Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 88
  • Öğe
    Bariatrik Cerrahide Uygulanan Kapsamlı Eğitim ve Danışmanlık Hizmeti: Yeme Özellikleri ve Fiziksel Aktivite Düzeyine Etkisi
    (2020) Aygin, Dilek; Usta, Esra
    Amaç: Günümüzde obezitenin tedavisinde cerrahi yöntemler giderek yaygınlaşmakta, cerrahi sonrası bireyin yeniyaşam tarzına uyum sağlayabilmesi için desteklenmesi önem kazanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, kapsamlı eğitimdanışmanlık hizmeti ve standart bakım alan Sleeve Gastrektomi uygulanan iki hasta grubunun yeme özellikleri, fizikselaktivite düzeyleri yönünden prospektif olarak değerlendirilmesidir.Gereç ve Yöntemler: Randomize kontrollü ön test-son test, tekrarlayan ölçümlü, deneysel model kullanılan çalışma,Mart 2017 - Mayıs 2018 tarihleri arasında yapıldı. Laparoskopik Sleeve Gastrektomi yapılan 26 hasta (kontrol grubu)standart bakım, 25 hasta (girişim grubu) ameliyat öncesinde başlayıp ameliyat sonrası altı ay süren kapsamlı eğitim vedanışmanlık hizmeti aldı. Yeme özellikleri Yeme Bozukluğunu Değerlendirme Ölçeği, fiziksel aktivite düzeyiUluslararası Fiziksel Aktivite Anketi Kısa Formu ile değerlendirildi.Bulgular: Yaş ortancası 37 [17] olan hastaların %78,4’ü kadın ve %68,6’sı evlidir. Girişim grubunun YemeBozukluğu Değerlendirme Ölçeği toplam, yeme endişeleri, beden endişeleri ve kilo endişeleri alt boyut puanortancalarındaki değişim yüzdesinin kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek olduğu belirlendi (p<0,05). Ameliyatsonrası 6. ay izleminde girişim grubunun kontrol grubuna göre daha aktif bir yaşam sürdüğü, orta şiddetli ve yürümealanlarında görülen değişimin kontrol grubuna göre anlamlı olduğu görüldü (p<0,05). Girişim grubunun ameliyat öncesi42,34 [6,1] olan beden kitle indeksi ameliyattan altı ay sonra 30,59 [5,66]’a, kontrol grubunun ise 44,75 [9,66]’ten33,66 [8,08]’ya düştü (p<0,05).Sonuç: Çalışma sonuçları bariatrik cerrahi hastalarına uygulanan kapsamlı eğitim ve danışmanlık programının yemeözellikleri ve fiziksel aktivite düzeyini olumlu yönde desteklediğini gösterdi.
  • Öğe
    Enteral Beslenen Yoğun Bakım Hastalarının Beslenme Süreci ve Gelişebilecek Komplikasyonlar Açısından Değerlendirilmesi
    (2020) Kuzyaka, İlknur; İlaslan, Nagihan; Demiray, Ayşe; Açıl, Ayşegül
    Amaç: Araştırma, yoğun bakımda tedavi gören hastaların enteral beslenme sürecinin ve bu süreçte gelişebilecekkomplikasyonların incelenmesi amacıyla tanımlayıcı tipte gerçekleştirilmiştir.Gereç ve Yöntemler: Araştırmanın örneklemini Mayıs-Ekim 2018 tarihleri arasında yoğun bakım ünitelerinde enteralbeslenme uygulanan 110 hasta oluşturmaktadır. Veriler araştırmacılar tarafından “Enteral Beslenme UygulananHastalara İlişkin Veri Toplama Formu” kullanılarak, her hasta için üç günlük süreci kapsayacak şekilde toplanmıştır.Mekanik barsak obstrüksiyonu, paralitik ileus, jeneralize peritonit, akut pankreatit, inflamatuvar barsak hastalığı, GİSkanama, Mide CA, Özefagus CA tanısı ve jejunostomisi olan; 3 gün boyunca izlem yapılmadan yoğun bakımdanayrılan ve bu süreç içerisinde enteral beslenmesi durdurulan hastalar araştırma kapsamından çıkarılmıştır. Veriler sayı,yüzde, standart sapma, minimum, maksimum ve ortalama olarak hesaplanmıştır.Bulgular: Araştırmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 72,31±14,24 olup, %85,5’i 59-93 yaş aralığındadır.Hastaların %62’si erkektir ve %25,5’inin tıbbi tanısının serebrovasküler hastalık olduğu belirlenmiştir. Hastaların%91,8’ine sürekli enteral beslenme, %8,2’sine aralıklı enteral beslenme uygulandığı bulunmuştur. Hastaların tümüne(n=110) hastaneye yatışlarının ilk günü enteral beslenme başlanmıştır. Beş hastada tedavi ve bakım uygulamalarınedeniyle beslenmeye ara verilmiştir. Enteral beslenmeye ara verilen süre ortalama 7±4,5 saat olarak bulunmuştur.Sonuç: Takip edilen üç günlük süre içerisinde hastaların hiçbirinde enteral beslenmeye ilişkin komplikasyongörülmemiştir. Araştırmanın hasta sayısının daha fazla olduğu büyük merkezlerde farklı örneklem grupları ile yapılmasıönerilmektedir.
