Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 476
  • Öğe
    Normospermik infertil erkeklerde sperm TSSK6 proteinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Özaras, Fulya; Soylu, Hakan
    Erkek infertilitesi her geçen gün artarak devam eden sağlık sorunlarından biridir. Erkek infertilitesinin yaklaşık %30-50'si idiyopatik normospermik infertilite olarak tanımlanmaktadır. Yapılan çalışmalar gözden geçirildiğinde, spermde bulunan bazı proteinlerin yokluğunun infertiliteye neden olabileceği belirlenmiştir. Testise özgü serin/tireonin-protein kinaz 6 (TSSK6) proteini bunlardan biridir. TSSK6, testislerde eksprese edilen bir protein kinazdır ve erkek üreme sistemi gelişimi ve işlevi için önemlidir. Ancak normospremik infertil bireylerin sperminde TSSK6 proteini ekspresyon değişimini araştıran herhangi bir çalışmaya rastlanmadı. Bu nedenle bu çalışmada normospermik infertil erkeklerde sperm TSSK6 proteininin ekspresyon değişiminin araştırılması amaçlandı. Çalışmada idiyopatik normospermik infertil 60 erkekten alınan semen örnekleri ve kontrol olarak fertil 40 erkekten alınan semen örnekleri kullanıldı. Bu amaçla kontrol grubuna daha önceden doğal yollarla çocuk sahibi olan kişiler dahil edildi. Normospermik infertil bireylerin 30'u sigara içmeyen, 30'u sigara içenlerden oluşmaktadır. Kontrol grubu olan fertil bireylerin 20'si sigara içmeyen 20'si sigara içenlerden oluşmaktadır. Alınan semen örneklerinde spermiyogram yıkama yüzdürme işlemleri yapılıp immunoflorasan boyama yöntemiyle boyandı ve immünofloresan mikroskobu ile çekilen görüntüleri analiz etmek için ImageJ programı kullanıldı. TSSK6 proteinin ekspresyonu sperm hücrelerinde postakrozomal bölge ve orta parçada gözlendi. Kontrol grubunda sigara içen birey spermlerinde TSSK6 ekspresyonu sigara içmeyenlere göre daha düşüktü ve istatistiksel olarak da anlamlıydı (p<0,001). Benzer şekilde hasta sigara içen birey spermlerinde de TSSK6 ekspresyonu sigara içmeyenlere göre daha düşüktü. Bu düşüş istatistiksel olarak da anlamlıydı (p<0,001). Hasta bireylerin TSSK6 ekspresyonu kontrole göre düşüktü (p<0,001). Yani idiyopatik infertilitesi olan hastalarda TSSK6 proteinin azaldığı veya baskılandığı belirlendi. Ayrıca bu çalışma ile birlikte sigara içmenin, sağlıklı bireylerde ve idiyopatik infertilitesi olan bireylerde TSSK6 ekspresyonunu daha da azalttığı veya baskıladığı belirlendi. Sonuç olarak insan sperminde TSSK6 geni ile ilişkili mutasyonlar ve TSSK6 proteinindeki değişimler erkek infertilitesinin nedeni olabileceği düşünüldü. Anahtar Sözcükler: İdiyopatik, İnfertilite, Normospermik, Sigara, TSSK6
  • Öğe
    STZ ile indüklenmiş Tip 1 Diyabet sıçanlarda Hidroksitirozol'ün Testiküler Prdx6 ekspresyonu üzerine etkisinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Güngör, Ayfer; Soylu, Hakan
    Diabetes mellitus, yüksek kan şekerine bağlı olarak gelişen ve insülin eksikliği ile karakterize edilen metabolik bir hastalıktır. Diyabete bağlı ortaya çıkan oksidatif stres, tüm doğurganlık sorunlarının başlangıcıdır ve spermatogenezde yer alan tüm sinyal yollarını etkilemektedir. Diabetes mellitus, erektil disfonksiyon, ejakülasyon, üreme organlarında ve semen kalitesinde değişikliklere neden olmaktadır. Hidroksitirozol, diyabete bağlı testislerde meydana gelen spermatogenik fonksiyon hasarını azaltır ve bu hasara karşı korur. Biz bu çalışmamızda testislerde meydana gelen spermatogenik fonksiyon hasarını azalttığı ve bu hasara karşı koruyucu olduğu bilinen hidroksitirozolün, spermatozoanın canlılığı, hareketliliği ve fertilizasyon yeteneğinde önemli rol alan Prdx6 proteininin ekspresyonu üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmada 28 erkek rat kullanıldı. Ratlar kontrol (sadece salin), hidroksitirozol (30 gün boyunca intraperitoneal olarak 10 mg/kg hidroksitirozol) , steptozotosin (tek doz intraperitoneal olarak 55 mg/kg streptozotosin) , streptozotosin+hidroksitirozol (tek doz intraperitoneal olarak 55 mg/kg streptozotosin ve 30 gün boyunca intraperitoneal olarak 10 mg/kg hidroksitirozol) olmak üzere dört gruba ayrıldı. İmmunohistokimya ve Western blot yöntemleriyle Prdx6 proteinin ekspresyonu belirlendi. Prdx6 ekspresyonu streptozotosin grubunda kontrol ve hidroksitirozol gruplarına kıyasla anlamlı şekilde artış gösterdi. Streptozotosin+hidroksitirozol grubunda ise kontrol, hidroksitirozol ve streptozotosin gruplarına göre Prdx6 ekspresyonu istatiksel olarak anlamlı şekilde azaldı. Sonuç olarak streptozotosin uygulaması Prdx6 ekspresyonunu artırmıştır. Ancak streptozotosin sonrası hidroksitirozol uygulaması Prdx6 ekspresyonunun düşmesine neden olmuştur. Bu bulgular bize hidroksitirozolün diyabetik testisteki koruyucu rolünü Prdx6'dan bağımsız bir şekilde yaptığını düşündürmüştür.
