKOS hastası ve 80 sağlıklı kontrol grubu çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışma için Rotterdam kriterleri kullanılmış olup, 3 kriterden 2'sinin sağlanması durumunda PKOS tanısı konulmuştur. Hastaların tamamından araştırma izni ve aydınlatılmış onam alınmıştır. Hastaların demografik verileri muayene sırasında kaydedilmiştir. Biyokimyasal parametreler için yazılı ya da elektronik kayıtlara geçen hastaların rutin poliklinik kontrollerindeki sonuçlarından yararlanılmıştır. Tüm bireylerin mensin 2.veya 3. Gününde 8 saat açlığı takiben alınan venöz kanda serum açlık glukoz, insülin (açlık), HbA1c, kolesterol, LDL-C, HDL-C, Trigliserid, CRP, FSH, LH, E2, total testesteron, TSH, prolaktin düzeyleri belirlenmiştir. İnsülin direncini belirlemek için Homeostatic Model of Assessment-Insulin Resistance (HOMA-IR) hesaplanmıştır. Hirsutizm için modifiye Ferriman Gallwey skoru kullanılmıştır. Eş zamanda adipsin, irisin ve osteopontin için alınan venöz kan örnekleri jelli biyokimya tüplerine alınarak 5000 devirde 10 dakika santrifüj edilip elde edilen serum 1,5 ml'lik eppendorf tüplerine koyularak çalışma gününe kadar -80°C'de saklanmıştır. Adipsin, irisin ve osteopontin ölçümleri BIO-TEK EL X 800 marka cihazda Elabscience marka ticari kitlere kalibrasyon -kontrol işlemlerinden sonra kolorometrik yöntemle analiz edildi. Sonuçlar adipsin ng/ml, irisin pg/ml ve osteopontin ng/ml cinsinden verildi. Elde edilen tüm veriler IBM SPSS Statistics 23 programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 96 PKOS ve 80 sağlıklı kontrol grubu dahil edilmiştir. Her iki grup da kendi içerisinde vücut kitle indeksine göre obez (VKİ>30) ve obez olmayan(VKİ<30) olmak üzere iki gruba ayrılarak toplamda 4 hasta grubu elde edilmiştir. PKOS grubunda adipsin değeri kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p=0,020). PKOS grubunda irisin değeri kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir (p>0,005). PKOS grubunda osteopontin değeri kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p=0,000). PKOS obez olmayan grupta adipsin, osteopontin değeri PKOS obez grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir (p>0,005). PKOS obez olmayan grubunda irisin değeri PKOS obez gubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p=0,000). PKOS grubunda HOMA-IR ile osteopontin ve irisin ölçümleri arasında pozitif yönde istatistiksel olarak anlamlı derecede bir ilişki bulunmuştur (p<0,013, p< 0,003). PKOS grubunda TyG indeks ile adipsin, osteopontin ve irisin ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı derecede bir ilişki bulunmamıştır (p>0,05). PKOS grubunda adipsin ile VKİ ölçümleri arasında pozitif yönde, E2, HbA1c, açlık glukoz ölçümleri arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı derecede bir ilişki bulunmuştur. PKOS grubunda irisin ile kilo, VKİ, bel/kalça oranı, HbA1C, insülin (açlık), HOMA-IR, CRP ölçümleri arasında pozitif yönde, HDL ölçümü arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı derecede bir ilişki bulunmuştur. PKOS grubunda osteopontin ile kilo, VKİ, bel/kalça oranı, insülin (açlık), HOMA-IR ölçümleri arasında pozitif yönde istatistiksel olarak anlamlı derecede bir ilişki bulunmuştur. PKOS grubunda fenotipler arasında adipsin, osteopontin ve irisin değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. PKOS gelı?şı?m rı?skı? I?çin yapılan logı?stı?k regresyon analı?zi sonucunda, yaş, VKİ, FSH, LH/FSH, total kolesterol ve osteopontin ölçümlerinin gruplar üzerinde istatistiksel olarak anlamlı derecede bir etkisi bulunmuştur (p<0,05). ROC analizi ile yapılan değerlendirme sonucunda osteopontin ölçümünün gruplar üzerinde istatistiksel olarak anlamlı derecede etkisinin olduğu tespit edilmiştir. Osteopontin değerinin 2,323 ng /ml değerinin altına düşmesi PKOS riski oluşturmaktadır. Sonuç: Çalışmamızda adipsinin değerlerinin PKOS ile önemli ölçüde ilişkili olduğunu ve bunun VKİ'ye bağlı olduğunu ve aynı zamanda irisinin ise antropometrik ölçümler ve metabolik parametreler ile ilişkili olduğunu gösterilmiştir. Osteopontinin tanısal değerini belirlemeye yönelik yapılan ROC analizinde osteopontin değerinin 2,323 değerinin altına düşmesinin PKOS riski oluşturduğu tespit edilmiştir ve PKOS'lu hastalarda metabolik anormalliklerle de ilişkisi olduğu gösterilmiştir. Osteopontin düzeyinin kalorimetrik ölçümleri PKOS ve PKOS'la ilişkili metabolik hastalıkların erken tanısında, tedavisinde ve takibinde katkı sağlayabilir. Ancak bu alanda daha büyük çaplı prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar kelimeler: polikistik over sendrom, metabolik sendrom, insülin rezistansı, adipsin, irisin, osteopontin
  • Öğe
    Üst gastrointestinal sistem kanamalarında sıcak forseps ile hemoklip uygulamalarının retrospektif karşılaştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Ercan, Talha; Torun, Serkan
    Giriş: Üst gastrointestinal kanama (ÜGİK), doktorlar tarafından en sık karşılaşılan acil durumlardan biridir. Yıllık insidans 100.000'de 133'tür. Peptik ülser hastalığı, tüm vakaların %31 ila %67'sinden sorumludur ve ÜGİK'nin en yaygın nedenidir. Bunun yanında diğer nedenler varis kanaması, eroziv hastalıklar, Mallory-Weiss yırtığı, Dieulafoy lezyonları, vasküler ektazi ve malignite olarak sıralanabilir. Tedavi genellikle asit baskılama ve endoskopik yöntemlerin kullanımına dayanır. ÜGİK tedavisinde kullanılabilecek endoskopik teknikler; enjeksiyon tedavisi, termal pıhtılaşma tedavisi, hemostatik klipsler, fibrin örtücü, argon plazma pıhtılaştırması ve bu sayılan tekniklerin herhangi biri ile epinefrin enjeksiyonu kombinasyonu yer almaktadır. Bununla birlikte, hangi yöntemin en iyi olduğuna ve seçim yöntemini oluşturması gerektiğine dair net bir kanıt yoktur. Endoskopistin kişisel tercihi, mevcut ekipman, lezyonun yeri ve özellikleri tedavi seçiminde rol oynar. Endoskopik HC, ÜGİK tedavisinde sıklıkla kullanılan mekanik bir tekniktir. Bu mekanik aparat kanayan lezyona ve periferik dokuya tutunarak tamponad ve hemostaz sağlar. Termal tedaviler ise vasküler yapılarda koagülasyon nekrozu ile daralma yaparak hemostaz sağlar. Üç ana tip termal temas cihazı vardır; çok kutuplu sondalar, ısıtıcı sondalar ve monopolar sondalar. Düşük maliyetli olan sıcak forseps (HF), monopolar hemostatik forsepse benzer şekilde çalışır. HF özellikle polipektomide ve endoskopik submukozal diseksiyonda (ESD) hemostaz sağlanmasında faydalıdır. Çalışmamızda ÜGİK tedavisinde HC ve HF'nin etkinliği ve maliyet etkinliğinin retrospektif karşılaştırmasını yaptık. