Yazar "Öksüz, Şükrü" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 40
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe A 52-year-old man with no known history of hand trauma presenting to the clinic with a pulsatile mass in his right palm(K Faisal Spec Hosp Res Centre, 2011) Uğurlucan, Murat; Karademir, Hüdaverdi; Filik, Müslüm Ercüment; Aslan, Nuray; Filizcan, Uğur; Fedakar, Ali; Öksüz, Şükrü…Öğe ALT SOLUNUM YOLU ÖRNEKLERİNDEN İZOLE EDİLEN NONFERMENTATİF GRAM NEGATİF BAKTERİLERİN ANTİBİYOTİK DUYARLILIKLARI(2021) Kayabaşı, Eda; Öksüz, Şükrü; Memiş, Nagihan; Kaya, Sare; Aslan, VehbiAmaç: Bu çalışmada, hastanemizde yatarak takip edilmiş hastaların alt solunum yolu örneklerinden izole edilen Acinetobacter spp., Pseudomonasspp., Stenotrophomonas maltophilia suşlarının çeşitli antibiyotiklere direnç oranlarının belirlenmesi ve ampirik antibiyotik tedavisine yolgösterilmesi amaçlanmıştır.Yöntem: Ocak 2019-Ocak 2020 tarihleri arasında laboratuvarımıza gönderilen, nonfermentatif Gram negatif bakteriler (NFGNB)’in izole edildiğialt solunum yolu örnekleri retrospektif olarak incelenmiştir. Bakteri identifikasyonu ve antibiyotik duyarlıkları konvansiyonel mikrobiyolojikyöntemler ve otomatize sistem (Vitek 2, bioMerieux, Fransa) ile belirlenmiştir.Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 332 etkenin izole edildiği 207 hastanın %40’ı serviste, %60’ı yoğun bakım ünitesinde takip edilmekteydi.Örneklerin 70’i (%21) balgam, 248’i (%75) derin trakeal aspirat, 14’ü (%4) bronkoalveolar lavajdı. Etkenlerin 160’ı (%48) Pseudomonas spp., 145’i(%44) Acinetobacter spp., 27’si (%8) Stenotrophomonas maltophilia olarak saptanmıştır. Acinetobacter spp. suşlarına en etkili antibiyotiğin kolistin(%98), Pseudomonas spp. suşlarına ise kolistin (%95), amikasin (%85) ve gentamisin (%81) olduğu bulunmuştur. S. maltophilia suşlarında isetrimetoprim-sulfametoksazol (TMP-SXT) (%96) duyarlılığının yüksek olduğu saptanmıştır.Sonuç Acinetobacter spp. ve Pseudomonas spp. suşlarında nefrotoksik etkisi bilinen kolistin ve kombine tedavilerde kullanımı mümkün olanaminoglikozidler dışındaki antibiyotiklere karşı yüksek direnç oranları saptanmıştır. Bu nedenle tedaviye etkenlerin antibiyotik duyarlılıklarıbelirlenerek başlanması gerekmektedir.Öğe Assessment of HAV and HEV seroprevalence in children living in post-earthquake camps from Duzce, Turkey(Kluwer Academic Publ, 2004) Şencan, İrfan; Şahin, İdris; Kaya, Demet; Öksüz, Şükrü; Yıldırım, MustafaThe aim of the study was to investigate the prevalance of enterically transmitted hepatitis among children living in post-earthquake camps, and to assess the efficacy of the measurements during and after the disaster in Duzce and Golyaka. In the second half of 1999, North-western Turkey, was struck by two massive earthquakes in less than 3 months. The first, on 17 August 1999, involving Golyaka, was struck, measuring between 7.4 and 7.8 on the Richter scale. Irregularity about providing clean water and necessary sanitary facilities were observed after the first earthquake because of confusion. The second quake, on 12 November 1999, which rated 7.2 on the Richter scale, shook Duzce. Necessary precautions were applied rapidly at the second quake about shelter, clean drinking water, food and control of distribution of the aids by government and civil aid organisations. Anti-HEV(IgG) and anti-HAV(IgG) antibodies were determined in 476 sera of the children who was living in six camps. HAV prevalence of the children who were living in Duzce and Golyaka temporary houses was 44.4 and 68.8% respectively, OR: 0.37, CI 95%: 0.22-0.61, p = 0.0005. HEV prevalence of the children was 4.7 and 17.2% respectively, OR: 0.24, CI 95%: 0.11-0.51, p = 0.0007. In conclusion, HAV and HEV prevalence of children were lower than that in endemic areas but higher than that in developed countries. This study has pointed out the importance of providing urgent need of the sufficient sanitary facilities after disasters for preventing or reducing the incidence of enterically transmitted hepatitis, especially in the regions which were at risk for various disasters. Essential precautions such as providing clean water and food supply must be taken and an emergency action plan for preventing the infectious disease must be prepared before disasters such as earthquakes.