  • Öğe
    Kan ve idrar kültürü kontaminasyonlarının mikrobiyoloji laboratuvarına yükünün ve numune ret oranlarının araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Güngör, Bilge Nurdan; Çalışkan, Emel
    Preanalitik sürece ait hatalar test isteminin başlangıcından numunelerin laboratuvara kabulüne kadar olan süreçte numunelerin reddedilmesine sebep olur. Standardize edilmesinin zorluğu ve test hatalarının büyük bir kısmının analiz öncesi süreçte meydana gelmesi nedeniyle preanalitik evredeki hataların giderilmesi büyük önem arz eder. Mikrobiyoloji Laboratuvarında prenalitik sürecin istenmeyen etkisi kontaminasyonlardır. Kontaminasyonlar sağlık hizmetlerinde maliyet ve zaman kaybına yol açmakta, hastaların tedavi seçeneklerinin oluşturulmasını geciktirmekte, sağlık çalışanları için ise zaman kaybına neden olmaktadır. Çalışmamızda kan ve idrar kültürlerindeki kontaminasyon oranlarının laboratuvara olan etkileri maliyet ve zaman açısından değerlendirilmiş olup; numune red oranlarımız hesaplanmıştır. Bununla birlikte kontaminasyon oranlarının azaltılması için yapılabilecek düzeltici önleyici faaliyetler için yol gösterici olunması amaçlanmıştır. Hastanemizin veri sisteminden Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarına gönderilmiş toplam örnek sayısı, değerlendirmeye alınmadan reddedilmiş örnek sayısı, kan kültürü ve idrar kültürü kontaminasyon olarak değerlendirilmiş olan örnek sayıları elde edildi. Sonuçların yıllara, örneklerin gönderildiği kliniklere, cinsiyete göre farklılıkları analiz edildi. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarı'na 1 Ocak 2019 – 1 Ocak 2022 tarihleri arasında hastalardan toplam 821236 örnek gönderilmiş olup 11905'i (%1,45) değerlendirilmeye alınmadan reddedilmiştir. En sık red nedeni uygunsuz numune olarak belirlenmiştir. Toplam 43606 idrar kültürü örneği gönderilmiş olup 11223 (%25,7) örnek kontaminasyon olarak sonuçlanmıştır. İdrar kültüründe kontaminasyon oranının kadınlarda erkeklerden fazla olduğu, çocuk acil bölümünde ise (%38,1) diğer bölümlerden yüksek olduğu saptanmıştır. Toplam 13397 adet kan kültürü şişesinde kan örneği gönderilmiştir. Bu hasta örneklerinden 916 (%6,8) örnek kontaminasyon olarak sonuçlanmıştır. Kontaminasyon oranının ise acil servislerde (%9,1) diğer bölümlerden yüksek olduğu saptanmıştır. Kontaminasyon olarak sonuçlanan kan ve idrar kültürü örneklerinin maliyeti toplam 51700 tl olarak hesaplanmıştır. Laboratuvar çalışanlarının ise 506 saat kontamine örnekler için zaman ayırması gerekmiştir. Kontaminasyonların ve numune reddinin önlenmesi için, hastanemizde uygun sıklıkta yapılmakta olan "doğru örnek alınması ve transferi" eğitimlerinin kontaminasyon ve red oranlarının yüksek oduğu bölümlerde artırılarak yapılması gerektiği düşünülmüştür.
  • Öğe
    İnfertilite ön tanısı almış normospermik kişilerde sperm izumo-1 proteinin gösterilmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Mede, Cansever; Karaçor, Kayıhan
    İnfertilite çağımızın önemli ve çok sık rastlanan problemlerinden biridir. Çiftlerin bir yıl korunmasız ilişki sonucu çocuk sahibi olamaması infertilite olarak nitelendirilir. İnfertilite vakalarının yaklaşık %50'sinin erkek faktörlü olduğu bilinmektedir. İnfertilite, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından toplumsal sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir ve her altı kişiden birinin infertil olduğu düşünülmektedir. Erkeklerde genetik anomaliler, sistemik hastalıklar, geçirilmiş enfeksiyonlar, varikosel, kanser ve kemoterapi gibi birçok neden infertiliteye sebep olmaktadır. Sağlıksız beslenme, alkol ve sigara kullanımı, ilaç kullanımı ve çevresel toksinlere maruz kalma gibi nedenler de kişilerde infertilite gelişiminde rol oynayan önemli risk faktörleridir. Erkek üreme sisteminde infertiliteye neden olan sebepler sperm parametrelerinde bozulmayla (sperm yokluğu, düşük sperm sayısı, anormal morfoloji ve düşük motilite) karakterizedir. Fakat bazı hasta gruplarında tüm bu parametreler normal olmasına karşın kişiler infertildir. Bu hasta grupları da idiopatik infertil olarak isimlendirilir. İzumo1 memelilerde sperm-yumurta füzyonu için önemli sperm proteinlerinden biridir. Yapılan deneysel çalışmalarda erkek izumo1-/- bireyler normal sayıda hücre üretse de normal motilite ve morfoloji ile bu bireylerin tamamen infertil olduğu gösterilmiştir. Biz de bu çalışmayla infertilite ön tanısı almış normospermik kişilerin normal spermiyogram parametrelerine karşın bu kişilerde sigara kullanımına bağlı olarak sperm izumo1 proteininin seviyelerinde herhangi bir değişiklik olup olmadığını belirlemeyi amaçladık. Bu amaçla tez çalışmamız için infertil kişileri hasta olarak kabul edip, normospermik 100 kişiyi 4 gruba ayırdık. 1- Sigara içen hasta (30 kişi - infertil) 2-Sigara içmeyen hasta (30 kişi - infertil) 3-Sigara içen kontrol (20 kişi - fertil) 4-Sigara içmeyen kontrol (20 kişi - fertil) Bu gruplardaki normospermik kişilerden sperm örnekleri toplandı ve immünofloresan boyama yapılarak değerlendirildi. Bu değerlendirme sonucunda hem hasta grubundaki sigara içenlerde hem de kontrol grubundaki sigara içenlerde sperm izumo-1 seviyelerinin sigara içmeyen hasta ve kontrol gruplarına göre anlamlı derecede düşük olduğu görüldü. Bu çalışmayla, başka çalışmalarda sigara kullanımının sperm parametrelerinin bozulmasına yol açtığının gösterilmesine ek olarak sperm-oosit birleşmesi için gerekli sperm izumo-1 protein seviyelerinde azalma meydana getirerek infertilite oluşumu için bir risk faktörü oluşturduğunu göstermiş olduk. Anahtar Sözcükler: İdiopatik, İnfertilite, İzumo-1, Sigara, Normospermi
  • Öğe
    Hiperbilirubinemisi olan yenidoğanlara uygulanan bebek masajının bilirubin seviyesi ve cilt nemine etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Akman, Meryem; Aydın, Meryem
    Araştırma hiperbilirubinemisi olan yenidoğanlarda bebek masajının bilirubin seviyesi ve cilt nemine etkisini belirlemek amacıyla klinik, randomize kontrollü deneysel tasarımlı çalışma olarak yapılmıştır. Araştırma Düzce Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Yenidoğan Ünitesinde Aralık 2021- Ağustos 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini, yapılan güç analizi sonucuna göre, araştırmaya katılma kriterlerine sahip 60 term yenidoğan (masaj grubu: 30; kontrol grubu: 30) oluşturmuştur. Çalışmanın veri toplama sürecinde anne ve bebeği tanıtıcı bilgi formu, bebek izlem formu, transkütan bilirubinometre ve nemölçer cihazı kulllanılmıştır. Deney grubundaki yenidoğanlara 2 gün boyunca günde 3 kez 15 dk (dakika) masaj uygulanmıştır. Masajdan 15 dk önce ve masajdan 5 dk sonra bebeklerin fizyolojik parametreleri (kalp tepe atımı, solunum, oksijen saturasyonu ) değerleri ölçülerek veri toplama formuna kaydedildi. Ayrıca uygulama öncesi, uygulamadan 24 ve 48 saat sonra bebeğin kilosu, cilt nem oranı, transkütan bilirubin düzeyi ve defakasyon sıklığı değerleri alındı ve kaydedildi. Kontrol grubundaki yenidoğanlara klinik bakım ve tedavileri dışında bir uygulama yapılmamış olup izlem başladığında kilo, fizyolojik parametreler, cilt nem oranı, transkutan bilirubin düzeyi ve defekasyon sıklığı değerleri alındı. Yine kontrol grubunda da deney grubundaki masaj uygulaması sırasında alınmış olan fizyolojik parametre ölçümleri eş zamanlı olarak alınmıştır. Süreç başladıktan 24 ve 48 saat sonraki günlük defekasyon sıklığı, kilo, cilt nem oranı ve transkütan bilirubin seviyesine bakılarak veri toplama formuna kaydedildi. Çalışmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesinde kategorik değişkenler için sayı, yüzde, sayısal değişkenler için ise ortalama, standart sapma kullanılmış, analiz için ise Ki Kare analizi, Fisher's Exact test, Mann Whitney U, Wilcoxon analizi, Friedman Analizi kullanılmıştır. Araştırma verileri incelendiğinde masaj grubunda (10,17±1,70) kontrol grubuna (11,44±1,78) ölçülen 48 saat sonraki bilirubin seviyeleri istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş ve masaj grubunda bilurubin seviyesinin daha düşük olduğu gözlenmiştir (p<0,05). Masaj grubunun 48 saat sonraki defekasyon ortalaması kontrol grubuna kıyasla daha fazladır ve istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Her iki grubun cilt nem oranı ortalamaları karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Sonuç olarak bebek masajının yenidoğanlarda defekasyon sıklığını artırma ve bilirubin seviyesini düşürmekte önemli bir etkiye sahip olduğu gözlenmektedir. Yenidoğanlara uygulanacak bebek masajının bilirubin seviyelerini düşürmede standart tedaviyi destekleyeceği, hospitalizasyonu kısaltacağı, bebeğin fizyolojik sağlığına (fizyolojik parametrelerin stabilizasyonu, boşaltımın kolaylaşması vb) olumlu etki sağlayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle yenidoğan hemşirelik bakımında teröpatik bir yöntem olarak kullanılması önerilmektedir.