  • Öğe
    Ciddi Acil Tanılarıyla Karışan Nadir Bir Durum: Kist Hidatik Rüptürü, Bir Olgu Sunumu
    (2020) Sultanoğlu, Hasan
    Kist hidatik hastalığı, Echinococcus granulosus etkenine bağlı paraziter bir enfeksiyondur. En sık karaciğer veakciğerde görülür. Kistlerin çoğu asemptomatiktir ve spontan olarak gerileyebilir. Klinik tablo paraziter enfeksiyonunetkilediği organa, kistin büyüklüğüne ve kistin kom?u organlar ile etkile?imine bağlı olarak deği?kenlik gösterebilir;ancak nadiren rüptüre olan kistin periton bo?luğuna yayılmasıyla ciddi anafilaktik ?ok tablosu ortaya çıkabilmektedir.Bu olgu sunumunda acil servise anafilaktik ?ok tablosu ile ba?vuran hastalarda, acil tıbbi müdahale gerektiren akutkoroner sendrom, aort diseksiyonu, akut pankreatit ve bağırsak perforasyonu ayırıcı tanıda dü?ünülürken asemptomatikolan kist hidatiğin rüptürüne bağlı anaflaktik ?ok tanılarla karı?abildiği için kist hidatiğin unutulmaması gerektiğivurgulandı.
  • Öğe
    Bournemouth Boyun Anketi'nin Psikometrik Özelliklerinin İncelenmesi
    (2020) Günaydın, Gürkan
    Amaç: Toplum genelinde sıklıkla görülebilen ve bireylerde kısıtlılık tablosu oluşturabilen boyun ağrısının,değerlendirilmesi ve takibinde son durum ölçeklerinin kullanımı büyük önem arz etmektedir. Hasta temelli buölçeklerden biri olarak karşımıza çıkan Bournemouth Boyun Anketi, boyun ağrılı hastalarda ağrı ve özrün yanı sırabiyopsikososyal özellikleri de değerlendirmektedir. Bu çalışmanın amacı Bournemouth Boyun Anketi’nin psikometriközelliklerinin belirlenmesidir.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 73 boyun ağrılı birey dâhil olmuş ve analizler için katılımcılar Bournemouth BoyunAnketi ile birlikte Boyun Özür İndeksi, Boyun Ağrısı Özürlülük Skalası ve Kısa Form 36 anketlerini doldurmuşlardır.Otuz bir katılımcı ise test-tekrar test analizi için Bournemouth Boyun Anketi’ni 48 saat sonra tekrar tamamlamıştır.Bulgular: Yapılan analizler sonucu anketin iç tutarlılık Cronbach alfa değerinin 0,853, test-tekrar test sınıf içikorelasyon katsayısı değerinin ise 0,932 olduğu bulunmuştur. Bu değerler anketin yüksek bir güvenirliğe sahipolduğuna işaret etmektedir. Gerçekleştirilen Pearson korelasyon analizi sonucunda Bournemouth Boyun Anketi’ninBoyun Özür İndeksi (r=0,718) ve Boyun Ağrısı Özürlülük Skalası (r=0,763) ile çok iyi düzeyde, Kısa Form 36’nın ilgiliparametreleriyle ((-0,440)-(-0,594)) ise iyi düzeyde ilişkili olduğu görülmüştür. Anketin bileşen sayısının belirlenmesiiçin yapılan açıklayıcı faktör analizi sonucu anketin tek faktörlü bir yapıya sahip olduğu bulunmuştur.Sonuç: Bu çalışma sonucunda Bournemouth Boyun Anketi’nin yeterli psikometrik özelliklere sahip olduğu ve boyunağrılı hastalarda kullanımının uygun olduğu bulunmuştur.
  • Öğe
    Pediatric Patient with Pars Planitis Associated with Lyme Disease: A Rare Presentation: Case Report
    (2021) Arıcan, Nurdan
    Lyme-associated uveitis is more common in adults, but very rare in children. Ophthalmological symptoms are seen in aminority of Lyme cases. Uveitis is seen in less than 1% and different clinical features can be seen. For the diagnosis ofLyme-associated uveitis, positive ELISA, immunoblot serology, exclusion of other causes by various tests indifferential diagnosis, efficacy of antibiotics after primary resistance to steroid therapy alone, tick bite, living in anendemic area and the presence of systemic clinical symptoms should be investigated. In our report, we aimed to presenta very rare Lyme disease-related intermediate uveitis in an 11-year-old male patient who had a history of tick bite 4months ago and was diagnosed with pars planitis and peripheral retinal vasculitis. Recurrence was observed after beingasymptomatic for 6 months after the treatment. However, our case was successfully treated with a new course ofantibiotics in addition to steroid therapy.