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Düzce Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji ve İç Hastalıkları Anabilim Dalı'nda; Haziran 2017-Mart 2022 tarihleri arasında Gastroenteroloji ve İç Hastalıkları polikliniklerine başvuran hastalarla gerçekleştirildi. Hastalar araştırmaya katılmaya gönüllü olanlardan seçildi ve yazılı bilgilendirilmiş onam formu alındı. Üst gastrointestinal sistem kanaması olan hastalara endoskopi sırasında gereği halinde sıcak forseps veya hemoklip uygulamaları rutin olarak yapılmaktadır. Hastalar uygulanan endoskopik hemostatik yönteme göre iki gruba ayrıldı. HF grubu, sıcak forseps koagülasyon, HC grubu ise hemoklips uygulanan kişilerden seçildi. Primer hemostaz oranları, tekrarlayan kanama, transfüzyon gereksinimleri, hastanede kalış süreleri ve maliyetler iki grup arasında karşılaştırıldı. Acil servise ve/veya polikliniğe hematokezya ve/veya melena ve/veya hematemez nedeniyle başvuran hastalara gastroenterologlar tarafından tüm endoskopik prosedürler başvurudan sonraki 48 saat içinde gerçekleştirildi. Her hastada hemostaz yönteminin seçimi, kanamalı lezyonun konumuna, antiagregan ve antikoagülan kullanımına bağlı olarak, gastroenteroloğun kararına göre seçildi. Kalp hızı, kan basıncı ve hemoglobin düzeylerinin ilk stabilizasyonunu takiben 24 saat içinde, şok veya hemoglobin konsantrasyonlarında >2 g/dl azalma, taze hematemez veya melena yeniden kanamayı işaret eder olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Hastaların demografik özellikleri açısından HC ve HF gruplarının karşılaştırma analizinde yaş ve cinsiyet homojendir. Her iki grupta işlem sonrası ilk 24 saatte hipotansiyon ve taşikardi gelişimi açısından yapılan karşılaştırma analizinde, anlamlı fark tespit edilmedi. HC ve HF tedavi gruplarında tekrarlayan kanama oranlarının arasında anlamlı fark bulunmadı. HC ve HF tedavi grupları arasında primer hemostaz oranları sırasıyla %83,33 ve %87,21 olarak saptandı (p=0,537). Her iki grupta hospitalizasyon süresi ortalama üç gün olarak tespit edildi (p=0,206). Maliyet açısından tedavi grupları karşılaştırıldığında, HC grubunda maliyet HF grubuna göre yüksek bulundu (p<0,001). Sonuç: Bu çalışma görece daha yeni olan HF tedavisinin HC kadar güvenli ve etkin olmasının yanı sıra maliyet etkinliği açısından HC'den üstün olduğunu göstermiştir. Bu bağlamda HF tedavisi uygun endikasyonda ÜGİK hastalarında kullanılabilir. Bu konuda daha geniş hasta sayısına sahip, prospektüs ve çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Gastrointestinal kanama, sıcak forseps, hemoklips, endoskopi
  • Öğe
    Klinik örneklerden izole edilen corynebacterium türlerinde biyofilm oluşumunun, anti-quorum sensing aktivitesinin ve antimikrobiyal direnç durumunun araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Keskin, Banu Hümeyra; Şahin, İdris
    Korinebakteriler için son on yılda artan sayıda çeşitli klinik enfeksiyonlar bildirilmiştir. Çalışmamızda izolatlar kültürdeki üreme şekline göre gruplara ayrılarak saf olarak üremeyen korinebakterilerin patojenik potansiyeli hakkında fikir sahibi olunabileceği düşünülmüştür. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ve İstanbul Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarına Haziran 2021 ile Haziran 2022 tarihleri arasında gönderilen çeşitli klinik örneklerden izole edilen 240 adet Corynebacterium spp. izolatı kültürdeki üreme şekillerine göre saf, başka bir etken ile birlikte ve polimikrobiyal olarak üç grupta sınıflandırıldı. Antibiyotik duyarlılıkları disk difüzyon ve vankomisin için sıvı mikrodilüsyon yöntemleri ile belirlendi. İzolatların biyofilm oluşumları kantitatif olarak belirlendi. Güçlü biyofilm yapan 17 izolatın biyoaktif bileşen ekstraksiyonu yapılıp agar difüzyon yöntemi ile anti-quorum sensing aktivitesine bakılmış sonrasında viyolasin pigment üretimi kantitatif olarak ölçüldü. Çalışmaya alınan 240 adet Corynebacterium spp. izolatının; 138'i (%58) saf, 52'si (%22) etken ile birlikte ve 50'si (%20) polimikrobiyal grupta yer almıştır. İzolatların 140'ı C. striatum, 34'ü C. amycolatum, 24'ü C. afermentans olarak tanımlanmıştır. Corynebacterium izolatlarının antibiyotik direnç oranları gruplara göre incelendiğinde rifampisin ve tetrasiklin antibiyotiklerine karşı direnç oranı polimikrobiyal grupta diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşük olarak saptanmıştır. İzolatlarda penisilin, klindamisin, siprofloksasin, moksifloksasin, rifampisin, tetrasiklin ve linezolide karşı sırasıyla; %96,7, %88,3, %86,3, %73,8, %62,5, %59,2 ve %0,8 oranında direnç görülmüştür. Tüm izolatlar vankomisine karşı duyarlı iken iki adet C. afermentans izolatında linezolid direnci görülmüştür. Biyofilm oluşturma kapasiteleri incelendiğinde 87 (%36,3) izolat biyofilm oluşturmuştur. Polimikrobiyal gruptaki izolatların biyofilm oluşturma oranı diğer iki gruptan daha düşük oranda bulunmuştur. Biyofilm oluşturma kapasitelerine göre güçlü biyofilm oluşturan 17 adet izolatın anti-quorum sensing aktivitesine bakılmış, hiç bir Corynebacterium ekstraktının anti-quorum sensing aktivitesi bulunmamışken beş adet izolat ekstraktının antimikrobiyal etkisi görülmüştür. Antimikrobiyal etki gözlenen bakteri ekstraktlarının dört tanesi C. amycolatum bir tanesi ise C. afermentans'a ait olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak hem antibiyotik direnç oranlarına hem de biyofilm oluşturma oranlarına bakıldığında kültürde etken ile birlikte üreyen korinebakterilerin saf kültür olarak üreyen korinebakteriler ile benzer özellikler gösterdiği, ayrıca korinebakterilerin antimikrobiyal etkilerinin olması nedeniyle bu etkinin flora bakterilerini baskılayarak virulansını artırmada mı yoksa patojen bakterileri baskılayarak enfeksiyon oluşumunu önlemede mi rolünün olduğunun belirlenmesi için ileri çalışmalar yapılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Hemodiyaliz hastalarında serum sklerostin ve FGF-23 seviyesinin kemik mineral dansitometri ölçümleri ve osteoporoz arasındaki ilişki