  • Öğe
    Sarkoidoz tanılı hastalarda CRR2 geninin yeni nesildizi analizi ile taranması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Yıldız, Pınar; Eröz, Recep
    Sarkoidoz, granülom oluşumuyla sonuçlanan hastalık bölgelerinde mononükleer hücrelerin birikmesi ile karakterize edilen, nedeni bilinmeyen bir multisistem hastalığıdır. Hastalığın, genetik olarak yatkın konakçılarda bilinmeyen çevresel antijenler tarafından tetiklendiği düşünülmektedir. Biz bu çalışmada sarkoidoz tanılı hastalarda CCR2 geninin yeni nesil dizi analizi(YND) ile taranmasını amaçladık. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniği'nde sarkoidoz tanısı ile takip edilen 31 hasta ile sarkoidoz dışı bir nedenle başvurmuş 19 kontrol dahil edilmiştir. Mevcut çalışmamıza 35'si (%70) erkek, 15'i (%30) bayan olmak üzere toplam 50 birey dahil edilmiştir. Hasta grubunda 24(%77,4) kadın ve 7(%22,6) erkek varken, kontrol grubunda 11(%57,9) kadın ve 8(%53,3) erkek vardı (?2=2,138; p=0,144). Çalışmamızda; CCR2 (NM_001123396.4) geninde hasta ve kontrol grubunda tespit edilen varyasyonlar sırasıyla NM_001123396.4:c.1044G>A(p.Thr348=)(rs3092960) (Hasta:3, Kontrol:3), NM_001123396.4(CCR2):c.156G>T(p.Val52=)(rs3918367) (Hasta:2, Kontrol:0), NM_001123396.4(CCR2):c.190G>A(p.Val64Ile)(rs1799864) (Hasta: 8, Kontrol:6), NM_001123396.4:c.780T>C(p.Asn260=)(rs1799865) (Hasta: 24, Kontrol:8) olarak bulundu. Sonuç olarak NM_001123396.4(CCR2):c.156G>T(p.Val52=)(rs3918367) ve NM_001123396.4:c.780T>C(p.Asn260=)(rs1799865) varyasyonları hasta grubunda kontrol grubundan anlamlı derecede yüksekti (p<0,05). Tespit edilen bu CCR2 varyasyonların sarkoidozun etyopatogenezisindeki rolünün daha iyi anlaşılabilmesi için CCR2 geninin YND ile tarandığı gemiş serileri içeren ilave çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Sıçanlarda metformin ve egzersizin GLP-1 ve GIP salgılanması üzerindeki etkileri
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Onay, Fatma; Beyazçiçek, Özge
    Egzersiz veya egzersiz kapasitesi, hayati öneme sahip fizyolojik bir işlevdir. Ayrıca birçok hastalığın önlenmesinde ve tedavi edilmesinde önemli etkilere sahiptir. Egzersiz uygulamaları glikoz metabolizmasının düzenlenmesinde görev almaktadırlar. Diyabet tedavisinde yaygın olarak kullanılan metformin de glikoz homeostazında etkilidir. Glikoz homeostazında ortak etki mekanizmalarına sahip olan egzersiz ve metformin ile çeşitli kombinasyon çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmada egzersiz ve metforminin, GLP-1, GIP, insülin ve ghrelin seviyeleri üzerindeki etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızda 2-3 aylık ve 230±30 gr ağırlığında 42 adet Wistar cinsi erkek sıçan kullanılmıştır. Hayvanlar rastgele bir şekilde kontrol, sadece egzersiz (EGZ), metformin 100 mg/kg (Met100), metformin 200 mg/kg (Met200), metformin 100 mg +egzersiz (Met100+EGZ) ve metformin 200 mg +egzersiz (Met200+EGZ) olmak üzere 6 alt grubu ayrılmıştır. Metformin, intraperitoneal olarak verilmiştir ve egzersiz artırmalı egzersiz protokolüne göre uygulanmıştır. Egzersize alıştırma uygulaması dâhil olmak üzere 10 haftalık bir çalışma yapılmıştır. Çalışma sonunda sıçanlardan alınan serum örneklerinden GLP-1, GIP, insülin ve ghrelin düzeyleri ELİSA yöntemi ile belirlenmiştir. Met200 grubunun kan glikoz seviyeleri, kontrol, egzersiz ve kombinasyon gruplarına göre anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur. Metformin ve kombinasyon gruplarının insülin seviyesi, kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha düşük olduğu belirlenmiştir. Egzersiz grubunun ortalama insülin seviyesi kontrol grubuna göre daha düşük olmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı bulunamamıştır. Egzersiz grubunun GLP-1 seviyesi tüm gruplara göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Egzersiz ve kombinasyon gruplarının GIP seviyesi kontrol ve Met100 grubundan anlamlı derecede daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Egzersiz ve Met200 grubunun ghrelin seviyesi kontrol grubundan anlamlı derecede daha yüksek oldukları görülmüştür. Çalışmamız sonucunda egzersiz ve metforminin glikoz homeostazındaki önemli etkileri ve GIP, GLP-1, insülin ve ghrelin üzerinde anlamlı sonuçlara yol açtıkları belirlenmiştir. Anahtar Sözcükler: Egzersiz, İnsülin, GIP, GLP-1, Ghrelin, Metformin
  • Öğe
    Preterm yenidoğanlara orogastrik tüp takma işlemi sırasında dinletilen anne sesi ve beyaz gürültünün ağrı düzeyi ve fizyolojik parametrelere etkisi: Randomize kontrollü çalışma
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Tıbık, Reyhan; Şener, Dilek Konuk