  • Öğe
    Evaluation of Bone and Joint Involvement in Patients Followed with the Diagnosis of Brucellosis
    (2021) Kavak, Şeyhmus; Kaya, Şehmuz
    Aim: Brucellosis is an important problem all over the world. The most common form is bone-joint involvement. In thisstudy, we planned to reveal our experiences by examining the epidemiological, clinical, laboratory and radiologicalfeatures of brucellosis cases with and without bone-joint involvement.Material and Methods: This retrospective clinical study includes the data of 443 patients who were followed up withthe diagnosis of brucellosis between December 2014 and August 2019. The epidemiological, clinical, laboratory andradiological findings of the patients were obtained from the patient files and hospital database. Patients were dividedinto two groups as with and without bone-joint involvement and their data were compared statistically.Results: A total of 443 patients who were followed up with a diagnosis of brucellosis were included in the study. 92(20.8%) of these patients had bone-joint involvement of brucellosis (sacroileitis, spondylodiscitis, arthritis, bursitis,synovitis). Magnetic resonance imaging method was used for diagnosis in patients with bone-joint involvement.Patients with bone-joint involvement had longer duration of complaints, and acute phase reactants and agglutinationtiters were higher.Conclusion: Bone-joint involvement in brucellosis is very important as it may cause inadequate treatment and may endwith sequelae. Radiological imaging is important in the diagnosis of bone-joint involvement, but unnecessary requestsshould also be avoided. Symptom duration, acute phase reactants, agglutination titer may be guiding for this.
  • Öğe
    Yaşam Döngüsü ve Sürdürülebilir Beslenmenin Rolü
    (2021) Beyhan, Yasemin; Kurtgil, Seren
    Sürdürülebilir beslenme, yeni bir kavram olmamasına karşın çevresel etkisinin az olması, şimdiki ve gelecek nesillerinbeslenme ihtiyaçlarının karşılanmasına ve besin ve beslenme güvencesine katkı sağlaması nedeniyle günümüzde dikkatçeker hale gelmiştir. Dünya nüfusunun 2050'ye kadar %32’lik bir artışla yaklaşık 10 milyara ulaşacağı ve beslenmeyebağlı kronik hastalıkların da artacağı öngörülmektedir. Bu eğilimlerle birlikte, gıda talebinin yüzyılın ortasına kadarikiye katlanacağı tahmin edilmektedir. Mevcut beslenme eğilimleri devam ederse, bulaşıcı olmayan hastalıklardankaynaklanan ölümlerin küresel hastalık yükünün ortalama üçte ikisini oluşturacağı ve 2030 yılına kadar 52 milyonaulaşacağı tahmin edilmektedir. Gıda üretimi ve tedarikinde yaşanan gelişmeler, gıdanın daha geniş kitlelere ulaşmasınısağlarken; diğer yandan iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin azalması, toprak ve tatlı su kaynaklarının azalması gibi birçokçevresel tehdit oluşturmaktadır. Bu durum uzun vadede gıda güvencesini tehlikeye atmakta, mevcut beslenme ve tarımuygulamalarının değişmesinin iyileşme sağlayacağı düşünülmektedir. Yapılan araştırmalar, gıda üretiminde,dağıtımında ve yiyecek seçiminde yapılacak değişikliklerin, gıdayla ilgili sera gazı emisyonlarında önemli azalmalarsağlayabileceğini göstermektedir. Bu derleme güncel literatür ışığında sürdürülebilir beslenmenin önemini vurgulamayıamaçlamaktadır.
  • Öğe
    Knowledge About Hand Hygiene among Medical Students and Nursing Students in Masaka Regional Referral Hospital
    (2021) Ankaralı, Handan; Ankaralı, Seyit; Nazziwa, Aisha; Lwere, Kamada
    Aim: The pathogenic bacterium on the hands of healthcare workers (HCWs) is considered as the main route of spreadof hospital-acquired infections. This study determines the knowledge regarding hand hygiene among medical andnursing students in a Regional Referral Hospital.Material and Methods: 100 students participated in the study. Data was collected using the World Health Organizationhand hygiene knowledge questionnaire (revised 2009). The questionnaire contains questions on the participant’sdemographics, formal training in hand hygiene and questions to assess hand hygiene knowledge. Descriptive statisticsof the variables were computed as Mean±SD and frequencies (n, %). The relationships between the categoricalvariables were investigated by using Pearson Chi-Square test. Also independent-samples t-test were used to investigatethe difference between groups with regard to numerical variables. In all calculations, P< 0.05 is considered as the levelof statistical significance. Statistical analysis was performed using SPSS 20 (IBM SPSS statistics, Somers, NY).Results: 90.8% of the students reported receiving formal training in hand hygiene. However only 2% of the studentshad good knowledge, 74% moderate knowledge and 24% low knowledge about hand hygiene. The study did not findany significant difference in the knowledge level between the students who had received formal training in handhygiene and those who had not (p=0.392). Also, the mean knowledge score was not associated with gender (p=0.82), orprofession (p=0.179).Conclusion: It is of importance to devise effective teaching methods that will help the students retain the knowledge onhand hygiene.