Öğe Biliary infection and bacteremia caused by beta-lactamase-positive, ampicillin-resistant Haemophilus influenzae in a diabetic patient(Natl Inst Infectious Diseases, 2005) Öksüz, Şükrü; Öztürk, Elif; Şahin, Idris; Ertör, Osman; Kaya, DemetWe report the case of a 73-year-old female patient with diabetic nephropathy and cholelithiasis. She was admitted to our hospital with right upper abdominal pain, nausea, and vomiting. The patient had visited an outpatient clinic with the same complaints 2 days earlier, and had been prescribed antibiotics empirically (two doses ofloxacin orally). Blood cultures taken before the start of antibiotic treatment in our hospital were negative. The patient was treated With parenteral ampicillin/sulbactam + ciprofloxacin empirically. The empiric antibiotic treatment was discontinued after 7 days. Elective cholecystectomy was performed after her general condition improved. An-aerobic chocolate agar culture of the cholecystectomy material yielded Haemophilus influenzae type b. On postoperative day 3 the patient developed fever again. The fluids collected after cholecystectomy were evaluated microbiologically. H. influenzae type b was isolated from the samples and blood cultures. The patient was diagnosed with H. influenzae cholecystitis, and recovered after 10-day treatment with ampicillin/sulbactam + ciprofloxacin. The findings are discussed together with references for differential diagnosis. H. influenzae cholecystitis due to cholelithiasis, although rare, should be considered in elderly patients with a history of chronic diseases such as diabetes mellitus or nephropathy.Öğe Bir devlet hastanesi sağlık çalışanlarında HBV ve HCV seroprevalansının araştırılması(2009) Öksüz, Şükrü; Yıldırım, Mustafa; Özaydın, Çiğdem; Şahin, İdris; Arabacı, Hakan; Gemici, GülayHepatit infeksiyonları dünyada ve ülkemizde giderek yaygınlaşan ve insan sağlığını tehdit eden önemli sağlık sorunlarından biridir. Hastanelerin çalışanlanları için barındırdığı riskler arasında hepatit B virüs (HBV) infeksiyonu önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmada, hastanemizde çalışan 260’ı kadın, 151’i erkek toplam 411 sağlık personelinin HBV ve hepatit C virüsü (HCV) seroprevalansının belirlenmesi amaçlanmıştır. Nisan 2007-Şubat 2008 arasında Düzce Atatürk Devlet Hastanesinde çalışan 411 sağlık personelinin 311 (% 75.7)’inde anti-HBs pozitif olarak tespit edilmiştir. Anti-HBs ve anti-HBc totalin birlikte pozitifliği 75 (% 18.2) kişide saptanırken, HBsAg yedi (% 1.7), izole anti-HBc total 12 (% 2.9) kişide, anti-HCV ise bir (% 0.2) kişide pozitif olarak bulunmuştur. Hepatit belirteçlerinin çalışanlara göre dağılımı incelendiğinde doktorlarda bir, yardımcı sağlık personelinde bir, idari personelde beş HBsAg ve bir anti-HCV pozitifliği tespit edilmiştir. Ebe-hemşire grubunda HBsAg pozitifliği saptanmamıştır. Sonuç olarak HBV seronegatif kişiler aşılama programına alınarak tüm personelin HBV’ye karşı bağışık hale gelmesi sağlanmıştır.Öğe Bir Üniversite Hastanesindeki Oksijen Tedavisi Nemlendiricilerinin Mikrobiyolojik Açıdan İncelenmesi(2019) Akar, Nida; Arbak, Peri Meram; Öztürk, C. Elif; Kılınçel, Özge; Çalışkan, Emel; Şahin, İdris; Öksüz, ŞükrüAmaç: Hastane enfeksiyonları tıp dünyasının çözüm bulmaya çalıştığı öncelikli sorunlar arasında yeralmaya devam etmektedir. Yatan hastalarda nozokomiyal pnömoniye sebep olabilecek kaynaklardanbiri de oksijen tedavisi sırasında kullanılan nemlendirme cihazlarıdır. Bu çalışmada Düzce Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nin çeşitli servislerinde bulunan oksijen tedavisi nemlendiricilerinimikrobiyolojik açıdan incelemek amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: 16.9.2016—20.3.2017 döneminde toplam 102 adet oksijen tedavisi nemlendiricisinden steril kaplara su örnekleri alınarak %5 koyun kanlı agar, eosin methylene blue agar, Sabourauddextrose agar ve Löwenstein–Jensen besiyerine ekim yapıldı. Üreyen koloniler konvansiyonel ve otomatize yöntemler kullanılarak tanımlandı.Bulgular: Yüz iki örneğin 69’unda (%68) toplam 98 adet mikroorganizma üremiştir. Bu organizmaların75’i (%77) bakteri, 23’ü (%23) mantar idi. Bakterilerin 56’sı (%75) nonfermentatif Gram-negatif bakteri(Chryseobacterium indologenes, Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter lwoffii, Acinetobacter baumannii, Acinetobacter ursingii, Acinetobacter haemolyticus, Sphingomonas paucimobilis, Stenotrophomonas maltophilia, Delftia acidovorans, Brevundimonas diminuta); 13’ü (%18) Corynebacterium spp.;2’si (%3) Rhizobium radiobacter; 1’i (%1) Bacillus spp.; 1’i (%1) Neisseria spp.; 1’i (%1) Staphylococcusepidermidis; 1’i ise (%1) Mycobacterium gordonae idi. Mantarların ise 21’i (%91) küf mantarı (Fusariumspp., Aspergillus spp., Penicillium spp., Exophiala spp., Cladosporium spp., Acremonium spp., Cladophialophora spp., Alternaria spp.); 2’si (%9) maya mantarı (Candida krusei, Candida albicans) idi.Tartışma ve Sonuç: Servislerde bulunan oksijen tedavisi nemlendiricilerinin kullanımı ve dezenfeksiyonuile ilgili kurallara yeterince uyulmadığı görülmüştür. Sağlık çalışanlarının bu kurallara riayet konusundaeğitilmesi ve denetlenmesi gerektiği düşünülmüştür.