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Bircan, Feyza; Öneç, Kürşad
    Giriş: Bilindiği üzere Kronik Böbrek Hastalığı'nda (KBH) evre ilerledikçe plazmada fosfor birikimi ile başlayan bir süreç hiperparatroidizm ve sonrasında kemik mineral bozukluklarıyla seyreden bir sürece neden olmaktadır ve azalmış kemik kütlesi ciddi boyuta ulaşmadan belirgin bulgu vermemekte ve sinsi seyreden bu süreç sonrasında hastalarda kemik kırıkları ile giden bir tabloya neden olabilmektedir. Çalışmamızda güncel araştırmalarda yer bulan iki molekül olan FGF-23 ve Sklerostin düzeyi ölçümünü hastaların bakılan DEXA (Dual Enerji X-ray Absorbsiyometri) ile ölçülen BMD (Bone Mineral Disorder-kemik mineral yoğunluğu) skorları ile kıyasladık. Kronik böbrek yetmezliği (KBY) hastalarında DEXA yanıltıcı sonuç verebilmesine rağmen yakın zamanlı yapılan çeşitli literatür sonuçlarında anlamlı sonuç alınmış olup non-invaziv olması ve uygulama kolaylığı nedeniyle tanıda yer bulmuştur. Biz bu süreci göz önünde bulundurarak güncel çalışmalarda BMD'nin standardizasyonu ile daha doğru sonuca varmayı hedefleyerek Fracture Risk Assessment (FRAX) yöntemini kullandık. Bu sayede KBH hastaları ve kontrol grubunda serum Sklerostin ve FGF-23 düzeyini ölçerek hastaların DEXA ile ölçülen BMD değerlerini FRAX ile standardize edip daha doğru bir sonuca ve mevcut değerlerin yüksekliğinin 10 yıllık kırık riski üzerine etkisini görmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Prospektif olarak yapılan çalışmamızda, Eylül 2022-Şubat 2023 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları ve Nefroloji polikliniğine başvuran ve hastanemiz hemodiyaliz merkezinde tedavi gören hemodiyaliz hastalarından %5 önemlilik düzeyinde,%80 güç ve 0.72'lik etki büyüklüğü ile klinik ve istatistiksel açıdan anlamlı farklılığı elde etmek için çalışma protokolüne uygun toplam 40 vaka ve benzer yaş aralığı ve cinsiyet dağılımındaki sağlıklı gönüllülerden 26 kişilik kontrol grubu bilgilendirilmiş onam formu alındıktan sonra çalışmaya dahil edilmiştir. 18 yaşının altında olan, karaciğer yetmezliği, akut enfeksiyonu, malignite hikayesi olanlar, gebeler ve kooperasyon ve oryantasyonu yetersiz hastalar çalışma dışında bırakılmıştır. KBY hastalarında osteoporoz ve osteodistrofi gibi patolojiler normal popülasyona göre sıklığı artması nedeniyle rutin olarak belirli aralıklarla kemik mineral dansitometrisi yapılmakta olup son 3 ay içinde yapılmamış olan hastaların KMD tetkiki düzenlenerek yakın zamanlı yapılmış olanların verileri sistem üzerinden kontrol edilmiştir. Hastaların onamları alınarak kemik mineral yoğunluğu ölçümü için DEXA yapılıp, demografik verileri kaydedilmiştir. Hastaların normal takibi sırasında alınmış venöz kan örneklerinin fazla kanlardan ayrılmış serum örnekleri -80 derecede muhafaza edilerek, Sklerostin, FGF-23 düzeyleri Elisa yöntemi ile ölçülmüştür. Diğer parametreler rutin takiplerinde yapılmış tetkiklerde mevcut olduğundan elektronik ve yazılı arşivlerden alınmıştır. Bulgular: Gruplar yaş açısından homojen iken cinsiyet açısından heterojen yapıdaydı. Hemodiyaliz grubundaki kadınların oranı kontrol grubundakinden anlamlı düzeyde daha düşük iken tam ters bulgu erkekler için de elde edildi. Bu nedenle parametreler her iki cinsiyette ayrı ayrı değerlendirildi. Kilo, BMI, sigara kullanımı, yaşam tarzı dışında diğer özellikler açısından gruplar arasında anlamlı düzeyde fark yoktu (p>0.05). Gruplara ve cinsiyete göre ölçülen Sklerostin, FGF-23 molekülü ve diğer ölçütler açısından anlamlı düzeyde fark saptandı (p<0.05). Hemodiyaliz grubunda ölçülen KMD skorları değerleri hem kadınlarda hem erkeklerde kontrol grubunda ölçülen değerlerinden anlamlı düzeyde daha düşüktü. Ayrıca Hemodiyaliz grubunda ölçülen Sklerostin (p=0.001, p<0.001), FGF-23 (p<0.001), FRAX majör Osteoporotic fracture (p<0.001), FRAX Hip Fracture (p=0.001) değerleri hem kadınlarda hem erkeklerde kontrol grubunda ölçülen değerlerinden anlamlı düzeyde daha yüksek saptandı. Sonuç: Çalışmamızda hemodiyaliz hastalarında ölçülen FGF-23 ve Sklerostin düzeyleri hem kadın hem erkek hastalarda kontrol grubuna göre yüksek saptanmış olup, yine bu hastalarda yapılan DEXA ile ölçülen BMD değerleri FRAX yöntemi kullanılarak 10 yıllık kırık riski üzerinde etkili olabileceği ve mevcut parametrelerin kırık riskini ön görmek amaçlı kullanılabilineceğini düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Kronik böbrek hastalığı, FGF-23, Sklerostin, Osteoporoz, DEXA, FRAX
  • Öğe
    Katarakt operasyonlarında cerrahi örtü altında ölçülen end-tidal karbondioksit ve serebral oksimetre değerlerinin COVİD-19 pnömonisi geçirmiş ve geçirmemiş hastalarda karşılaştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Öztürk, Kıvanç; Karka, Özlem Ersoy