  • Öğe
    Analysis of The Relationship between Blood Groups and Lung Cancer Risk Depending on Histology
    (2021) Eren, Canan; Ökten, İlker Nihat; Akbıyık, Ayten Güner
    Aim: Blood group antigens are the first genetic markers discovered. ABO blood groups which are expressed on redblood cell membranes are reported to be associated with malignancy risk. The present study aimed to investigatewhether there is an association between blood groups and patients with lung cancer.Material and Methods: In our study, ıt was reviewed 587 patients with lung cancer whose ABO/Rh blood types wereserologically confirmed. Patients were classified according to blood groups (O, A, B, AB), Rh factor (+, ?) andhistological types of lung cancer as Non-small cell lung carcinoma (NSCLC) and Small cell lung carcinoma (SCLC).The adenocarcinoma (AC) and squamous carcinoma (SC) as subtypes of NSCLC were recorded. The relationship ofABO/Rh blood groups with clinical features, such as age, sex and histological subtype were evaluated.Results: There was no significant association between pathological results and blood groups O, A, B and AB. SCLCpatients had significantly higher frequency of blood type B Rh (-) when compared to NSCLC patients.Conclusion: We observed an association between risk of lung cancer and ABO blood groups. Although the Rh factor isnot effective by itself, patients with the B Rh (-) blood group may have a higher risk than SCLC. Examining therelationship of blood group subtypes with lung cancer cells at the molecular level would be useful to clarify therelationship between lung cancer and blood groups.
  • Öğe
    Demir Eksikliği Anemisi Olan Okul Öncesi Erkek Çocuklarda D Vitamini ve Çinko Düzeylerinin Değerlendirilmesi
    (2021) Çıkım, Gürkan; Baylan, Filiz
    Amaç: Yapılan bu çalışmada, demir eksikliği anemisi (DEA) olan okul öncesi erkek çocuklarda birçok yaşamsalreaksiyonda rol oynayan D vitamini ve çinko düzeylerinin de etkilenip sağlık sorunlarına yol açabileceği düşünülerekçinko ve D vitamini düzeylerinde değişim olup olmadığının araştırılması amaçlandı.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 2-6 yaş grubunda olan okul öncesi dönemdeki DEA tanısı alan 30 erkek çocuk (GrupI) ve tamamen sağlıklı 30 erkek çocukta (Grup II) yapıldı. Çalışmada, hemoglobin (Hb), hematokrit (Htc), MCV, RDW,Demir, Demir bağlama, Ferritin, Çinko, D vitamini düzeyleri değerlendirildi.Bulgular: D vitamini, Çinko düzeyleri açısından; Grup I, grup II’ye göre düşüktü (p<0.05). Ayrıca Hb, Htc, MCV,RDW, Demir, Demir Bağlama ve Ferritin düzeyleri de anemik çocukların yer aldığı Grup I’ de daha düşüktü (p<0.05).Yapılan analize göre hemoglobin değeri ile çinko düzeyleri arasında zayıf düzeyde, hemoglobin değeri ile D vitaminiarasında ise orta düzeyde, pozitif yönlü ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardı.Sonuç: D vitamini metabolizmasında, böbrekte yer alan aktif 1-25 (OH) D’yi oluşturan 1-alfa hidroksilaz enzimi demiriçerdiğinden, DEA olanlarda aktif D vitamini sentezinin engelleneceği, ayrıca D vitamini eksikliğinde, inflamatuaryanıtın aktive olacağı, böylece barsaktan kana demir geçişini sağlayan ferroportin proteininin yıkımını hızlandıracağı veneticesinde DEA meydana geleceği düşünülmektedir. Sonuç olarak bu çalışmada, DEA ile birlikte, D vitamini ve çinkodüzeylerinin azaldığı tespit edildi. DEA saptanan okul öncesi çocuklarda, D vitamini ve çinko düzeylerinin belirlenerek,bu çocukların diyetlerine, D vitamini ile birlikte çinko ilave edilmesinin sağlıkları açısından gerekli olduğu düşünüldü.