Öğe A Case of Tracheobronchitis Caused by Chryseobacterium indologenes in an Immunosuppressed Patient(2016) Çalışkan, Emel; Kılıç, Nida; Alaşan, Fatih; Kılınçel, Özge; Şahin, İdris; Öztürk, C. Elif; Öksüz, ŞükrüChryseobacterium indologenes, önceki adıyla Flavobacterium indologenes, toprak, su, bitki ve yiyeceklerde doğal olarak bulunan, hastane ortamında ise su sistemleri ve ıslak yüzeylerde saptanabilen bir bakteridir. İnsan florasında yer almayan bakteri, enfeksiyon etkeni olarak nadiren izole edilmekle birlikte, son yıllarda Chryseobacterium indologenes kaynaklı enfeksiyonların sıklığında artış görülmektedir. Bu raporda, karaciğer transplantasyonundan ardından immünosüpresif tedavi gören bir hastada gelişen Chryseobacterium indologenes kaynaklı trakeobronşitin sunulması amaçlanmıştırÖğe Çok ilaca dirençli gram negatif bakterilerdeki seftazidim-avibaktam duyarlılığının araştırılması(2023) Akbaş, Emel; Keskin, Banu Hümeyra; Kayman, Hande; Yekenkurul, Dilek; Çalışkan, Emel; Öksüz, Şükrü; Şahin, İdrisÇoklu ilaca dirençli (MDR) Gram negatif bakteriyel patojenler ciddi mortalite ve morbidite ile seyreden enfeksiyonlara neden olabilirler. Bu izolatların etken olduğu enfeksiyonlarda tedavi seçenekleri sınırlıdır. Çalışmamızda çeşitli klinik örneklerden izole edilen MDR Gram negatif bakterilerde seftazidim-avibaktam duyarlılık oranının araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya Düzce Üniversitesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarında Temmuz 2018-Temmuz 2022 tarihleri arasında çeşitli klinik örneklerden izole edilen Enterobacterales ve Pseudomonas aeruginosa suşları dahil edildi. Tür düzeyinde tanımlama ve antimikrobiyal duyarlılık testleri için klasik yöntemlere ilave olarak otomatize sistem (VITEK 2 Compact /Phoenix) kullanıldı. Bunların içinden MDR olduğu saptanan izolatlarda disk difüzyon yöntemi ile seftazidim-avibaktam (10-4 ?) (Bioanalyse, Türkiye) duyarlılığı araştırıldı. Çeşitli klinik örneklerden toplam 83 adet MDR Enterobacterales ve 33 adet MDR P. aeruginosa olmak üzere 116 suş izole edildi. İzolatların 45’i (%38.7) seftazidim-avibaktama duyarlı bulundu. Seftazidim-avibaktam duyarlılığı Enterobacterales için %44.6 iken, P. aeruginosa suşlarında %24.2 olarak saptandı. Sonuç olarak çalışmamızda, MDR Enterobacterales’te en etkili antibiyotik kolistin (p<0.001), ikinci seftazidim-avibaktam (p<0.001) oldu. MDR P. aeruginosa suşlarında da en etkili antibiyotik kolistin (p<0.001) olmakla birlikte; gentamisin, amikasin ve seftazidim-avibaktam duyarlılıklarının benzer olduğu görüldü (p<0.819). Yapılan çalışmalarda P. aeruginosa'nın seftazidim-avibaktama karşı direnç oranlarının diğer Gram-negatif patojenlere göre daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Sonuçlarımız seftazidim-avibaktamın MDR-Enterobacterales ile gelişen enfeksiyonların tedavisi için bir alternatif olabileceğini; ancak, MDR-P. aeruginosa suşlarında duyarlılık test sonuçlarının önemli olduğunu düşündürmektedir.Öğe Dermatophytes in the rural area of Duzce, Turkey(Blackwell Verlag Gmbh, 2004) Şahin, İdris; Öksüz, Şükrü; Kaya, Demet; Şencan, İrfan; Çetinkaya, ReyhanA total of 227 subjects (112 were male and 115 female), who were residents of the rural region of Duzce, were examined for dermatomycosis. A total of 120 samples (47 nail fragments, 73 skin scales) were collected from 81 patients for mycological analysis on the basis of the results of clinical evaluation. All specimens collected were analysed by direct microscopy and culture. Positive results were detected in the cultures of 53 (44.1%) of the 120 samples. About 46 (86.7%) samples also presented positive results in direct microscopy. In the cases of seven samples positive results were found in culture and negative results with direct microscopy. Both culture and direct microscopy presented negative results in 67 (55.8%) samples. The most frequently isolated aetiological agents were 33 Trichophyton rubrum (62.2%), and nine T. mentagrophytes (16.9%). In conclusion, traditional and religious habits such as cohabitation and performing ritual ablutions may affect the prevalence of dermatophyte infections. The performance of ritual ablutions is not in itself a risk factor for acquiring dermatophyte infection; rather it is not drying the extremities after ablutions, that is the main risk factor for this group. Tinea capitis was not found in any of the subjects in spite of the fact that it is one of the most common infectious conditions in children. This is the first paper to report the prevalence of fungal infections in Duzce, a western Black Sea region of Turkey.