    Katarakt nedeniyle lokal anestezi altında, drape adı verilen hava geçirmez steril cerrahi örtü kullanılarak fakoemülsifikasyon operasyonu planlanan, COVID-19 pnömonisi geçirmiş (n=40) ve geçirmemiş (n=40) iki ana grup içinde, 2 lt/dak ve 4 lt/dak oksijen desteği verilen ikişer alt grup oluşturularak; end-tidal karbondioksit düzeylerinin, optik sinir kılıf çapı ölçüm değerlerinin, serebral/rejyonel oksimetre ve hemodinamik parametrelerinin ana ve alt gruplar arasında karşılaştırılması amaçlanmıştır. ASA I, II, III fizyolojik risk grubunda bulunan, 18 yaşından büyük, lokal anestezi altında fakoemülsifikasyon tekniğiyle tek gözünden katarakt cerrahisi geçirecek 80 hasta çalışmamıza dahil edildi. SARS-CoV-2 pnömonisi geçiren ve geçirmeyen 40'ar hasta içeren iki ana grup (Grup A ve Grup B) oluşturuldu. Her ana grup, operasyon süresince 2 lt/dak ve 4 lt/dak nazal oksijen desteği verilmek üzere blok rastgeleleştirme yöntemiyle ikişer alt gruba randomize edildi. Operasyon öncesinde drape örtülmeden ve operasyon bitiminde opere edilmeyecek olan gözün optik sinir kılıf çapı ultrasonografik olarak ölçülerek kaydedildi. Operasyon boyunca SAB, DAB, OAB, KAH; CapnostreamTM20p cihazı üzerinde ETCO2, IPI, SS, SpO2; Masimo O3 Root Monitor® (ABD) serebral/rejyonel oksimetri cihazı üzerinde hastaların sağ ve sol olmak üzere her iki temporofrontal bölgeden alınan rSO2, ?HHbi, ?O2Hbi, ?cHbi, ?Base% değerleri değerleri takip edilerek, 5 dakika ara ile kaydedildi. Ana gruplar arasında hemodinamik veriler incelendiğinde; SAB, DAB, OAB, KAH açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Ancak 2 lt/dak oksijen desteği alan alt gruplar arasında DAB açısından anlamlı farklılık bulunmuştur (p=0.002). ETCO2, IPI, SS, SpO2 , rSO2-sağ ve rSO2-sol değerleri açısından hem ana grup hem de alt gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir. ?HHbi-sağ değeri, Grup A'da Grup B'ye göre 10. dakikada anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p=0.002, p*=0.003). 2 lt/dak O2 alan grupların karşılaştırmasında Grup A-2'de Grup B-2'ye göre 35. dakikada daha yüksek ?HHbi-sağ değerleri tespit edilmiştir (p=0.003, p*<0.001). 4 lt/dak O2 alan grupların karşılaştırmasında Grup A-4'te Grup B-4'e göre 10. dakikada daha yüksek ?HHbi-sağ değerleri tespit edilmiştir (p=0.006, p*=0.004). Optik sinir kılıf çapı preoperatif ve postoperatif ölçümleri açısından ana gruplar ve alt gruplar arasında yapılan karşılaştırmalarda herhangi bir istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır. Benzer demografik özellikte olan, COVID-19 geçirmiş (geçirilmiş hastalığın ağırlığı açısından benzer) ve geçirmemiş hastalardan oluşan ana gruplar ve 2 lt/dak veya 4 lt/dak oksijen desteği verilen alt gruplar arasında, primer çıktılarımız olan ETCO2 ve optik sinir kılıf çapı açısından istatistiksel ve klinik olarak anlamlı bulunmamıştır. Sekonder çıktılar olan hemodinamik bulgular, solunumsal parametreler ve serebral oksijenasyon parametreleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark gösteren parametreler de dahil olmak üzere, klinik olarak anlamlı farklılığa neden olacak fizyolojik sınırların dışına çıkan bir fark saptanmamıştır. Çalışmamızda operasyon başlangıcı ve sonu arasında belli aralıklarla ölçülen end-tidal karbondioksit değerlerinde her grupta yapılan istatistiksel analizlerde anlamlı fark saptanmasa da gruplar kendi içinde incelendiğinde operasyon boyunca end-tidal karbondioksit düzeyinde artış olduğu görülmüştür. Optik sinir kılıfı çapının ölçümü sonuçlarında da benzer şekilde gruplar arasında istatistiksel olarak fark görülmemekle birlikte, grafik gösterimde de dikkat çektiği üzere her grup için operasyon boyunca optik sinir kılıf çapında artış izlenmektedir. Çalışmamızda beklenen ETCO2 artışı gerçekleşmediğinden dolayı, optik sinir kılıf çapında buna bağlı gelişmesi öngörülen artış da izlenmemiştir. Ancak çalışmamız ile literatür arasındaki bu çelişkinin çalışmamızdaki operasyon sürelerinin her iki ana grupta 36 dakika gibi görece kısa bir süre olmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Streptozotocin ile indüklenmiş diyabetik rat modelinde carvacrol'ün pankreas hücrelerindeki insülin, PI3K/AKT yolağı ve GLUT-2 ekspresyonu üzerine etkilerinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Irmak, Damla; Karaçor, Kayıhan
    Diabetes Mellitus, genetik yatkınlığa ek olarak yanlış beslenme, hareketsizlik ve obezite nedeniyle her yıl dünyada görülme sıklığı hızla artmakta olan önemli bir hastalıktır. Diyabetin yol açtığı komplikasyonların yaşam kalitesini düşürmesi nedeniyle tedaviyle kontrol altına alınması gerekmektedir. Kekik yağında bulunan Carvacrol'ün (CRV), antidiyabetik özelliği daha önceki çalışmalarda gösterilmiştir. Ancak pankreatik dokuda Carvacrol'ün bu etkiyi hangi yolak üzerinden gerçekleştirdiği bilinmemektedir. Bu nedenle çalışmamızda; CRV'nin kan glikozunu düşürücü etkisini ve bu etkisini hangi mekanizmayla gerçekleştirdiğini araştırmak için pankreatik dokuda PI3K/Akt yolağını, Glut-2 ve İnsülin proteinlerinin ekspresyon değişimini immünohistokimyasal yöntemler ile göstermeyi amaçladık. Bu amaçla 40 Wistar Albino rat rastgele 5 gruba ayrıldı: Sham, Kontrol CRV 40, STZ, STZ+CRV 40, STZ+CRV 20. Deney başlangıcında diyabetik gruplara 55 mg/kg STZ intraperitoneal uygulandı. CRV belirtilen dozlarda gavajla 6 hafta uygulandı. Deney süresince ratların kan glikoz düzeyi ve vücut ağırlıkları düzenli olarak ölçüldü. Deney sonucunda STZ grubuna kıyasla STZ+CRV 20 ve STZ+CRV 40 gruplarında kan glikoz düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı azalma tespit edildi. Diyabetik gruba CRV'nin 20 mg/kg dozunda 6 hafta uygulanmasının kan glikoz düzeyini düşürmede daha etkili olduğu bulundu. Diyabetik grupta azalan PI3K, pAkt, Glut-2 ve İnsülin protein ekspresyonlarının 20 mg/kg Carvacrol uygulanması ile anlamlı olarak arttığını immünohistokimyasal yöntemlerle gösterdik. Carvacrol'ün kan glikozunu düşürücü etkisini pankreatik dokuda PI3K/Akt yolağı üzerinden Glut-2 ve insülin ekspresyonunu artırarak gösterdiği sonucuna ulaştık.