  • Öğe
    Koronavirüs Hastalığı'nın Yetişkinlerin Beslenme ve Fiziksel Aktivite Durumuna Etkisi; COVID-19 ve Beslenme
    (2021) Küçükcankurtaran, Sevtap; Özdoğan, Yahya
    Amaç: Bu araştırma Yeni Koronavirüs Hastalığı’ndan (COVID-19) önce ve hastalık döneminde yetişkin bireylerinbeslenme ve fiziksel aktivite durumlarını değerlendirmek amacıyla planlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Karşılaştırmalı ve tanımlayıcı tipteki bu araştırmaya yaşları 20-65 yaş arasında olan 579 yetişkinbirey katılmıştır. Yeni tip koronavirüsün solunum ve damlacık yoluyla bulaşmaktadır. Bu nedenle virüsten korunmakamacıyla anket yüz yüze yapılmayıp, elektronik ortamda gönüllü katılımcılara ulaştırılmıştır. Araştırmada COVID-19pandemisinden önce ve pandemi dönemindeki beslenme alışkanlıkları ve fiziksel aktivite durumunu karşılaştırmakamacıyla bağımlı gruplarda t testi, McNemar ve McNemar-Bowker testleri kullanılmıştır.Bulgular: Yaş ortalaması 30,8 ±8,9 yıl olan bireylerin, COVID-19’dan korunmak için en çok tercih ettikleri vitaminin Dvitamini (%44,3) ve en çok tercih ettikleri mineralin ise çinko (%21,4) olduğu tespit edilmiştir. Bireylerin pandemidöneminde pandemi öncesine göre öğle öğününü daha çok atladıkları saptanmıştır (p<0,001). Bunun aksine günlük üç vedaha fazla ara öğün tüketiminde anlamlı bir artışın olduğu belirlenmiştir (p<0,001). Pandemi döneminde bireylerin uykusüresinin arttığı ve orta düzeyde fiziksel aktivite düzeylerinin ise azaldığı çalışmamızda gösterilmiştir (p<0,001). Ayrıcaet, yumurta, kuruyemiş, süt ve ürünleri, meyve, sebze, tahıl ürünleri, şekerli yiyecek ve kahve tüketimde anlamlı farklılıksaptanmıştır (p<0,05). Kurubaklagil, abur cubur, siyah çay, bitki çayı, alkol, kola ve gazlı içeceklerin tüketiminde önemlibir değişme saptanmamıştır (p>0,05).Sonuç: Çalışmadan elde edilen verilere göre, bireylerin COVID-19 pandemisi döneminde çoğunlukla besin tüketimsıklığında artış ve fiziksel aktivite süresinde azalma olduğu söylenebilir. Ancak sağlıklı yaşam tarzı davranışlarınınuygulanması COVID-19’a karşı alınacak önemli tedbirler arasında olduğu unutulmamalıdır.
  • Öğe
    Yoğun Bakım Hemşirelerinin Kas İskelet Ağrılarını Etkileyen Değişkenler ve Ergonomik Risk İlişkisinin İncelenmesi
    (2021) Örsal, Özlem; Özdemir, Ebru Arslan
    Amaç: Çalışmamızın amacı yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşirelerde görülen kas iskelet sistemi ağrılarınıetkileyen değişkenleri ve bu değişkenlerin ergonomik risklerle ilişkisini incelemektir.Gereç ve Yöntemler: Araştırma bir devlet hastanesinin yoğun bakım ünitelerinde çalışan 98 hemşire ile yürütülmüştür.Veriler toplanırken “Tanımlayıcı Bilgiler Formu” ve “Genişletilmiş Nordic Kas İskelet Sistemi Sorgusu” anket yoluyla,“REBA (Rapid Entire Body Assessment-Hızlı Tüm Vücut Değerlendirmesi) Çalışan Değerlendirme Formu” ise gözlemyoluyla toplanmıştır. Genişletilmiş Nordic Kas-İskelet Sistemi Ağrı Sorgusu ile hemşirelerin tüm vücut bölgelerindesahip oldukları ağrıları ve REBA yöntemi ile ergonomiksel risk düzeyi tespit edilmiştir. Analizler ki - kare ve MannWhitney-U testi ile değerlendirilmiştir. İstatistiksel anlamlılık değeri p<,05 olarak alınmıştır. Çalışmanın yürütülebilmesiiçin gerekli etik kurul ve kurum izinleri ve katılımcılardan da gönüllü onamı alınmıştır.Bulgular: Çalışmamızda hemşirelerin en sık ağrı yaşadıkları üç lokalizasyon; %56,1 ile bel, %41,8 ile sırt ve %39,8 ileboyun bölgeleri olarak saptanmıştır. Hemşirelerin kas iskelet sistemindeki ağrı lokalizasyonlarından boyun, omuz, sırt veayak-ayak bileğinde ağrısı olanların REBA puanları daha yüksek bulunmuştur (p<,05).Sonuç: Hemşirelerde maruz kaldıkları fiziksel zorlanmalar sonucunda kas iskelet rahatsızlıkları görülebilmektedir.Çalışma ortamının ergonomik açıdan düzenlenmesi, hemşirelere doğru duruş, çalışma pozisyonu konularını içerenperiyodik eğitim programlarının düzenlenmesi ve rahatsızlıklarına uygun egzersiz programlarına yönlendirilmeleriönerilmektedir
  • Öğe
    DMF-T ile Dental Anksiyete Arasındaki İlişkinin İncelenmesi: Dicle Üniversitesi Örneği
    (2021) Bakır, Elif Pınar; Bakır, Şeyhmus; Gümüş, Simge
    Amaç: Dental anksiyete, diş hekimliği uygulamalarına bağlı gelişen streslerin bireyde yarattığı tepki olarak ifadeedilmektedir. Dental anksiyeteli bireyler, randevularını erteleyerek geciktirmekte ve hatta diş hekiminden tamamenkaçınmaktadır. Çalışmamızda; Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ndeki öğrencilerin diş sağlığı ile dentalanksiyete arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden 300 öğrenci dâhil edildi. Katılanöğrencilerin ağız muayeneleri yapılarak, DSÖ’nün diş sağlığı durumunu değerlendirmekte belirlediği DMF-T indeksikullanılarak hesaplandı. Öğrencilere dental işlemlere karşı anksiyete seviyelerini ölçebilmek için 5 sorudan oluşanModifiye Dental Anksiyete Skalası (MDAS) anketi uygulandı. MDAS sonuçları ?19 olan bireyler yüksek anksiyeteliolarak düşünüldü. Bireylerin demografik niteliklerini de içeren veriler istatistik programına aktarılarak değerlendirildi.Bulgular: Erkeklerin MDAS değerleri kadınlara göre anlamlı derecede düşüktür. Yaş grupları arasında DMF-Tdeğerleri bakımından anlamlı farklılık bulunmaktadır. 17-20 yaş aralığındaki katılımcıların DMF-T değeri 26-30 yaşaralığındakilere oranla anlamlı derecede düşük hesaplanmıştır.Sonuç: DMF-T değerleri üst sınıflara gidildikçe, anksiyete verilerinden bağımsız olarak artmıştır. Araştırmamızdanelde edilen diğer verilere göre; kadın katılımcılar erkeklere nazaran anlamlı derecede yüksek anksiyeteye sahipbulunmuştur. Cinsiyet ve sınıftan bağımsız olarak Diş hekimliği eğitiminin erken bir aşamasında müfredataeklenebilecek ‘’anksiyete tanı ve kontrol yöntemleri’’ üzerine bir eğitimin kaygıyı azaltmada yardımcı olacağınıdüşünmekteyiz.