Öğe Dermatophytoses in forestry workers and farmers(Blackwell Verlag Gmbh, 2005) Şahin, İdris; Kaya, Demet; Parlak, Ali Haydar; Öksüz, Şükrü; Behçet, MustafaTo assess the frequency of superficial mycoses in forestry workers and farmers in the rural region of Duzce, a total of 467 residents of the rural region were examined for dermatomycosis infection. Of these, 349 were forestry workers and 118 farmers. All specimens collected were analysed by direct microscopy and culture. Tinea pedis et manus was found in 23 (19.4%), and onycomycosis in 21 (17.7%) farmers. Tinea pedis et manus was found in 50 (14.3%), and onycomycosis in 28 (8%) forestry workers. One tinea corporis, two tinea inguinalis and two erosio interdigitalis cases were determined in the farmer group but no cases of tinea corporis, tinea inguinalis, or erosio interdigitalis were found in the forestry group. In total, five tinea versicolor cases were found in the two groups on clinical examination but no agent positivity was yielded in mycological cultures. The most frequently isolated agent in the two groups was Trichophyton rubrum. The frequencies of superficial mycosis and onychomycosis were found to be higher in the farmer group than in the forestry group, although similar aetiological agents were isolated in both groups. The farmers had greater rates of contact with pathogenic fungi present in soil as well as from infected farm animals than the foresters; furthermore, animal husbandry, and the wearing of rubber shoes and nylon socks were more frequent in the farmer group. These results suggest that habits such as the wearing of rubber shoes and nylon socks, and the practice of animal husbandry may be the most important factors in determining the frequency of superficial mycoses and aetiological agents in forestry workers and farmers. To our knowledge, there is no previous report about dermatophytoses in forestry workers.Öğe Düzce İlinde İzole Edilen Mycobacterium tuberculosis Kompleks Suşlarında Mycobacterium bovis subsp. bovis Varlığının Araştırılması*(Ankara Microbiology Soc, 2016) Öztürk, Cihadiye Elif; Şahin, İdris; Öksüz, Şükrü; Kılıç, Nida; Kılınçel, Özge; Aydın, Leyla; Afşin, EmineÖZ Tüberküloz (TB), insanlık tarihi boyunca ciddi hastalıklara neden olmuş ve halen olmaya devam etmektedir. Arkeobiyolojik çalışmalarda, insan TB olgularının M.Ö. 4000-8000 yıl öncesine kadar dayandığı ve olguların Mycobacterium tuberculosis’den ziyade Mycobacterium bovis subsp. bovis nedeniyle olduğu gösterilmiştir. Bunun da hayvanların evcilleştirilip, sütlerinin tüketilmesi ve aynı ortamda yaşanmasıyla başladığı düşünülmektedir. Zamanla sütlerin kaynatılarak tüketilmesi ve hayvan barınaklarının ayrılması ile M.bovis subsp. bovis enfeksiyonuna çok az rastlanmaya başlamıştır. Günümüzde M.bovis enfeksiyonları, çoğunlukla hayvandan insana, çok nadiren de insandan insana bulaşabilmektedir. En önemli bulaşma, enfekte hayvanların sütlerinin çiğ olarak tüketilmesiyle gastrointestinal yolla ve solunum yolu çıkartılarından damlacık enfeksiyonu ile olmaktadır. Bu çalışma, Düzce’de son birkaç yıldır büyükbaş hayvanlarda TB vakalarının görülmesi nedeniyle, insan TB olgularının içinde bovin tip TB varlığının araştırılması için planlanmıştır. Bu amaçla, mikobakteriyoloji laboratuvarımızda 2004-2014 yılları arasında üretilmiş olan M.tuberculosis kompleks (MTBC) suşları incelenmiş ve bu izolatların alt tür tayini yapılarak, M.bovis subsp. bovis tespit edilen hastaların sosyodemografi k ve klinik verileri değerlendirilmiştir. Çalışmaya dahil edilen suşlar, 2004-2009 arasında BACTEC™ 12B radyometrik sıvı besiyeri ve/veya Löwenstein-Jensen (LJ) besiyerleri; 2009-2014 arasında ise BACTEC™ MGIT™ (Mycobacteria Growth Indicator Tube) ve/veya LJ besiyerlerinde üretilen izolatlardır. Çalışmamızda, alt tür tespitinde GenoType MTBC (Hain-Lifescience GmbH, Almanya) kiti kullanılmıştır. MTBC izolatlarının, yağsız sütte -20°C’de saklanmış koleksiyonlarından, test prosedürüne göre DNA ekstraksiyonu, amplifi kasyonu ve hibridizasyonları yapılarak alt tür tayini gerçekleştirilmiştir. Çalışmada 220 hastadan (217 erişkin, 3 çocuk; 145 erkek, 75 kadın) izole edilen MTBC suşuna alt tür tayini yapılmış; 217 (%98.6)’sinin M.tuberculosis/M.canettii, üçünün (%1.4) ise M.bovis subsp. bovis olduğu saptanmıştır. Yıllara göre incelendiğinde, son üç yıla ait olan 106 olgunun üçünde (%2.8) M.bovis subsp. bovis saptanmışken, daha önceki yıllara ait 114 olguda hiç saptanmadığı görülmüştür. Bu bulgu, son yıllarda bildirilen büyükbaş hayvanlardaki TB vakalarıyla paralel bir süreç olduğunu vurgulamıştır. Bu hastaların risk faktörleri, klinik, sosyodemografi k özellikleri, tedavi süreç ve sonuçları, mikobakteriyoloji laboratuvar bulguları tekrar gözden geçirilmiştir. Buna göre, M.bovis subsp. bovis saptanan birinci olgu 63 yaşında kadın olup hayvancılıkla uğraşmaktadır. Diabetes mellitus ve kronik böbrek yetmezliği olan bu olguya Temmuz 2012 tarihinde milier TB tanısı konulmuş ve hasta uygulanan tedaviyi tamamlamıştır. İkinci olgu da hayvancılıkla uğraşan, prostat kanseri tanılı 85 yaşında erkek hastadır. Bu olgu, Aralık 2013 tarihinde pulmoner TB tanısı almış, tedaviye başlamasına rağmen iki ay sonra tedaviyi terk etmiş ve bir ay sonra kaybedilmiştir. Üçüncü olgu 27 yaşında kadın