    Araştırma yenidoğanlara orogastrik tüp takma(OGTT) işlemi sırasında dinletilen anne sesi ve beyaz gürültünün ağrı düzeyi ve fizyolojik parametrelere etkisini belirlemek amacı ile randomize kontrollü tipte deneysel çalışma olarak yapılmıştır. Araştırma Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi Alikahya Yerleşkesi 3. Düzey Yenidoğan Yoğunbakım Ünitesi'ndeEkim 2021- Ekim 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini, yapılan güç analizi sonucu çalışmaya katılmayı kabul eden ve örneklem seçim kriterlerine uyan toplam 75 yenidoğan (anne sesi grubu=25, beyaz gürültü grubu=25, kontrol grubu=25) oluşturmuştur. Yenidoğanların gruplara göre dağılımı rastlantısal olarak yapılmıştır. Deney grubunda yer alan yenidoğanlara işlem öncesi, sırası ve sonrası olmak üzere anne sesi ve beyaz gürültü dinletilmiş, kontrol grubundaki yenidoğanlara ise sadece rutin OGTT işlemi uygulanmıştır. Yapılan bu uygulamalar sonucunda yenidoğanların fizyolojik parametreleri ve ağrıları değerlendirilmiştir. Verilerin toplanmasında ebeveyn ve yenidoğanların sosyodemografik özelliklerini belirlemek amacı ile ''Kişisel Bilgi Formu'', işlem öncesi, sırası ve sonrası ağrı düzeyini ölçmek için ''NIPS Ağrı Ölçeği'' (Neonatal Infant Pain ScaleNIPS), fizyolojik bulgularını değerlendirmek için ''Yenidoğan Bebek Ağrı/Fiziksel Parametre Değerlendirme Formu'' kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen veriler IBM SPSS Statistics 23 paket programına aktarılarak analiz edilmiştir. Yenidoğanların ağrı düzeyi değerlendirildiğinde; işlem sırası ve işlem sonrası anne sesi grubundaki ortalama NIPS puanının, diğer gruplara göre anlamlı derecede düşük olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Fizyolojik parametre sonuçları değerlendirildiğinde; anne sesi grubunda yer alan yenidoğanların işlem sırası ve sonrası ortalama oksijen satürasyon değerleri, beyaz gürültü ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunurken, ortalama kalp tepe atımı değerleri beyaz gürültü ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p<0,05). Sonuç olarak OGTT işlemi sırasında yenidoğanın ağrısının giderilmesindeen etkili yöntemin anne sesi olduğu görülmüştür. Araştırma sonucuna göre yenidoğanın ağrısının giderilmesinde ve fizyolojik parametrelerinin olumlu seyir izlemesinde non-farmakolojik yöntem olarak anne sesinin kullanılması önerilmektedir. Anahtar Sözcükler: Ağrı, Anne sesi, Beyaz gürültü, Fizyolojik parametreler, Hemşirelik, Prematüre.
  • Öğe
    Migrende serum PROBDNF, BDNF ve plazminojen düzeylerinin incelenmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Yüksel, Cengiz; Demir, Şerif; Beyazçiçek, Ersin
    Migren, nüfusun yaklaşık %12'sini etkileyen, ciddi bir hastalık yükü oluşturan ve etyolojisi henüz tam olarak anlaşılamamış bir baş ağrısı çeşididir. Nedenleri arasında genetik yatkınlığı ve patofizyolojik mekanizmaları içeren bazı teoriler bulunmaktadır. BDNF'de migren patofizyolojisinde CGRP ile ilişkisi sebebiyle önemli olabileceği düşünülen bir moleküldür. BDNF trigeminal ganglion nöronlarında CGRP ile ilişkilidir. BDNF ve CGRP'nin bu ilişkisinin, hastaların migrene duyarlılığını modüle etmede önemli bir rol oynayabileceğini öne sürülmüştür. Bu çalışmanın amacı migren tanısı almış hastalar ile migren tanısı almamış bireylerde serum BDNF, ProBDNF ve plazma plazminojen düzeyleri arasında bir farklılık olup olmadığını incelemektir. Düzce Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Polikliniğinde migren tanısı almış 43 hasta migrenli grubu, migren tanısı olmayan ve hastanenin diğer polikliniklerine başvurmuş 43 kişi de kontrol grubunu oluşturdu. Veri toplama aracı olarak araştırmacıların düzenlemiş olduğu Hasta Bilgi Formu kullanıldı ve çalışmaya katılan kişilerden kan örnekleri alınarak BDNF, ProBDNF ve Plazminojen seviyeleri ölçüldü. Sayısal değişkenler için tanımlayıcı istatistikler aritmetik ortalama±standart sapma ve ortanca (minimum-maksimum), kategorik yapıdaki veriler için sayı ve yüzde olarak verildi. Migren grubu ve kontrol grubunun karşılaştırmalı analizlerinde kategorik veriler kikare testi ile, ölçüm değerleri parametrik ve nonparametrik verilerde uygun testler ile analiz edildi. İstatistiklerde p anlamlılık düzeyi p?0.05 olarak kabul edildi. Migren grubunda BDNF (112,23 ±12,49 pg/ml) ve ProBDNF (114,80±21,99 pg/ml) serum düzeyleri ortalamaları kontrol grubu BDNF ortalaması (168,04 ±59,48 pg/ml) ve ProBDNF (226,14 ±94,46 pg/ml) göre düşük bulunmuştur (p<0,001, p<0,001). Gruplar arasında plazma plazminojen düzeyi bakımından fark bulunmamıştır (p=0,577). Gruplar arasında BDNF ortalamalarının farklı olmasının, düşük dozlardaki BDNF'nin hiperaljezik etkisinden kaynaklandığı düşünülebilir. Anahtar Sözcükler: BDNF, Migren, Plazminojen, ProBDNF.