  • Öğe
    Tı·p 2 DM tanılı hastalarda dı·yabet bı·lgı· du¨zeyı·nı·n ı·lac¸ kulanımına etkı·sı· ve glı·semı·k degˆerlerle ı·lı·s¸kı·sı
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Mafizer, Esra Tombul; Gamsızkan, Zerrin
    Amaç: Tip 2 Diyabetes Mellitus (DM) pankreas hücrelerinin işlevselliğinin bozularak şeker metabolizmasının bozulduğu, ömür boyu tedavi gerektiren kronik bir hastalıktır. Hastanın ilaç uyumu ve hastalık hakkında bilgi düzeyi tedavi sonuçlarını etkilemektedir. Çalışmamızda Tip 2 DM hastalarında; hastalıkları hakkında ne kadar bilgiye sahip olduklarını ve bu hastaların ilaç tedavisine ne ölçüde uyum sağladıklarını araştırmayı, kan şekeri regülasyon durumlarını saptamayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Çalışma, 20.10.2022-20.03.2023 tarih aralığında aile hekimliği ve diyabet polikliniklerine başvuran, 18 yaş üzeri en az 192 Tip 2 DM tanılı hastanın verileri incelenerek yürütülen tanımlayıcı-kesitsel tipte bir araştırmadır. Diyabet bilgi düzeyi Michigan Diyabet Bilgi Testi (DKT-2) kullanılarak hastalarda ölçülmesi planlanmıştır. Hastaların ilaç uyumu ise ilaç uyumunu bildirim ölçeği (İUBÖ) kullanılarak ölçülmesi hedeflenilmiştir. Hastaların regülasyonu son 6 aydaki HbA1c değeri ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya %48,4 (n=93) erkek ve %51,6 (n=99) kadın olmak üzere toplam 192 hasta dahil edilmiştir. HbA1c regülasyonu açısından hem DKT-2 hem de İUBÖ'den aldıkları puanların ortalaması istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p=0,898 p=0,064). DKT-2 açısından; eğitim durumu, meslek ve gelir durumu açısından anlamlı farklılık saptanmıştır (sırasıyla p=0,002; 0,038; <0,001). İUBÖ açısından; insülin kullanım durumu ve öğünlerde uygun gıda seçimi yapma açısından anlamlı farklılık saptanmıştır (p=0,027; 0,009). Sonuç: Sağlık hizmet sunucularının hastaların tedavisi sürecinde ister öz bakım ister komplikasyonu önlemede gerekli önlemleri alabilmeleri için diyabet eğitimine daha fazla önem vermelidirler. Hastaların diyet, egzersiz ve ilaca uyumunun da arttırılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Tip-2 diabetes mellitüs, Michigan diyabet bilgi testi, İlaç uyumu
  • Öğe
    Kaposi sarkom ve taklitçi lezyonları arasında COX-2'nin tanıya katkısı ve klinikopatolojik parametrelerle ilişkisinin değerlendirilmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Doğan, Fatima Erik; Uyar, Belkız
    Amaç: Bu çalışmada temel olarak Kaposi sarkomu (KS) ve taklitçi lezyonları arasında siklooksijneaz-2 (COX-2)'nin immunekspresyonu açısından fark olup olmadığının araştırılması, ikincil olarak ise COX-2 ekspresyonunun klinik ve hematolojik parametreler ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 2012-2022 yılları arasında biyopsi örneği alınan KS tanılı 37 hasta ve ayırıcı tanıda KS ile karışıp insan herpes virüsü-8 (HHV-8) immunohistokimyasal olarak çalışılan 37 vaka dahil edilmiştir. Patolojik olarak KS tanısı alan, kesitleri COX-2 ve CD34 boyası ile optimal boyanan olgular çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalara ait demografik ve klinik bilgiler ile ilgili veri toplamak için hastanemiz veri tabanı bilgi sistemi kullanılmıştır. Hastaların yaş, cinsiyet, tanı anındaki hemogram parametreleri (lökosit, nötrofil, lenfosit, ortalama trombosit hacmi (MPV)), üre ve kreatinin değerleri kaydedilerek, nötrofil lenfosit oranı (NLO) ve trombosit lenfosit oranı (TLO) hesaplanmıştır. Çalışmaya dahil edilen tüm hastaların arşivdeki parafine gömülmüş deri örneklerinden kesitler hazırlanarak histokimyasal inceleme ile HHV-8, CD34 ve COX-2 protein miktarları değerlendirilmiştir. Bulgular: KS hastalarında erkek/kadın oranı ve hastalığın görülme yaşı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptanmıştır (sırasıyla; p=0,018, p<0,001). KS hastalarının histolojik progresyon evrelerine göre; 19'u (%51,4) tümör evresinde, 8'i (%21,6) plak evresinde, 10'u (%27,0) yama (patch) evresindeydi. KS hastalarının tümünde (%100) HHV-8 immünreaktivitesi gözlenmiştir. KS hastalarının 33'ünde (%89,2), kontrol grubundaki vakaların 16'sında (%43,2) sitoplazmik diffüz paternde COX-2 immünreaksiyonu gözlenmiştir. KS ve kontrol grubu arasında COX-2 ve CD34 boyanma dereceleri açısından anlamlı fark saptanmıştır (sırasıyla; p<0,001, p<0,001). KS hastalarında lezyon evreleri(tümör, plak, yama) arasında CD34 boyanma derecesi açısından anlamlı fark saptanmıştır (p<0,001) ancak COX-2 boyanma derecesi açısından anlamlı fark saptanmamıştır (p=0,728). KS hastalarında NLO ve TLO değerleri COX-2 boyanma derecesi yüksek olan grupta COX-2 boyanma derecesi düşük olan gruba göre anlamlı derecede yüksek saptanmıştır (sırasıyla; p=0,002, p=0,016). Tümör evresindeki KS hastalarının HHV-8 skoru yama evresindeki hastaların HHV-8 skoruna kıyasla anlamlı daha yüksek bulunmuştur (p=0,036). Sonuç: COX-2'nin KS'nin gelişiminde önemli bir rol oynadığı ve KS ayırıcı tanısında kullanılan HHV-8, CD34'e ek olarak tanısal amaçlı kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. Ayrıca COX-2 overekspresyonun inflamasyon ile karakterize daha yüksek NLO ve TLO ile korele olduğu görülmüştür. Bu bulguların KS'nin patogenetik süreci ve tümörün prognozu açısından önemli olabileceği düşünülmüştür. Bulgularımızın desteklenmesi için daha geniş seriler ve daha ileri moleküler ve genetik çalışmalar ile desteklenen çalışmalara ihtiyaç vardır. ANAHTAR KELİMELER: Kaposi sarkomu, COX-2, HHV-8, CD34, immunohistokimya