hasta olup, mevsimlik işçi olarak çalıştığı sırada boyundaki kitle nedeniyle hastaneye başvurmuştur. Bu olguya Eylül 2014’de lenf bezi tüberkülozu tanısı konulmuş ve hasta tedaviyi tamamlamıştır. Birinci ve üçüncü olguya ait izolatlar streptomisin (STR), izoniazid (INH), rifampisin (RIF) ve etambutol (EMB)’e duyarlı; ikinci olguya ait izolat STR, INH ve RIF’e duyarlı, EMB’ye dirençli bulunmuş; her üç izolatın da pirazinamide dirençli olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak, hayvanlardaki tüberküloz enfeksiyonlarının geniş çapta, dikkatli olarak izlenmesi ve özellikle risk grubunda olan tüberkülozlu hastalarda M.bovis subsp. bovis enfeksiyonunun araştırılmasının gerekli olduğu kanaatine varılmıştırÖğe Düzce İlinde İzole Edilen Mycobacterium tuberculosis Kompleks Suşlarında Mycobacterium bovis subsp. bovis Varlığının Araştırılması(2016) Öztürk, Cihadiye Elif; Şahin, İdris; Öksüz, Şükrü; Kılıç, Nida; Kılınçel, Özge; Aydın, Leyla; Afşin, EmineTüberküloz (TB), insanlık tarihi boyunca ciddi hastalıklara neden olmuş ve halen olmaya devam et-mektedir. Arkeobiyolojik çalışmalarda, insan TB olgularının M.Ö. 4000-8000 yıl öncesine kadar dayandığıve olguların Mycobacterium tuberculosis'den ziyade Mycobacterium bovis subsp. bovis nedeniyle olduğu gösterilmiştir. Bunun da hayvanların evcilleştirilip, sütlerinin tüketilmesi ve aynı ortamda yaşanmasıyla başladığı düşünülmektedir. Zamanla sütlerin kaynatılarak tüketilmesi ve hayvan barınaklarının ayrılmasıile M.bovis subsp. bovis enfeksiyonuna çok az rastlanmaya başlamıştır. Günümüzde M.bovis enfeksiyonları, çoğunlukla hayvandan insana, çok nadiren de insandan insana bulaşabilmektedir. En önemli bulaşma, enfekte hayvanların sütlerinin çiğ olarak tüketilmesiyle gastrointestinal yolla ve solunum yolu çıkartıların-dan damlacık enfeksiyonu ile olmaktadır. Bu çalışma, Düzce'de son birkaç yıldır büyükbaş hayvanlarda TB vakalarının görülmesi nedeniyle, insan TB olgularının içinde bovin tip TB varlığının araştırılması için planlanmıştır. Bu amaçla, mikobakteriyoloji laboratuvarımızda 2004-2014 yılları arasında üretilmiş olan M.tuberculosis kompleks (MTBC) suşları incelenmiş ve bu izolatların alt tür tayini yapılarak, M.bovis subsp. bovis tespit edilen hastaların sosyodemografi k ve klinik verileri değerlendirilmiştir. Çalışmaya dahil edilen suşlar, 2004-2009 arasında BACTEC(TM) 12B radyometrik sıvı besiyeri ve/veya Löwenstein-Jensen (LJ) besiyerleri; 2009-2014 arasında ise BACTEC(TM) MGIT(TM) (Mycobacteria Growth Indicator Tube) ve/veya LJ besiyerlerinde üretilen izolatlardır. Çalışmamızda, alt tür tespitinde GenoType MTBC (Hain-Lifescience GmbH, Almanya) kiti kullanılmıştır. MTBC izolatlarının, yağsız sütte -20C'de saklanmış koleksiyonların-dan, test prosedürüne göre DNA ekstraksiyonu, amplifi kasyonu ve hibridizasyonları yapılarak alt tür tayini gerçekleştirilmiştir. Çalışmada 220 hastadan (217 erişkin, 3 çocuk; 145 erkek, 75 kadın) izole edilen MTBC suşuna alt tür tayini yapılmış; 217 (%98.6)'sinin M.tuberculosis/M.canettii, üçünün (%1.4) ise M.bovis subsp. bovis olduğu saptanmıştır. Yıllara göre incelendiğinde, son üç yıla ait olan 106 olgunun üçünde (%2.8) M.bovis subsp. bovis saptanmışken, daha önceki yıllara ait 114 olguda hiç saptanmadığı görül-müştür. Bu bulgu, son yıllarda bildirilen büyükbaş hayvanlardaki TB vakalarıyla paralel bir süreç olduğunu vurgulamıştır. Bu hastaların risk faktörleri, klinik, sosyodemografi k özellikleri, tedavi süreç ve sonuçları, mikobakteriyoloji laboratuvar bulguları tekrar gözden geçirilmiştir. Buna göre, M.bovis subsp. bovis sap-tanan birinci olgu 63 yaşında kadın olup hayvancılıkla uğraşmaktadır. Diabetes mellitus ve kronik böbrek yetmezliği olan bu olguya Temmuz 2012 tarihinde milier TB tanısı konulmuş ve hasta uygulanan tedaviyi tamamlamıştır. İkinci olgu da hayvancılıkla uğraşan, prostat kanseri tanılı 85 yaşında erkekÖğe The effect of melatonin on antifungal susceptibility in planktonic and biofilm forms of Candida strains isolated from clinical samples(Oxford Univ Press, 2019) Kılınçel, Özge; Çalışkan, Emel; Şahin, İdris; Öztürk, Cihadiye Elif; Kılıç, Nida; Öksüz, ŞükrüIn recent years, the significant increase in the isolation ofantifungal resistantCandidaspecies in presence of biofilm, have made it necessary to develop alternative agents for the treatment of these infections. In this study, the effect of antifungal susceptibility of melatonin were investigated in planktonic and biofilm forms of Candida strains isolated from theclinical samplessent to our laboratory. Biofilm formation was determined by modified microplate method. In order to determine antifungal susceptibility in biofilm-forming strains, MIC was determined by broth microdilution method in planktonic form, and MBEC values by Calgary biofilm method in biofilm form. Susceptibility tests were repeated in the presence of melatonin. Antifungal susceptibility tests repeated with antifungals combined with melatonin showed a decrease in both MIC and MBEC values;melatonin was found to be more effective especially in planktonic forms. While the most effective combination was achieved with fluconazole in the planktonic form, no statistically significant difference was found between the combinations in biofilm form. As a result, melatonin was thought to be a new alternative in the treatment of Candida infections.