  • Öğe
    3-6 yaş grubu bronkopnömonili çocuklarda kullanılan jet ve mesh nebülizatörlerin fiziksel parametrelere ve anksiyete düzeylerine etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Özakman, Zişan; Aydın, Meryem
    Araştırma 3-6 yaş grubu bronkopnömonili çocuklarda inhaler ilaç tedavisinde kullanılan jet ve mesh nebülizatörlerin fiziksel parametrelere ve anksiyete düzeyine etkisini belirlemek amacıyla randomize kontrollü deneysel tasarımlı çalışma olarak planlanmıştır. Çalışma Aralık 2022-Şubat 2023 tarihleri arasında Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesi Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Pediatri Yoğun Bakım Ünitesi'nde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini yapılan güç analizi sonucuna göre, çalışmaya katılmayı kabul eden ve örneklem seçim kriterlerine uyan toplam 60 çocuk (30 deney ve 30 kontrol grubu) oluşturmuştur. Çocukların gruplara dağılımı rastlantısal olarak yapılmıştır. Çalışmanın veri toplama sürecinde ''Çocuk ve Ebeveyn Tanıtıcı Bilgi Formu'', ''Fiziksel Parametreler Kayıt Formu'' ve ''Çocukların Duygusal Dışa Vurumunu Değerlendirme Ölçeği''(ÇDDVDÖ) kullanılmıştır. Kontrol grubundaki çocuklara klinikte rutin olarak kullanılan jet nebülizatör ile inhaler tedavi uygulanırken deney grubundaki çocuklara mesh nebülizatör ile inhaler tedavi uygulanmıştır. Her iki grubun uygulama öncesi, sırasında ve sonrasında fiziksel paremetreleri(vücut sıcaklığı, solunum sayısı, kalp atım hızı, SPO2) ölçülmüş ve iki gruba da ÇDDVDÖ uygulanmıştır. Elde edilen veriler, SPSS 25.0 (Statistical PackageForSocialScience) paket programında araştırma verilerine uygun istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmiştir. İki gruba sahip değişkenlerde Independent sample t test kullanılmıştır. Varyansların homojen dağılmadığı durumlarda ikili gruplarda Mann Whitney U test kullanılmıştır. Kategorik değişkenler arasındaki ilişki Chi-Square test ile değerlendirilmiştir. Sayısal değişkenler için grupların zamana göre karşılaştırmaları, tekrarlı ölçümlerde tek yönlü varyans analizi (Repeated Measures one-way ANOVA) ile gerçekleştirilmiştir. Çoklu karşılaştırma testi olarak Bonferroni testi kullanılmıştır. Anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Araştırma verileri incelendiğinde çocukların ÇDDVDÖ puanları gruplar arası fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Buna göre kontrol grubunun anksiyete düzeyi deney grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. Gruplar arası ölçüm zamanlarına göre vücut sıcaklığı bulgularında anlamlı derecede fark bulunmazken (p>0,05), solunum sayısı, kalp atım hızı ve oksijen satürasyonu değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur(p<0,05). Bu bulgulara göre mesh nebülizatörün çocuklarda jet nebülizatöre göre daha az anksiyeteye sebep olduğu ve fiziksel parametrelerini olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Mesh nebülizatörün anksiyeteyi, ve olumsuz fizyolojik parametreleri düşürebileceği bu nedenle çocuk acil, çocuk yoğun bakım ve çocuk sağlığı kliniklerinde kullanımı önerilmektedir. Anahtar Sözcükler: Nebülizatör, Mesh Nebülizatör, Jet Nebülizatör, Anksiyete, Çocuk Fiziksel Parametreleri.
  • Öğe
    Preterm yenidoğanlarda uygulanan lavanta yağı ve anne sütü kokusunun fizyolojik parametreler, stres ve uyku-uyanıklık durumları üzerine etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Arslan, Rümeysa; Aydın, Meryem
    Bu araştırma lavanta yağı ve anne sütü kokusunun, preterm yenidoğanlarda fizyolojik parametrelere, stres düzeyi ve uyku-uyanıklık durumlarına etkisini belirlemek amacıyla klinik, randomize kontrollü deneysel tasarımlı olarak yapılmıştır. Araştırma Düzce Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Haziran 2022-Mart 2023 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemi yapılan güç analizi sonucuna göre, araştırmaya katılma kriterlerine sahip 81 preterm bebek oluşturmuştur. Çalışmanın veri toplama sürecinde Yenidoğan ve Anne Tanıtıcı Özellikler Formu, Yenidoğan Stres Değerlendirme Formu (YSDF) ve Yenidoğan Uyku-Uyanıklık Durum Değerlendirme Formu (YUUDF) kullanılmıştır. Kontrol grubundaki pretermlere klinik bakım ve tedavileri dışında bir uygulama yapılmamış olup fizyolojik ölçümleri, YSDF ve YUUDF uygulanmıştır. Anne sütü grubundaki pretermlere 3 saat boyunca anne sütü koklatılmış olup uygulama öncesi ve sırasında fizyolojik ölçümleri, YSDF ve YUUDF araştırmacı tarafından kaydedilmiştir. Lavanta yağı grubuna da 3 saat boyunca seyreltilmiş lavanta yağı koklatılmış olup uygulama öncesi ve sırasında fizyolojik ölçümleri, YSDF ve YUUDF araştırmacı tarafından kaydedilmiştir. Çalışmadan elde edilen verilerde sayısal değişkenlere ait verilerin normal dağılımı Shapiro Wilk normallik testi, çarpıklık-basıklık değerleri, histogram ve Normal Q-Q Plot grafikleri ile değerlendirildi. Sayısal değişkenler için grupların zamana göre karşılaştırmaları, tekrarlı ölçümlerde iki yönlü varyans analizi (Repeated Measures Two way ANOVA) ile gerçekleştirildi. Çoklu karşılaştırma testi olarak Bonferroni testi kullanıldı. Sayısal değişkenler arası ilişki için Pearson korelasyon analizi kullanıldı. Kategorik değişkenler arası ilişki Pearson Exact Ki-kare test ile incelenmiş ve p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Araştırma verileri incelendiğinde deney gruplarında kontrol grubuna göre kalp tepe atımı, solunum hızı istatistiksel olarak anlamlı bulunurken (p<0.05), oksijen saturasyonu yalnızca lavanta grubunda istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Çalışmada anne sütü ve lavanta kokusunun stres puanları üzerinde olumlu etkisi olduğu ancak lavanta kokusunun anne sütü kokusuna göre stresi azaltmada daha etkili olduğu bulunmuştur. Lavanta kokusunun preterm yenidoğanların uyku durumları üzerinde olumlu yönde etkili olduğu, preterm yenidoğanın uykuyu sürdürme davranışında ise uzama gerçekleştirdiği tespit edilmiştir. Çalışmada pretermlerin stres ve uyku-uyanıklık durumları arasında pozitif yönde yüksek düzeyde ilişki bulunmuştur. Aromaterapi yönteminin yenidoğan bakımı üzerindeki olumlu etkilerinin bulunması nedeniyle yenidoğan hemşireleri tarafından yenidoğan ünitelerinde uygulanması önerilmektedir.
  • Öğe
    Migrende serum grelin, IL-1ß, IL-6 düzeylerinin incelenmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Yüksel, Nehir; Demir, Şerif; Beyazçiçek, Ersin
    Başın bir yarısına lokalize, zonklayıcı, ataklar halinde ortaya çıkan, bulantı, kusmanın eşlik edebildiği, ışığa, sese hassasiyet gelişebilen, tekrarlayıcı ağrı olarak tanımlanan migren, dünya çapında insanların yüzde 10'undan fazlasını etkilemektedir. Bir toplum sağlığı sorunu olan migrenin etyopatogenezi henüz aydınlatılamamıştır. Bu çalışmada nörojenik inflamasyonda rolü olan IL-1? ve IL-6 ile vazodilatatör etkili olup antiinflamatuar etkisi gösterilmiş Grelin düzeylerinin migren hastalığına etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmada Düzce Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Merkezi Nöroloji Polikliniği tarafından migren tanısı alan 44 hasta ve migren tanısı olmayan 44 kişi kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Veri toplamada hasta bilgi formu kullanıldı ve gönüllülerden kan örnekleri alınarak Grelin, IL-1?, IL-6 ölçümleri Elisa yöntemi ile yapıldı. Veriler SPSS 24.0 istatistik programı kullanılarak değerlendirildi. Tanımlayıcı istatistikler yüzde, sayı, ortalama, ortanca ile değerlendirildi. Kategorik yapıdaki değişkenler bakımından gruplar arasındaki farklılıklar Ki-kare testi ile incelendi. Sayısal değişkenler bakımından bağımsız iki grubun karşılaştırılmasında parametrik test varsayımlarının sağlandığı durumlarda Student T-testi, sağlanmadığı durumlarda Mann Whitney-U analizi kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık için güven aralığı p?0,05 olarak kabul edildi. Araştırmada migren ve kontrol grupları arasında sosyodemografik ve tıbbi özellikler bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur. Migren grubunda Grelin düzeyi ortancası 487,61 (193,95-887,93) kontrol grubu ortancası 244,82 (72,55-583,92)'dir, bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,001). Migren ve kontrol gruplarında IL-1? ve IL-6 düzeyleri arasında anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,673, p=0,336 ). Migren grubunda ve kontrol grubunda Grelin ile IL1-?, IL-6 arasında korelasyon bulunmamıştır (Sırasıyla migrende r<0,137, r<0,205 p=0,375, p=0,181, kontrol grubunda r<0,073, r<0,115, p=0,636, p=0,457).Trigeminal gangliyonlardan CGRP ile birlikte salındığı bilinen Grelin'in, migren hasta grubunda yüksek olması migren fizyopatolojisinde Grelin'in rolü olabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Sözcükler: Grelin, IL-1?, IL-6, Migren.