  • Öğe
    COVID-19 Pandemi Döneminin Özel Gereksinimli Çocuk Annelerinde Anksiyete ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisinin İncelenmesi
    (2021) Şenol, Hande; Yarar, Feride; Bayramoğlu, Seda
    Amaç: COVID-19, ilk olarak Çin’de solunum yolu belirtileri gelişen bir grup hastada yapılan araştırmalar sonucundatanımlanan bir virüstür. Bu çalışma, COVID-19 pandemi döneminin özel gereksinimli çocuk annelerinde anksiyete veyaşam kalitesi üzerindeki etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Özel gereksinimli çocuğu olan, yaş ortalaması 39,3 ± 8,94 yıl olan 87 anne çalışmaya dahiledildi. Çalışmada demografik veri formu, COVID-19 ve pandemi dönemine ait hazırlanan soru formu, NottinghamSağlık Profili (NSP) ve Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) kullanılmıştır.Bulgular: Annelerin %83,9’u (n=73) COVID-19 hakkında bilgisinin olduğunu, %57,5’i (n=50) çocuklarının ruhsağlığının bu süreçten etkilenmediğini ve %63,2’si (n=55) kendi ruh sağlıklarının bu süreçte etkilendiğini ancak%60,9’u (n=53) bu süreçte anne olarak kendini tükenmiş hissetmediğini bildirmiştir. Çocuğun ruh sağlığı ile anneninNSP alt parametresi olan sosyal izolasyon puanı arasında anlamlı fark bulunmuştur. Annenin ruh sağlığı ile NSP altparametresi olan emosyonel reaksiyon ve sosyal izolasyon puanları arasında anlamlı fark bulunmuştur. Annenintükenmişlik durumu ile NSP alt parametresi olan emosyonel reaksiyon, uyku, sosyal izolasyon, NSP toplam ve BAÖpuanları arasında anlamlı fark bulunmuştur.Sonuç: COVID-19 özel gereksinimli çocuğa sahip annelerin anksiyete ve yaşam kalitelerini etkilemektedir. Bu nedenleliteratürde bu alanda daha geniş popülasyonların dahil edildiği çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Evaluation of Stain Susceptibility of Different CAD/CAM Blocks After Immersion in Coffee
    (2021) Sısmanoglu, Soner; Gürcan, Aliye Tuğçe
    Aim: Color stability is gaining more importance today due to majority of patients are seeking color matchingrestorations. However, there is still lack of information on staining and changes in translucency of recent CAD/CAMblock materials. The goal of the current study was to evaluate the discoloration susceptibility, translucency change,water solubility, and water sorption of different CAD/CAM materials after one-month of immersion in coffee.Material and Methods: Four CAD/CAM block materials and one conventional composite resin were examined. TheCIELab values of CAD/CAM materials were determined using a clinical spectrophotometer on black and whitebackgrounds. The color changes and translucency differences were calculated after immersion in coffee or distilledwater for one month (n=6). Water solubility and sorption were also determined according to the ISO 4049:2009 (n=6).The data were calculated by 2-way ANOVA and Tukey’s pair-wise comparisons (?=0.05).Results: Color changes of the CAD/CAM materials tested ranged from 1.5 to 7.3, and translucency reduced. Thehighest color change was observed in nanocomposite resin (7.3), whereas the lowest color change was observed infeldspathic porcelain (1.5) after storing in coffee for a month. There was no significant difference among the polymerbased CAD/CAM materials. No correlation was determined between color changes and water sorption/solubility.Conclusion: All materials except feldspar ceramic showed a discoloration exceeding the clinically acceptable thresholdlevel (2.7) after being stored in coffee for one month. The highest color change was observed in nanocomposite resinmaterial.