  • Öğe
    Dermatoşalazis olgularında blefaroplasti operasyonu ile ekstrakte edilen göz kapağı cilt dokularının histopatolojik incelenmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Eroğlu, Eda; Kaya, Murat
    Amaç: Dermatoşalazisin cilt ve cilt altı dokudaki histopatolojik değişikliklerinin tanımlanması ve botulinum toksininin cilt ve cilt altı bağ doku konfigürasyonuna etkisinin incelenmesi. Gereç ve Yöntem: Çalışma Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Kliniği'nde Haziran 2022-Haziran 2023 tarihleri arasında yürütüldü. 19 dermatoşalazis hastasının 19 gözüne ait dermatoşalazis eksizyon materyalleri (dermatoşalazis grubu) ve blefarospazm nedeniyle göz kapağı botulinum toksin A (BTx-A) enjeksiyonu tedavisi uygulanan ve aynı zamanda dermatoşalazisleri olan 14 hastanın 14 gözüne ait dermatoşalazis eksizyon materyalleri (botoks ve dermatoşalazis grubu) histopatolojik olarak incelendi. Bu patolojilere sahip olmayan farklı endikasyonlarla sağlam sınırla kapak dokusu rezeke edilen 8 hastanın normal cilt dokularına ait eksizyon materyalleri (kontrol grubu) histopatolojik olarak incelenerek kontrol grubunu oluşturdu. Histopatolojik olarak makrofaj sayısı, en geniş lenfatik damar çapı, fibroblast sayısı, kollajen yüzdelerine; Western Blot yöntemi ile kollajen 1 düzeylerine bakıldı. Her hastanın opere edilen iki gözünden biri random olarak seçilerek çalışmaya dahil edildi. Bulgular: Makrofaj sayısı dermatoşalazis grubunda (10,37±5,94) diğer iki gruba göre istatistiksel anlamlı yüksek izlendi. (p=0,031) (botoks ve dermatoşalazis grubunda 5,86±5,17; kontrol grubunda 5,63±3,66) Botoks ve dermatoşalazis grubunda bakılan makrofaj değerleri istatistiksel anlamlı olarak daha düşük ve kontrol grubuna yaklaşmış bulundu. En geniş lenfatik damar çapı dermatoşalazis grubunda (0,348±0,173) diğer iki gruba göre istatistiksel anlamlı yüksek saptandı. (p<0,001) (Botoks ve dermatoşalazis grubunda 0,194±0,132, kontrol grubunda 0,085±0,076). Ayrıca dermatoşalazis grubuna göre botoks ve dermatoşalazis grubunda perivasküler lenfosit sayısı grade'i düşme ve kontrol grubuna yaklaşma meylinde idi. Kontrol grubunda G0 ve düşük grade'li hasta sayısı diğer iki gruba göre istatistiksel anlamlı fazla idi. Dermatoşalazis grubunda yüksek grade'li hasta sayısı (G2 ve G3), botoks ve dermatoşalazis grubuna göre anlamlı yüksekti. (p=0,011) Western-Blot analizi sonucunda botoks ve dermatoşalazis hastalarında, dermatoşalazis grubuna kıyasla kollajen 1 seviyeleri istatistiksel anlamlı düşük izlendi. (p<0.05) Sonuç: Btx-A uygulamasının dokuda histopatolojik düzeyde inflamasyonu baskılayıcı ve fibrozisi azaltıcı etkileri olduğunu öngörmekteyiz. Daha geniş ve daha iyi standardize edilmiş hasta grupları ile yapılacak daha uzun dönem klinik çalışmalarla sonuçlarımızın teyit edilmesi gerekmektedir. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Dermatoşalazis, blefaroplasti, blefarospazm, botulinum toksin, histopatoloji, western-blot
  • Öğe
    Kolonoskopinin bakteriyemi ile olan ilişkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Ataoğlu, Mustafa Buğra; Özaydın, İsmet
    ÖZET Amaç: Bu çalışmada kolonoskopi yapılan hastalarda işlemden hemen sonra alınan kan kültürü ile kolonoskopi sonrası olabilecek bakteriyemi sıklığını ve bakteriyemi varsa hangi bakterilerin ürediğini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Genel Cerrahi Anabilim Dalı Polikliniğine başvuran hastalardan kolonoskopi endikasyonu konulan 19 ile 75 yaş arası 56 hasta alındı. Hastaların yaşları, cinsiyetleri, varsa diğer hastalıkları, sigara, alkol kullanımları, kolonoskopi istenme nedenleri hasta değerlendirme formuna kaydedildi. Uygun diyet sonrasında bağırsak temizliği yapılan hastalara önce damar yolu açıldı, maske ile oksijen (2–3 lt/dak) verildi, monitorize edildi, kalp atım sayımı ve oksijen satürasyonları takip edildi. Ağrı kontrolü için bilinçli sedasyon uygulandı. Kolonoskopi tek el metoduyla yapıldı. Kolonoskopi ile anüsten başlayarak çekuma kadar gidildi, bakı ile kolon kontrol edildi ve anüse geri dönülerek işlem tamamlandı. İşlem süresi kaydedildi. İşlem tamamlandıktan hemen sonra hastalardan steril bir şekilde intravenöz yol ile 10 ml kan alındı. Alınan kan, kan kültürü tüpüne konuldu ve Mikrobiyoloji Laboratuarına gönderilerek bakteriyemi varlığı arandı. Bulgular: Hastaların 31'i (% 55.4) kadın, 25'i (% 44,6) erkekti. Cinsiyet açısından çalışma örneklemi homojendi (p=0.504). Hastaların 41'inde (% 73,2) tanı konulmuş başka bir sistem hastalığı yoktu, 15 (%26,8) hastada vardı. Kolonoskopi işlem süresi ortalama 17,6 dakika, damar yolunun açık kalma süresi 23,2 dakika, bağırsakların temizliği 2,1 