  • Öğe
    Sıçanlarda kısa, orta, uzun zincirli yağ asitlerinin büyüme hormonu, insülin benzeri büyüme faktörü 1, insülin ve hormona duyarlı lipaz düzeylerine etkilerinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Emir, Ayşegül; Beyazçiçek, Özge
    Kombine kısa (KZYA), orta (OZYA) ve uzun (UZYA) zincirli yağ asitlerinin büyüme hormonu (GH), insülin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1), insülin ve hormona duyarlı lipaz (HSL) gibi hormonların serum/doku konsantrasyonu üzerindeki etkilerine dair veriler azdır. Bu çalışmanın amacı kısa, orta ve uzun zincirli yağ asitlerinin kombine kullanımının GH, IGF, İnsülin ve HSL salgılanması üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Bu amaçla çalışmada kısa zincirli yağ asitlerinden bütirik asit (BA), orta zincirli yağ asitlerinden kaprilik asit (KA) ve uzun zincirli yağ asitlerinden oleik asit (OA) kullanıldı. Çalışmada 56 adet erkek wistar cinsi sıçan kullanıldı. Sıçanlar rastgele kontrol grubu, bütirik asit grubu (BA), kaprilik asit grubu (KA), oleik asit grubu (OA), bütirik asit+kaprilik asit grubu (BA+KA), bütirik asit+oleik asit grubu (BA+OA), kaprilik asit+oleik asit grubu (KA+OA) ve bütirik asit+kaprilik asit+oleik asit grubu (BA+KA+OA) olmak üzere 8 alt gruba ayrıldı ve 21 gün süresince sıçanlara oral olarak uygulandı. Çalışma sonunda sıçanlardan alınan serum örneklerinden GH, IGF, İnsülin ve HSL düzeyleri ELİSA yöntemi ile belirlendi. BA uygulaması GH, IGF1, insülin seviyelerini düşürürken HSL seviyesi üzerinde anlamlı bir etkisi gözlemlenmedi. KA uygulaması HSL seviyesini artırırken GH, İnsülin ve IGF-1 seviyeleri üzerinde ise anlamlı bir etki saptanmadı. OA uygulaması GH, HSL seviyesini artırırken IGF-1 ve insülin üzerinde anlamlı bir etki göstermedi. KA uygulaması glikoz seviyesini artırırken BA ve OA uygulamaları glikoz seviyeleri üzerinde anlamlı bir etki göstermedi. BA, KA ve OA uygulamalarının ağırlık üzerine etkisi gözlemlenmedi. Yağ asitlerinin kombine uygulanması GH seviyesini artırırken, insülin, IGF-1 ve HSL seviyelerini azalttı. Sonuç olarak, kısa, orta ve uzun zincirli yağ asitlerinin GH, IGF-1, HSL ve insülin üzerindeki etkilerini gözleyebilmek için daha uzun süreli ve kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Öğe
    Uzun,orta ve kısa zincirli yağ asitlerinin nesfatin-1, omentin, adropin, leptin ve ghrelin düzeyleri üzerine etkilerinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Şahin, Seda; Beyazçiçek, Ersin
    Nesfatin-1, omentin, adropin, leptin ve ghrelin ile ilgili yapılmış çok sayıda çalışma mevcuttur fakat uzun, orta ve kısa zincirli yağ asitlerinin kandaki nesfatin-1, omentin, adropin, leptin ve ghrelin serum/doku konsantrasyonuna etkilerine dair veriler azdır. Bu çalışma Bütürik asit, kaprilik asit ve oleik asidin kombine kullanımının nesfatin-1, omentin, adropin, leptin ve ghrelin salgılanması üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışmada 49 adet erkek wistar cinsi sıçan kullanıldı. Sıçanlar rastgele kontrol grubu, bütirik asit grubu, kaprilik asit grubu, oleik asit grubu, bütirik asit+kaprilik asit grubu, bütirik asit+oleik asit grubu ve kaprilik asit+oleik asit grubu olmak üzere 7 gruba ayrıldı. 21 gün süresince oral olarak yağ asidi uygulandı. Çalışma sonunda sıçanlardan alınan serum örneklerinden nesfatin-1, omentin, adropin, leptin ve ghrelin düzeyleri ELİSA yöntemi ile belirlendi. Gruplar nesfatin-1, omentin, adropin, leptin ve ghrelin seviyesi bakımından karşılaştırıldığında bütirik asit grubunun nesfatin-1, omentin, adropin, leptin ve ghrelin seviyesi değerlerinin diğer gruplardan daha yüksek olduğu görüldü. Gruplar daha ayrıntılı incelendiğinde Kontrol grubunun deney sonrası ortalama ağırlık değerlerinin deney öncesi ortalama ağırlık değerlerinden istatistiksel olarak daha yüksek olduğu belirlendi (p=0,0002). Diğer gruplarda ise istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).Sonuç olarak bütirik asit kullanımının serum protein düzeylerinde artışa yol açabileceği fakat kilo kaybında anlamlı bir etkisinin bulunmadığı görülmüştür.