Öğe Gamma İnterferon Salınım Testi İle Latent Tüberküloz İnfeksiyonunun Araştırılması(Duzce Univ, 2017) Çalışkan, Emel; Öztürk, Cihadiye Elif; Öksüz, Şükrü; Akar, NidaAmaç: Tüberkülozun ilk infeksiyonu genellikle gizli kalmakta ve vücut savunma mekanizmaları tarafından sınırlandırılmaktadır. Vücut direncinde zayıflama olursa bu infeksiyon aktif hale gelebilmektedir. Latent infeksiyon radyolojik ve bakteriyolojik olarak tanınamamaktadır. Bu infeksiyonun erken tespit edilmesi günümüzde pek çok hastalıkta kullanılan immunosupresif tedaviler öncesinde gerekmektedir. Ayrıca aile içi tüberküloz geçişinin ve küçük çocuklardaki infeksiyonun gösterilmesinde önemlidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, 20.02.2016-15.03.2017 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin servis, yoğun bakım ve polikliniklerinden tüberküloz şüphesi olan hastalar, sağlık personeli ve verem savaş dispanseri personeli olan toplam 76 kişi dahil edilmiştir. Latent infeksiyonun gösterilmesinde gama interferon salınım testi “QuantiferonTb Gold ELISA testi (QIAGEN, Almanya)” kullanılmıştır. Bulgular: Toplam 19 (% 25) kişide test pozitif olarak saptanmıştır. Pozitiflik saptanan 19 kişinin 8 (% 42)’ i akciğer tüberkülozu tanısı, 4 (% 21)’ü akciğer dışı tüberküloz ön tanısı ve 7 (% 37)’si tüberkülozlu hastalarla temas etmiş olması nedeniyle çalışmaya alınmıştır. Pozitiflik saptanan kişilerin ikisi (% 10.5) akciğer tüberkülozu, biri (% 5.2) tüberküloz lenfadenit, biri (% 5.2) ise tüberküloz menenjit tanısı almıştır. Verem savaş dispanserinden çalışmaya alınan sağlık personelinin hepsinde test pozitif bulunmuştur. Son olarak, hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarında çalışan 19 kişiden sadece birinde test pozitif bulunmuş olup onun da ailesinde tüberküloz öyküsü olduğu öğrenilmiştir. Sonuç: Quantiferon Tb gold ELİSA testinin tüberkülozlu hastalarla sürekli temasta olan sağlık çalışanları başta olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarında; ayrıca aktif tüberküloz infeksiyonu düşünülüp kültür sonucu çıkıncaya kadar hastanın tedavisinin erken planlanmasının gerektiği durumlarda uygulanabilecek bir yöntem olduğu düşünülmüştür.Öğe Gamma İnterferon Salınım Testi İle Latent Tüberkülozİnfeksiyonunun Araştırılması(2017) Çalışkan, Emel; Öztürk, Cihadiye Elif; Öksüz, Şükrü; Akar, NidaAmaç: Tüberkülozun ilk infeksiyonu genellikle gizli kalmakta ve vücut savunma mekanizmaları tarafından sınırlandırılmaktadır. Vücut direncinde zayıflama olursa bu infeksiyon aktif hale gelebilmektedir. Latent infeksiyon radyolojik ve bakteriyolojik olarak tanınamamaktadır. Bu infeksiyonun erken tespit edilmesi günümüzde pek çok hastalıkta kullanılan immunosupresif tedaviler öncesinde gerekmektedir. Ayrıca aile içi tüberküloz geçişinin ve küçük çocuklardaki infeksiyonun gösterilmesinde önemlidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, 20.02.2016-15.03.2017 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nin servis, yoğun bakım ve polikliniklerinden tüberküloz şüphesi olan hastalar, sağlık personeli ve verem savaş dispanseri personeli olan toplam 76 kişi dahil edilmiştir. Latent infeksiyonun gösterilmesinde gama interferon salınım testi "QuantiferonTb Gold ELISA testi (QIAGEN, Almanya)" kullanılmıştır. Bulgular: Toplam 19 (% 25) kişide test pozitif olarak saptanmıştır. Pozitiflik saptanan 19 kişinin 8 (% 42)' i akciğer tüberkülozu tanısı, 4 (% 21)'ü akciğer dışı tüberküloz ön tanısı ve 7 (% 37)'si tüberkülozlu hastalarla temas etmiş olması nedeniyle çalışmaya alınmıştır. Pozitiflik saptanan kişilerin ikisi (% 10.5) akciğer tüberkülozu, biri (% 5.2) tüberküloz lenfadenit, biri (% 5.2) ise tüberküloz menenjit tanısı almıştır. Verem savaş dispanserinden çalışmaya alınan sağlık personelinin hepsinde test pozitif bulunmuştur. Son olarak, hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarında çalışan 19 kişiden sadece birinde test pozitif bulunmuş olup onun da ailesinde tüberküloz öyküsü olduğu öğrenilmiştir. Sonuç: Quantiferon Tb gold ELİSA testinin tüberkülozlu hastalarla sürekli temasta olan sağlık çalışanları başta olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarında; ayrıca aktif tüberküloz infeksiyonu düşünülüp kültür sonucu çıkıncaya kadar hastanın tedavisinin erken planlanmasının gerektiği durumlarda uygulanabilecek bir yöntem olduğu düşünülmüştür.