  • Öğe
    Tekrarlayan Ameloblastoma: Olgu Sunumu
    (2021) Yılmaz, Selmi; Taş, Ayşe; Uğur, Tarık Ali
    Ameloblastoma, çene bölgesinde görülen bir benign tümördür. En sık 20-50 yaş aralığında izlenir. Mandibulayı maksilladan daha sık tutar ve %80 oranında mandibular molar bölge ve ramus bölgesinde ortaya çıkar. Ameloblastoma yavaş büyür, ayrıca kemikte ekspansiyon ve destrüksiyon yapma eğilimindedir. Güncel sınıflamada ameloblastoma geleneksel, unikistik, ekstraosseöz/periferal ve metastaz yapan olmak üzere dört gruba ayrılmıştır. Ameloblastomalar kapsülsüz tümörlerdir ve bu sebeple çevre dokuya infiltre olurlar. Bu durum ise tümörün rekürrens riskini artırmaktadır. Bu nedenle büyük ameloblastoma olgularında mutlaka marjinal rezeksiyon yapılması gerekmektedir. Bu olguda 67 yaşında erkek hastanın, 33 yıl önce başka bir merkezde opere edilen ve şimdi tekrarlayarak büyük boyutlara ulaşmış olan mandibular ameloblastoma vakasının klinik ve radyolojik özelliklerinin sunulması amaçlanmıştır.
  • Öğe
    Short-Term Results of Patients Undergoing Arthroscopic Subacromial Decompression and Acromioplasty
    (2021) Kaya, Yasin Emre; Ayanoğlu, Tacettin
    Aim: The aim of this study is to evaluate the arthroscopic surgery results of cases with isolated subacromialimpingement syndrome (SIS) that do not respond to conservative treatment.Material and Methods: 44 patients who had arthroscopic subacromial decompression and acromiplasty due to SISbetween 2015 and 2018, were retrospectively analyzed. Patients with isolated subacromial impingement syndrome whodid not respond to conservative treatment including drugs, physiotherapy, exercises and subacromial steroid injectionswere included. For the patients, preoperative and postoperative The American Shoulder and Elbow Surgeons Shoulder(ASES) Scores were measured.Results: Forty-four patients with a mean follow-up of 26.4 months (ranging from 24 to 35 months; SD: 7.3) and a meanage of 51.4 (ranging from 39 to 55; SD: 6.96) were reached. Thirty (68%) of the patients were female and fourteen(32%) were male. There were no significant differences between groups according to the age, sex, and follow-up time(p>0.50). There were type 3 acromion in total of 7 patients and type 2 acromion in 18 patients. The overall meanpreperative ASES score was 38.8 (ranging from 36.6 to 41.8). And, the mean postoperaive ASES score was 84.9(ranging from 76.2 to 88.3).Conclusion: The short-term clinical results of subacromial decompression and acromioplasty in patients who do notrespond to conservative treatment has successfull results that support literature knowledge.
  • Öğe
    Formulation, Optimization, and In-Vitro Evaluation of Hyaluronic Acid Buccal Films Containing Benzydamine Hydrochloride
    (2021) Karaküçük, Alptuğ; Tort, Serdar
    Aim: Mucoadhesive buccal films provide drug delivery for both local and systemic circulation with increased patientcompliance. The objective of this study was to develop a buccal film containing benzydamine hydrochloride (BNZ) byusing hyaluronic acid (HA) as a film-forming agent and glycerin (Gly) as a plasticizer for the anti-inflammatory effect onthe mucosal ulcer.Material and Methods: The effects of different concentrations of HA and Gly on responses were analyzed using 23factorial design. The HA and Gly ratio were selected as independent factors, and work of mucoadhesion, tensile strength,elongation at break, and contact angle values were chosen as dependent factors. Nine different film formulations wereprepared at constant BNZ concentration (0.15%) by solvent casting method. Mechanical and mucoadhesion properties offilm formulations were evaluated, and also contact angles were calculated. The BNZ release profiles were evaluated insimulated saliva solution (pH 6.8).Results: All film formulations were successfully prepared by solvent casting method. Increasing HA concentration from0.5 to 2 % raised the mechanical and mucoadhesion properties of film formulations. Although the addition of Glydecreased the tensile strength values, it increased the elongation at break values about ten times. All formulationsreleased more than 60 % BNZ in 60 mins.Conclusion: It is concluded that HA oral mucoadhesive film formulations containing BNZ are promising for treatingoral ulcers.