  • Öğe
    Sıçanlarda izoproterenol ile indüklenen miyokard enfarktüsü modelinde Momordica charantia'nın kardiyoprotektif etkilerinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Karadeniz, Burçin Usta; Beyazçiçek, Özge
    Miyokardiyal enfarktüs (MI), kalbin bir kısmına kan akışı engellendiğinde ortaya çıkan ve geri dönüşü olmayan kalp dokusu hasarına neden olan akut miyokard nekrozu durumudur. Kalbe kan sağlayan koroner arterlerden biri, dengesiz plak, lökosit, kolesterol ve yağ birikimi nedeniyle bir tıkanıklık geliştirir. Dünyada temel halk sağlığı problemleri arasında yer almaktadır. MI ile ilişkili biyokanıtlar arasında aşırı sitozolik kalsiyum yüklenmesi, süperoksit anyonlarda, serbest radikallerde (ROS) ve reaktif nitrojen türleri (RNS) artış yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı antiinflamatuvar ve antioksidan etkileri bilinen Momordica charantia (MC)'nin sıçanlarda ISO ile oluşturulmuş akut MI üzerindeki kardiyoprotektif etkilerini, serum kardiyak enzim seviyelerini ve miyokardiyal antioksidan enzim aktivitelerini değerlendirmektir. Çalışmaya 49 adet Wistar erkek sıçanlar dahil edildi. Bu sıçanlar; kontrol (K), Gliserin (GLCN), izoprenalin (ISO), 500 mg/kg MC (MC500), izoprenalin +100 mg/kg MC (ISO+MC100), izoprenalin +250 mg/kg MC (ISO+MC250), izoprenalin +500 mg/kg MC (ISO+MC500) olmak üzere 7 alt gruba ayrıldı. Gruplara 30 gün süresince madde uygulandı. Çalışmanın son iki gününde (29 ve 30. günlerde) subkütan injeksiyon yoluyla izoprenalin (65 mg/kg/gün) uygulaması yapıldı. Son uygulamadan 24 saat sonra sıçanlar, 1.25 gr/kg üretan ile anestezi altına alındı. Anestezi işleminden sonra 2 dakika süresince Elektrokardiyografik (EKG) kaydı alındı. EKG işleminden sonra, kardiyak punktur yöntemi ile kan alma işlemi yapıldı. Çalışmada TNF-?, IL-6, IL-10, Nrf2, HO-1, CK-MB, cTn-I ve CRP düzeyleri ELİZA yöntemi ile belirlendi. ISO+MC500 grubunda IL-6 ve CRP düzeyleri ISO grubundakilere kıyasla anlamlı derecede daha düşük; TNF-?, HO-1, CK-MB ve cTn-I seviyesi değerleri MC ile tedavi edilen gruplarda ISO grubuna kıyasla anlamlı olarak daha düşük olduğu; IL-10 düzeyi ISO+MC100 ve ISO+MC500 gruplarında ISO grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğu; Nrf2 düzeyi MC ile tedavi edilen gruplarda ISO grubuna kıyasla anlamlı olarak daha yüksek olduğu gözlemlendi. Elektrokardiyografik değerlendirmede R dalga genliği ortalaması ve kalp atım hızı MC ile tedavi edilen gruplarda ISO grubuna göre istatistiksel olarak daha yüksek olduğu; ST segment ve T dalga genliği ortalaması MC ile tedavi edilen gruplarda ISO grubuna göre istatistiksel olarak daha düşük olduğu belirlendi. Sonuç olarak EKG değerlendirmesi ve kardiyak biyobelirteç seviyesi değerlerine göre MC'nin kardiyoprotektif özelliği olabileceği görülmüştür. MC'nin alternatif bir tedavi seçeneği olarak sunulabilmesi için daha fazla ve kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Antioksidan aktivite, Kardiyoprotektif Etki, İzoprenalin, Miyokardiyal Enfarktüs, Momordica charantia,
  • Öğe
    Yönetici hemşirelerin kullandıkları güç kaynakları ile hemşirelerin iş motivasyonu arasındaki ilişki
    (Düzce Üniversitesi, 2024) İşleyen, Rıdvan; Bekar, Ebru Özen
    Bu çalışma yönetici hemşirelerin kullandıkları güç kaynakları ile hemşirelerin iş motivasyonları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için tanımlayıcı-ilişki arayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın verileri Mart 2023 / Eylül2023 tarihleri arasında online olarak 164 hemşireden toplandı. Veri toplama aracı olarak "Kişisel Bilgi Formu", "Yönetici Hemşirelerden Algılanan Güç Ölçeği" ve "İş Motivasyon Ölçeği" kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken kategorik değişkenler için sıklıklar sayısal değişkenler için ise tanımlayıcı istatistikler kullanıldı. Ölçümler arasındaki ilişkilerin sınanması amacıyla Pearson Moment Korelasyon Analizi, bağımsız değişkenlerin bağımlı değişken üzerindeki etkisini ortaya koymak için regresyon analizi kullanıldı. Çalışmaya katılan kişilerin: %67,7'si kadın, %62,8'i evli, %87,2 si lisans ve lisansüstü eğitim almış, %26,8'i yataklı servislerde çalışmakta ve ortalama 31,65±5,90 yaşlarındadır. Bulgular incelendiğinde Karizmatik Güç, Yasal Güç, Uzmanlık Gücü, Zorlayıcı Güç ve Ödüllendirme Gücü alt boyutlarının ortalaması ve standart sapması sırasıyla (3.32±0,78, 3,30±0,75, 3,13±0,84, 3,13±0,79, 3,12±0,77) olarak saptanmıştır. Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği puan ortalaması ve standart sapması ise 56,79±8,79'dur. Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği ile sadece Zorlayıcı Güç Alt Boyutu arasında negatif yönlü ve orta seviyede anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Zorlayıcı Güç Alt Boyutu puanı Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği Puanını anlamlı ve negatif yönlü yordamaktadır (?=-6,467; p<0,05). Zorlayıcı Güç Alt Boyutu, Hemşire İş Motivasyonu Ölçeğinin %33,6'sını açıklamaktadır. Bu çalışmadan elde edilen bulguların sonuçlarına göre, yöneticilerin kullandıkları zorlayıcı güç hemşirelerin iş motivasyonunu olumsuz olarak etkileyen faktörlerden biridir.
  • Öğe
    Migrenli hastalarda serum GLP-1 ve DPP-4 düzeyinin değerlendirilmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Gültekin, Melis; Demir, Şerif
    Migren, dünyada bir milyar kişiyi etkileyen ve günlük yaşamda kısıtlılığa yol açan nörovasküler bir bozukluktur. Patofizyolojisi hakkında birçok teori öne sürülse de halen kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Ataklar sırasında oluşan baş ağrısı, trigeminal sinir uçlarının aktivasyonu ile ilişkilidir. Glukagon benzeri peptid-1 (GLP-1), insülinin parçalanmasını engellediği düşünülen bir hormondur. İnce bağırsaklardaki L hücrelerinde, pankreasta alfa hücrelerinde ve beyin sapındaki nukleus traktus solitarius (NTS) gibi birçok beyin bölgesinde reseptörleri bulunmaktadır. Merkezi sinir sisteminde nöroprotektif birçok mekanizmada rol oynamaktadır. Aynı zamanda çeşitli nörodejeneratif hastalıkların tedavisinde GLP-1 analogları kullanılmaktadır. Dipeptidil peptidaz-4 (DPP-4), GLP-1' i parçalayan proteaz ailesine ait bir enzimdir. İnkretinleri ve iştah baskılayıcı nöropeptidleri bileşenlerine ayırarak inaktif hale getirmektedir. Bu çalışmanın amacı, migren hastalarında GLP-1 ve DPP-4 enzim düzeylerinin migren patofizyolojisi ile ilişkili olup olmadığını göstermek ve migren tedavisinde yeni bir yaklaşım sağlayabilmektir. Çalışmamızda, migren tanısı almış 42 hasta migrenli grup olarak; migren tanısı almamış ve hastanedeki diğer polikliniklere başvurmuş 42 kişi kontrol grubuna seçilerek 2 grup oluşturulmuştur. Gönüllülerden en az 8 saat açlıktan sonra kanları alınarak serumlarında çalışma yapılmıştır. Serum GLP-1 ve DPP-4, ELİSA metodu ile ölçülüp istatistiksel analiz SPSS 22.0 programı ile yapılmıştır. Elde edilen sonuçlar migren hastalarının serumlarında, kontrol grubuna göre GLP-1 ve DPP-4 düzeylerinin anlamlı derecede düşük olduğu bulunmuştur (p<0,001). Bu bilgiler ışığında GLP-1' in ve DPP-4' ün migrenli hastalarda azalmış olması, baş ağrısının oluşumunda bir faktör olarak değerlendirilebilir. Bu durum migrenli hastalarda diyabetin daha fazla görülme sıklığını açıklayabilir.