gün, aç kalma süresi 12,8 saatti. Kan kültüründe üreme olmayan 44 hastanın (% 79) oranı, üreme olan 12 hastanın (%21) oranına göre anlamlı düzeyde daha düşüktü (p<0.001). Başka bir sistem hastalığı olan ve olmayan hastalar arasında üreme açısından istatistiksel fark yoktu (p>0.05). Kolonoskopi sonrası üreme olan hastaların 5'inde (% 41,7) Staphylococcus Aureus, 1'inde (% 8,3) Escherichia Coli, 5'inde (% 41,7) Koagulaz Negative Stafilokok, 1'inde (% 8,3) ise Candida Albicans üredi. Sonuç: Kolonoskopi işlemi sırasında geçici bakteriyemi az görülmektedir ancak yüksek bulduğumuz %21 oranını uzun süredir kolonoskopide bakteriyemi çalışması yapılmamasına, dünyada yaşanan değişikliklere veya hasta sayısının az olmasına bağlayabiliriz. iii Anahtar sözcükler: Kolonoskopi, Bakteriyemi
  • Öğe
    Psöriatik artritli hastalarda serum s100a8-a9 düzeyinin hastalık aktivitesi, radyolojik bulgular ve laboratuvar parametreleri ile ilişkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2022) Avşar, Burcu; Sultanoğlu, Tuba Erdem
    Amaç: Çalışmamızda amacımız, kronik inflamatuvar bir hastalık olan PsA'da serum S100A8 ve S100A9 düzeylerinin ölçülmesi, psöriazis hastaları ve sağlıklı kontrollere göre düzeylerinin karşılaştırılması; klinik bulgular, laboratuvar parametleri, radyolojik eklem hasarı, hastalık aktivite ölçekleri ile ilişkisinin incelenmesidir. Gereç ve yöntem: Çalışmaya Kasım 2021–Ekim 2022 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı'na başvuran hastalardan CASPAR (Classification Criteria for Psoriatic Arthritis) çalışma grubunun PsA için tanımladığı sınıflandırma kriterlerini karşılayarak PsA tanısı alan 18-65 yaş arası 62 hasta, 52 sağlıklı kontrol ve FTR polinkliniğine başvuran 54 psöriazis tanılı hasta (yaş ve cinsiyet yönünden hasta grubu ile eşleşen) dahil edildi. PsA ve psöriazis tanılı hasta gruplarının ve kontrol grubunun yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi (VKİ), eğitim durumu, meslek gibi demografik verileri kaydedildi. PsA tanılı hasta grubunda hastalık aktivitesinin belirlenmesi amacıyla DAPSA (Disease Activity for Psoriatic Arthritis) skoru, BASDAİ (Bath Ankylosing Spondylitis Disease Activity Index), VAS (vizüel ağrı skalası) skoru, eritrosit sedimantasyon hızı (ESR), C-reaktif protein (CRP) değerleri; periferik ve aksiyal radyolojik bulguların değerlendirilmesi amacıyla MSHS (Modified Sharp-van der Heijde score), PASRI (PsA spondylitis radiology index) skoru ölçüldü ve kaydedildi. PsA ve psöriazis hasta grubunda cilt tutulum derecesinin belirlenmesi amacıyla PAŞİ (Psöriazis Alan Şiddet İndeksi) hesaplandı ve kaydedildi. PsA, psöriazis ve kontrol grubunun serum S100A8 ve S100A9 düzeyleri enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) yöntemi ile çalışıldı. Bulgular: PsA grubunun median serum S100A8 düzeyi 43.2 ng/ml, median serum S100A9 düzeyi 34.7 ng/ml; psöriazis grubunun median serum S100A8 düzeyi 35.4 ng/ml, median serum S100A9 düzeyi 51.4 ng/ml; kontrol grubunun median serum S100A8 düzeyi 54.0 ng/ml, median serum S100A9 düzeyi 24.9'du. Psöriazis grubunda serum S100A8 düzeyi PsA ve kontrol gruplarına göre istatiksel anlamlılıkta düşük (p=0.03), serum S100A9 düzeyi ise istatiksel anlamlılıkta yüksekti (p<0.001). PsA hastalarında serum S100A9 düzeyi ile hassas eklem sayısı (p=0.04), şiş eklem sayısı (p=0.025) ve DAPSA skorları (p<0.05) arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon vardı. PsA grubunda serum S100A8 düzeyi ile hassas eklem sayısı (p=0.023), VAS-hasta (p=0.003) ve VAS-hekim iv (p=0.014) değerleri, DAPSA (p=0.037) ve BASDAİ (p=0.010) skorları arasında istatiksel olarak anlamlı negatif korelasyon saptandı. Median CRP değeri PsA grubunda 0.4, psöriazis grubunda 0.2, kontrol grubunda 0.2'ydi. PsA hastalarında ölçülen CRP değerleri psöriazis hasta (p=0.013) ve sağlıklı kontrol (p=0.001) gruplarına göre anlamlı düzeyde daha yüksekti. Gruplar arasında ESH değeri açısından anlamlı farklılık yoktu. PsA hasta grubunda serum S100A8 ve S100A9 düzeyleri ile CRP ve ESH değerleri arasında anlamlı ilişki yoktu (p>0.05). PsA ve psöriazis hastalarında PAŞİ skorları ile serum S100A8 ve S100A9 düzeyi arasında anlamlı ilişki yoktu (p>0.05). PsA grubunda MSHS ve PASRİ radyolojik skorlamaları ile serum S100A8 ve S100A9 düzeyleri arasında anlamlı ilişki yoktu (p>0.05). Psöriazis hastalarında VKİ ile serum S100A9 düzeyi arasında anlamlı pozitif ilişki saptandı (p=0.039). PsA grubunda serum S100A8 ve S100A9 düzeyi; psöriazis grubunda serum S100A8 düzeyi ile VKİ arasında anlamlı ilişki yoktu (p>0.05). Sonuç: S100A9 düzeyinin PsA'da hastalık aktivite parametlerinden şiş, hassas eklem sayısı ve DAPSA ile korelasyon göstermesi S100A9'un hastalık aktivitesinin değerlendirilmesinde kullanılabileceğini düşündürtmektedir. Ancak kontrol grubu ve PsA grubu arasında S100A9 düzeyleri arasında anlamlı farklılık olmaması PsA tanısında kullanılamayacağı kanısı oluşturmaktadır. S100A9 düzeyinin psöriazis grubunda PsA ve kontrol gruplarına göre anlamlı yüksek saptanması S100A9'un psöriazis patogenezinde rol alabileceğini