Öğe Gebelerde Toxoplazma Tarayalım mı? Literatür Değerlendirmesi Eşliğinde Beş Yıllık Gözlem(2024) Gültekin, Ceren; Kayabaşı, Eda; Yıldırım, Esma; Öksüz, ŞükrüAmaç: Toksoplazmoz, Toksoplazma gondii’ nin neden olduğu, dünyanın her yerinde sorun olmaya devam eden bir hastalıktır. Sağlıklı bir erişkinde asemptomatik seyredebilir. Gebelikte geçirilen enfeksiyon; ölü doğum, fetal abortus veya gelişme geriliğine yol açmaktadır. Hastalık bebekte körlük, sağırlık veya ağır nörolojik sekellere sebep olabilmektedir. Bu çalışmada hastanemizin kadın doğum polikliniklerine başvuran gebelerde T. gondii seroprevalansının retrospektif olarak araştırılması ve literatürün gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamızda, hastanemizin kadın doğum polikliniklerine Ocak 2015-Aralık 2019 tarihleri arasında başvuran 112 adet gebe kadının anti-Toxoplazma IgG ve anti-Toxoplazma IgM sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Laboratuvarımıza 2015 yılında 32 (%29), 2016 yılında 32 (%29), 2017 yılında 23 (%20), 2018 yılında 18 (%16), 2019 yılında 7 (%6) hastadan örnek gönderildiği saptanmıştır. Anti Toksoplazma IgM pozitifliği sadece iki (%2) hastada, anti-Toksoplazma IgG pozitifliği ise 22 (%20) hastada belirlenmiştir. IgM pozitifliği saptanan iki hasta da aynı zamanda IgG pozitifliği de mevcuttu. Sonuç: TC Sağlık Bakanlığının geniş gebe popülasyonlarında toksoplazmozun taranması ile ilgili yapılacak çalışmaları desteklemesi, çıkacak verilerin diğer çalışmalarla birlikte değerlendirilerek ulusal bir programın oluşmasına öncülük etmesinin gerekli olduğunu, bu program oluşana kadarki süreçte doğru bir taramanın yapılmasının ilgili kurum ve hekimler tarafından uygulanmasının akılcı bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Gram negatif nonfermentatif bakterilerde metallo-beta-laktamaz aktivitesinin çeşitli fenotipik yöntemlerle araştırılması(2015) Altınöz, Asiye Aytar; Şahin, İdris; Öztürk, Cihadiye Elif; Öksüz, Şükrü; Avcıoğlu, Fatma; Çalışkan, Emel; Ankaralı, HandanNonfermentatif Gram negatif bakterilerin yol açtığı infeksiyonlarda tedavi sorun oluşturmaktadır. Karbapenemlere karşı gelişen dirençte en önemli mekanizma metallo-beta-laktamaz (MBL) üretimidir. Son yıllarda MBL üretimi nedeniyle ortaya çıkan karbapenem direnç sorunu klinik ve epidemiyolojik olarak önemli hale gelmiştir. Bu çalışma, hastanemizde infeksiyon etkeni olan nonfermentatif Gram negatif bakterilerde MBL oranının araştırılması ve MBL varlığını saptamada farklı fenotipik yöntemlerin karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. Çalışmamıza, Düzce Üniversitesi Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına çeşitli kliniklerden gönderilen, imipeneme dirençli veya orta duyarlı, 50si Pseudomonas aeruginosa, 36sı Acinetobacter baumannii olmak üzere toplam 86 izolat dahil edilmiştir. İzolatların antimikrobiyal duyarlılıkları Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi ve VITEK2 otomatize sistemi ile belirlenmiştir. MBL varlığı dört farklı fenotipik yöntem; Çift disk sinerji testi-ÇDST, kombine disk testi-KDT, Modifiye Hodge testi-MHT, E-test (bioMerieux, Fransa) ile saptanmıştır. Çalışmaya alınan örneklerin çoğunluğunu (% 44) derin trakeal aspirat örnekleri oluşturmuştur. Ayrıca örneklerin % 46.5inin yoğun bakım ünitelerine ait olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda MBL oranı ÇDST ile % 34, KDT ile % 55, MHT ile % 45 ve E-test ile % 48 olarak saptanmıştır. Çalışmada MBL pozitifliği en çok sırasıyla KDT ve E-test yöntemi ile gözlenmiş olup, diğer test uyumları ile karşılaştırıldığın - da bu iki test arasındaki istatistiksel uyum en yüksek bulunmuştur. Tedavide karbapenem kullanımının gerekli olduğu durumlarda hızlı, uygulaması kolay, duyarlılık ve özgüllüğü yüksek olan iyi bir fenotipik tarama metoduna gereksinim vardır. Ancak var olan tarama metodları tek başına yeterli olmamaktadır. Fenotipik testlerin tarama amaçlı kullanılabileceği ancak enzim varlığını göstermek için moleküler çalışmaların yapılması gerektiği unutulmamalıdır.Öğe Hand carriage of Candida occurs at lesser rates in hospital personnel who use antimicrobial hand disinfectant(Informa Healthcare, 2014) Yıldırım, Mustafa; Şahin, İdris; Öksüz, Şükrü; Şencan, İrfan; Küçükbayrak, Abdülkadir; Çakır, Selma; Özaydın, ÇiğdemBackground: The hands of hospital personnel are considered to be important for colonization and infection of patients with Candida spp. The aim of this study was to evaluate the effectiveness of different hand disinfectants in reducing the carriage of Candida species on the hands of hospital personnel. Methods: A controlled study was conducted at Duzce University School of Medicine Hospital. Eighty hospital personnel were included in the trial. Subjects were divided into 4 groups according to hand hygiene procedures: group 1, hand rubbing with alcohol-based solution; group 