  • Öğe
    Fizyolojik Pes Planus Görülen Çocuklarda Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi ile Alt Ekstremite Biyomekaniksel Özellikleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi – Pilot Çalışma
    (2021) Şahin, Sedef; Yıldız, Şulenur; Bek, Nilgün
    Amaç:Bu pilot çalışmanın amacı, fizyolojik pes planus görülen çocukların, sağlıkla ilgili yaşam kaliteleri ile alt ekstremitenin biyomekaniksel karakteristikleri arasında ilişkinin araştırılmasıydı. Gereç ve Yöntemler:Bu çalışma kapsamında, yaşları ortalama 8,47±2,94 yıl olan, 8 kız ve 8 erkek olmak üzere 16 fizyolojik pes planusu olan çocuğun 32 alt ekstremitesi incelendi. Olguların alt ekstremitelerine ait biyomekaniksel özelliklerinin ortaya konabilmesi amacıyla, metatarsal esneklik (ME), ağırlıklı topuk-bacak açısı (TBA-WB), navikular düşme testi (NDT), Ayak Postür İndeksi (FPI), ayak bileği plantar fleksor kas kısalığı, popliteal açı (PA) ve Beighton Skoru (BS) değerlendirildi. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin değerlendirmesinde, Çocuklar için Yaşam Kalitesi Ölçeği ÇİYKÖ-Çocuk Formu kullanıldı. Çalışma kapsamında ayrıca, ebeveynlerin çocuklarının sağlıkla ilgili yaşam kalitelerine bakış açısını değerlendiren ÇİYKÖ-Ebeveyn Formu uygulandı. Bulgular:Olguların ÇİYKÖ-Çocuk formunun fiziksel, sosyal, emosyonel, okul, psikososyal sağlık özet skoru ve toplam skorlar ile ME, TBA-WB, FPI, plantar fleksor kas kısalığı, PA ve BS verileri arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p>0,05). ÇİYKÖ-Ebeveyn formuna göre ise, fiziksel skor ile sağ alt ekstremite PA (r= 0,535; p= 0,048), sosyal skoru ile sol PA (r= 0,537; p= 0,048) ve ÇİYKÖ toplam skoru ile sol PA verileri arasında pozitif ve anlamlı ilişki bulundu (r= 0,702; p= 0,005). Sonuç:Fizyolojik pes planus görülen çocukların, sağlıkla ilgili yaşam kaliteleri ile alt ekstremitenin biyomekaniksel karakteristikleri arasındaki ilişkiyi araştırdığımız pilot çalışmamızın sonuçlarına göre, çalışma içinde değerlendirilen parametreler açısından klinik öneme sahip herhangi bir ilişkiyi işaret etmemiştir. Daha fazla sayıda ve farklı şiddetlerdeki patolojilere göre gruplanmış olgu sayısının dahil edildiği, görülen patolojilerin bireyin yaşam kalitesine etkisini kendi algısı ve ebeveyn algının karşılaştırıldığı çalışmalara gereksinim duyulmaktadır.
  • Öğe
    Diş Hekimliği Öğrencileri ve Uzmanlık Öğrencilerinin Radyasyondan Korunma ve Radyasyonun Biyolojik Etkileri Hakkındaki Farkındalığının Değerlendirilmesi
    (2021) Başaran, Melike; Bozdemir, Esin
    Amaç: Bu çalışmanın amacı diş hekimliği uzmanlık öğrencileri ve diş hekimliği öğrencilerinin radyasyondan korunma, radyasyonun etkileri ile ilgili farkındalığının ve bilgi düzeyinin değerlendirilmesidir.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 108 son sınıf diş hekimliği öğrencisi ve farklı bölümlerde görev yapan 103 uzmanlık öğrencisi katıldı. Katılımcılara radyasyondan korunma, radyasyonun biyolojik etkileri ile ilgili bilgi düzeyini ölçmeyi amaçlayan, ‘Doğru/Yanlış ve Bilmiyorum’ seçenekleri bulunan 18 soruluk anket uygulandı. Çalışma sonucunda elde edilen sonuçlara göre iki grup arasında karşılaştırma yapıldı. Veri analizi SPSS programında, Ki kare testiyle yapıldı ve p değeri 0,05’ten küçük olan sonuçlar istatiksel olarak anlamlı kabul edildi.Bulgular: Katılımcıların büyük çoğunluğu genel radyasyon bilgisi ve radyasyondan korunma ile ilgili soruları doğru yanıtladı. Bir adet periapikal radyograftan alınan radyasyon dozunun güvenilir ve sağlığa zararlı olmadığı ifadesini yanlış yanıtlayan uzmanların oranı (%45,6) öğrencilerden (%39,8) daha fazlaydı (p=0,255). Katılımcıların büyük çoğunluğu Hamile hastalardan kesinlikle radyograf alınmamalıdır ifadesine doğru yanıt verdi. (uzmanlar %89,3, öğrenciler, %91,3) (p>0,005). Radyasyonun stokastik ve deterministik etkisi hakkında her iki grubun yarısına yakını yeterli bilgiye sahip değildi (öğrenciler %48,5, uzmanlar %54,4) (p>0,005). Konik ışınlı bilgisayarlı tomografinin avantajları hakkında öğrenciler (%70,9) uzmanlara (%85,4) göre daha az bilgi sahibiydi. Sonuç: Katılımcıların radyasyondan korunma ile ilgili bilgi düzeyi yeterliyken, radyasyonun etkileri hakkında bilgi düzeyi orta seviyedeydi. Bilgi düzeyinin ve farkındalığın artması için; diş hekimliği eğitimi boyunca radyasyonun biyolojik etkileri hakkındaki bilgiler daha fazla vurgulanabilir, mezun diş hekimlerine ise hatırlatma amaçlı eğitimler veya seminerler verilebilir.