düşündürmektedir. PsA ve psöriazis grubunda S100A9 düzeyi ile PAŞİ skorları arasında ilişki olmaması S100A9'un cilt tutulum şiddetinin değerlendirilmesinde uygun bir biyobelirteç olmayabileceğini düşündürmektedir. S100A8 düzeyinin PsA ve kontrol grubunda anlamlı farklılık göstermemesi S1008'in PsA tanısında kullanılamayacağı kanısı oluşturmaktadır. S100A8'in düzeyinin literatür çalışmalarından farklı olarak çalışmamızda psöriazis grubunda PsA ve kontrol grubuna göre anlamlı düşük saptanması ve PsA grubunda hastalık aktivite parametreleri ile negatif korelasyon göstermesi hastalık aktivitesi ile negatif korele bir biyobelirteç olabileceğini düşündürmekle birlikte S100A8'in vücut sıvılarında düzeyini etkileyen faktörler ve fonksiyonları üzerine ileri çalışmalar gerektiği kanısını oluşturmaktadır. v Anahtar kelimeler: Psöriatik artrit, psöriazis, S100A8, S100A9, Hastalık aktivitesi
  • Öğe
    İnflamatuar barsak hastalığı olan hastalarda IBD-disk skoru ile yaşam kalitesinin değerlendirilmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Kesikbaş, Enis; Tokmak, Salih
    Giriş: İnflamatuar barsak hastalıkları (İBH), genetik yatkınlığı olan bireylerde çevresel ve immünolojik faktörlerin etkisi ile ortaya çıktığı düşünülen, idiopatik, alevlenme ve iyileşme dönemleriyle karakterize kronik inflamatuar seyirli hastalıktır. Ülseratif kolit (ÜK) ve Crohn hastalığı (CH) inflamatuar barsak hastalıklarının iki yaygın formu olup İBH'nin yaklaşık %5-15'lik bir kısmını da klinik ve patolojik olarak tam ayırt edilemeyen Sınıflandırılamayan İBH vakaları oluşturmaktadır. Avrupa 'da yaklaşık olarak CH için insidans her 100.000 kişide 0,7-9,8, ÜK için insidans her 100.000 kişide 1.5-20.3 arasında değişmektedir. Hem ÜK hem de CH fiziksel, psikolojik, ailevi ve sosyal yaşamda bozulmaya sebep olabilen, hastaların yaşam kalitesini azaltan engelliğe neden olduğundan, hastanın tedavisinin yönetiminde hasta tarafından bildirilen sonuçlar (PRO) önem arz etmektedir. İBH'li hastalarda engelliği ölçmek için kendi kendine uygulanabilen bir görsel araç olan IBD-Disk (Inflammatory Bowel Disease) anketi geliştirilmiştir. Çalışmamızda ÜK ve CH grubunda tedavi öncesinde ve sonrasında IBD-Disk skorları ile tedavi öncesi ve sonrasındaki endoskopik ve patolojik skorları arasındaki korelasyonu değerlendirip, İBH'lerde IBD-Disk skore ile yaşam kalitesini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Temmuz 2021-Temmuz 2022 arasında kliniğimize peşi sıra başvuran, 18-80 yaş arası, İBH tanısı ile takip edilen veya yeni tanı almış hastalar dahil edildi. Aydınlatılmış onam formunu imzalayan hastaların klinik ve demografik özellikleri kaydedildi. Takip altında olanlarda aktivasyon durumunda tedavi değişikliği yapılmadan önce, yeni tanı alanlarda ise tedavi başlangıcı öncesi laboratuvar tetkikleri, endoskopik ve patolojik bulguları kaydedildi. Hastalara tedavi başlangıcı veya tedavi değişikliği öncesi bazal IBD-Disk anketi uygulandı. Ardından tedavinin ilk haftası, ilk ayı ve üçüncü ayında aynı şekilde anket soruları yöneltildi. Anket soruları ile aynı sıklıkta klinik aktivite skorları ve laboratuvar ölçümleri yinelendi. Tedavi başlangıcı veya değişikliği sonrası 3.ayda hastaların endoskopik ve patolojik değerlendirmeleri yapıldı. Elde edilen anket sonuçları birbirleri ile ayrıca hastalığın klinik, endoskopik ve histopatolojik değişiklikleri ile karşılaştırıldı. iii Bulgular: Yaş ve cinsiyet açısından değerlendirildiğinde gruplar homojendir. ÜK grubunda 3.ay hemoglobin değerlerinin anlamlı olarak bazal hemoglobin değerlerinden yüksek olduğu saptanmıştır. ÜK grubunda bazalde ölçülen Nancy Histolojik İndeks (NHI) skoru ve Mayo Endoskopik Skoru (MES) 3.ayda ölçülen skorundan anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır. CH grubunda 3.ay hemoglobin değerlerinin anlamlı olarak bazal hemoglobin değerlerinden yüksek olduğu, 3.ay ölçülen lökosit ve Internationel Normalized Ratio (INR) değerlerinin bazalde ölçülen lökosit değerlerine göre anlamlı düşük olduğu saptanmıştır. CH grubunda bazalde ölçülen Simple Endoscopic Score for Crohn's Disease (SES-CD) skoru, 3.ayda ölçülen SES-CD skorundan anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. ÜK grubunda NHI'nın 0 ila 3.ay arasındaki değişimleri ile ÜK-MES skorlarının 0 ila 3.ay arasındaki değişimleri arasında pozitif anlamlı korelasyon saptanmıştır. CH grubunda NHI'nın 0 ila 3.ay arasındaki değişimleri ile SES-CD skorlarının 0 ila 3.aydaki değişimleri arasında pozitif anlamlı korelasyon saptanmıştır. Sonuç: ÜK ve CH grubunda tedavi sonrasında bazal IBD-Disk genel ve tüm alt skorlarının, 3.ay ölçümlerine göre anlamlı derece daha yüksek olduğu saptanmıştır. ÜK ve CH grubunda endoskopik bulgular ile patolojik skorlar arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır ancak IBD-Disk skorları ile endoskopik ve patolojik skorlar arasında anlamlı pozitif korelasyon saptanmamıştır. Çalışmamızın, bu konuda yapılacak çalışmalara ışık tutacağını umuyoruz. Anahtar Kelimeler: Ülseratif kolit, Crohn hastalığı, IBD-Disk, Nancy histolojik indeksi