2, hand washing with 4% chlorhexidine gluconate; group 3, hand washing with 7.5% povidone-iodine; group 4, hand washing with plain soap and water. The hands of all participants were tested by culture with the broth wash technique. Results: Hand carriage of Candida spp. was lower in the 4% chlorhexidine gluconate group (10.5%, p = 0.006), in the 7.5% povidone-iodine group (18.7%, p = 0.043), and in the alcohol-based hand rub group (21.1%, p = 0.048) compared to the group washing hands with plain soap and water (50%). Conclusions: The use of hand disinfectant containing antimicrobial agents is more effective than hand washing with water and soap in reducing carriage of Candida on the hands of hospital personnel. It is recommended that hospital personnel use an antimicrobial hand disinfectant in units where there is a high risk of Candida infection.Öğe Hand carriage of Candida species and risk factors in hospital personnel(Wiley, 2007) Yıldırım, Mustafa; Şahin, İdris; Küçükbayrak, Abdülkadir; Özdemir, Davut; Yavuz, M. Tevfik; Öksüz, Şükrü; Çakır, SelmaThe hands of healthcare workers (HCWs) are considered to be important for colonisation and infection of Candida spp. The objective of this study was to evaluate the rate of Candida carriage on the hands of the hospital personnel the potential risk factors. Samples were collected from the hands of 214 (139 female and 75 male) hospital personnel working at Duzce Medical Faculty Hospital, Duzce, Turkey. Of these, 88 were nurses, 62 resident doctors, 21 laboratory workers, 30 officers and 13 dining room personnel. The hands of all participants were tested by culture with the broth wash technique. Overall, 34.1% of the people analysed were found to harbour Candida spp. on their hands: 30.7% were nurses, 25.8% resident doctors, 28.6% laboratory workers, 84.6% dining room personnel and 43.3% officers. Candida carriage rates of the dining room personnel were higher than found in the other groups (P = 0.001). Isolated Candida species were C. parapsilosis (38.4%), C. tropicalis (26.0%), C. albicans (23.3%), C. kefyr (11.0%) and C. globosa (1.4%). Candida carriage rate was higher in the glove-using group (35.1%) than the non-glove using group (7.1%, P = 0.031). We concluded that carriage of Candida species on the hands of personnel was common especially in non-medical staff. Wearing gloves was found to be related to increased rates of Candida carriage in the nurse group. Candida parapsilosis was the most frequently colonising species that may be a predisposing condition for nosocomial infections transmitted with the hands of HCWs. Hospital personnel should be educated for regular hand washing practice for preventing Candida colonisation.Öğe Hastane İnfeksiyonu Etkeni Olan Pseudomonas Aerugınosa Suşlarının Yıllara Göre Antibiyotik Duyarlılıklarının Karşılaştırılması(2014) İnce, Nevin; Öksüz, Şükrü; Danış, Ayşe; Geyik, Mehmet Faruk; Özdemir, DavutHastane inf eksiyonları günümüzde morbidite, mortalite ve maliyetteki artış nedeniyle önlem alınması ve gerekli poli- tikaların düzenlenmesi gereken önemli bir sağlık sorunudur. Bu inf eksiyonların % 10-25inden Pseudomonas aeruginosa etken olarak izole edilmektedir. Bu çalışmada 2011 ve 2013 yılları arasında hastane inf eksiyonu olarak izole edilen P.aeruginosa suşlarının çeşitli anti- biyotiklere duyarlılık oranları ve yıllar içindeki değişimleri değerlendirilmiştir. Suşlar en f azla solunum yolu örneklerinden (n152), en az sayıda ise kateter örneklerinden yapılan kültürlerden (n9) üretilmiştir. Örneklerin klinik bölümlere göre dağılımlarına bakıldığında en f azla sayıda suş dahiliye yoğun bakım ünitesindeki hasta örneklerinden yapılan kültürlerden izole edilmiştir. Yıllara göre P.aeruginosanın antibiyotik direnç durumuna bakıldığında 2011 yılında, 2012 ve 2013e göre direnç oranlarının daha düşük olduğu görülmüştür. İmipenem, piperasilin-tazobaktam, siprof loksasin ve sef operazon- sulbaktam antibiyotiklerine karşı direnç oranlarında yıllar içinde istatistiksel olarak anlamlı bir artış saptanmıştır. Amikasin, gentamisin, meropenem, kolistin, piperasilin, sef epim, levof loksasin ve sef tazidim için ise yıllar arasındaki f arklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. P.aeruginosa suşlarına genel olarak bakıldığında en düşük direnç oranı % 9.8 ile kolistine, en yüksek direnç oranı ise % 55.9 ile meropeneme karşı saptanmıştır. Sonuç olarak elde edilen veriler ışığında, hastanemizde P.aeruginosa ile oluşan inf eksiyonların ampirik tedavisinde imipenem, piperasilin-tazobaktam, siprof loksasin ve sef operazon-sulbaktam antibiyotiklerinin yıllar içerisindeki direncinde anlamlı artış nedeniyle kullanımında dikkatli olunmalıdır. Antibiyotik direnç prof illerinin güncellenmesi antipsödomonal tedavi politikalarında düzenleme yapılmasına olanak sağlaması açısından önem taşımaktadır.