  • Öğe
    Hemşirelik öğrencilerine uygulanan mındfulness temelli bilişsel terapi programının (MBCT) depresyon, anksiyete, stres ve bilişsel esneklik üzerine etkisi: randomize kontrollü çalışma
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Açıkgöz, Ferhan; Karaca, Aysel
    Araştırma hemşirelik bölümünü öğrencilerine çevrimiçi uygulanan mindfulness temelli bilişsel terapi programının öğrencilerin depresyon, anksiyete, stres ve bilişsel esneklik düzeyine etkisini belirlemek amacıyla yapılmış randomize kontrollü bir çalışmadır. Araştırma Aralık 2021-Haziran 2022 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi'nde yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini, yapılan güç analizi sonucunda çalışmaya katılmayı kabul eden ve örnekleme alınma kriterlerini taşıyan toplam 87 öğrenci (müdahale grubu=43, kontrol grubu=44) oluşturmuştur. Araştırmanın verileri Kişisel Bilgi Formu, Depresyon-Anksiyete-Stres Ölçeği-42 ve Bilişsel Esneklik Envanteri ile ön test-son test ve izlem testi şeklinde toplanmıştır. Araştırma verilerinin analizi SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 25.0 programı paket programı üzerinden yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda, Depresyon-Anksiyete-Stres Ölçeği-42 alt boyut ölçümlerinde; depresyon boyutu; müdahale grubunda son test ve izlem testi puanları kontrol grubu katılımcılarına göre daha düşük olduğu, anksiyete boyutu; kontrol grubunun son test ve izlem testi puanlarının müdahale grubuna göre daha yüksek olduğu, stres boyutu; kontrol grubunun stres boyutu son test ve izlem testi puanlarının, müdahale grubuna göre daha yüksek olduğu ve aralarında istatistiksel anlamlı fark olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Bilişsel Esneklik Envanteri müdahale grubundaki katılımcılarının toplam puanı son test ve izlem testi puanlarının, kontrol grubundaki katılımcılara göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Müdahale grubu katılımcılarının Bilişsel Esneklik Envanteri ön test, son test ve izlem testi puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (p<0,05). Bu sonuçlar doğrultusunda mindfulness temelli bilişsel terapi programı hemşirelik öğrencilerinin depresyon, anksiyete, stres düzeyinin azaltılması, bilişsel esnekliklerinin artırılmasını olumlu yönde etkilediği düşünülerek mindfulness temelli uygulamaların kullanılması önerilmektedir.
  • Öğe
    Jinekolojik kanser hastalarına uygulanan bilişsel davranışçı ve dışavurumcu tekniklere temellendirilmiş 'Kadınlık Kimliğini İyileştirme Programı' nın uzamış yas tepkilerine etkisi ve 'Kadınlık Algısı'nın belirlenmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Pamuk, Kevser; Karaca, Aysel
    Araştırma jinekolojik kanser hastalarına uygulanan bilişsel davranışçı ve dışavurumcu tekniklere temellendirilmiş "Kadınlık Kimliğini İyileştirme Programı''nın uzamış yas tepkilerine etkisi ve hastaların kadınlık algılarının belirlenmesi amacıyla nicel ve nitel yaklaşımın birlikte kullanıldığı karma yöntemde yapılmıştır. Araştırmanın protokol kaydı Clinical Trials kayıt sistemine NCT05529303 numarası ile kaydedilmiştir. Araştırma Eylül 2022-Eylül 2023 tarihleri arasında Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi Sağlık, Uygulama ve Araştırma Hastanesi' nde yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini yapılan güç analizi sonucunda çalışmaya katılmayı kabul eden ve örnekleme alınma kriterlerini karşılayan toplam 80 jinekolojik kanser hastası (müdahale=40, kontrol=40) oluşturmuştur. Araştırmanın nicel verileri Kişisel Bilgi Formu ve Uzamış Yas Bozukluğu Ölçeği-Hasta Formu ile ön test, son test ve izlem testi şeklinde toplanmıştır. Veriler IBM SPSS (Statistical Package for Social Sciences) V23 ile analiz edilmiştir. Nitel veriler ise müdahale programı sonrası müdahale grubundan görüşmeyi kabul eden 11 kadın ile veri doygunluğu esas alınarak "Kadınlık Algılarını Belirleme Görüşme Formu" ile toplanmıştır. Derinlemesine görüşmelerden elde edilen verilerin içerik analizinde; MAXQDA 2020 programı kullanılmıştır. Analizler sonucunda; müdahale ve kontrol grubu arasında UYBÖ-HF puan ortalamalarının zamana göre değişiminin anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0,05). Müdahale ve kontrol grubuna göre UYBÖ-HF ön test ve son test puanı farkı ortanca değerleri arasında ve ön test ve izlem testi puanı farkı ortalama değerleri arasında (p<0,001), gruplara göre UYBÖ-HF son test ve izlem testi puanı farkı ortanca değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p=0,033). Müdahale ve kontrol grubunun UYBÖ-HF ön test ve son test ölçüm puanının etkisi arındırıldığında; ANCOVA analizi sonuçlarında müdahale ve kontrol grubuna göre; UYBÖ-HF izlem testi puanları arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p=0,006). Müdahale grubunda yer alan hastaların uygulama sonrası UYBÖ-HF puan ortalamalarının, kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük olduğu ve etki büyüklüğünün (?^2: 0,110) güçlü düzeye (0,114) yakın olduğu saptanmıştır. Nitel analizler sonucunda ise jinekolojik kanser hastalarının oturumlar sonrası kadınlık algılarına yönelik altı ana tema ortaya çıkmıştır. Sonuçlar doğrultusunda; jinekolojik kanser hastalarının kadınlık ile ilişkilendirilen kayıplarına yönelik uzamış yas tepkilerine bilişsel davranışçı ve dışavurumcu tekniklerden oluşan "Kadınlık Kimliğini İyileştirme Programı" nın kullanılması önerilmektedir.
  • Öğe
    Kickboks sporcularına uygulanan 8 haftalık pliometrik çalışmaların denge, reaksiyon zamanı ve çeviklik üzerine etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Yalvaç, Hikmet; Karadenizli, Zeynep İnci
    Bu çalışmanın amacı, 10-13 yaş arasındaki lisanslı erkek kickboks sporcularında 8 hafta süre ile yapılan pliometrik çalışmaların, denge, reaksiyon zamanı ve çeviklik özelliklerine olan etkileri araştırmaktır. Araştırmaya, İstanbul ili Pendik ilçesinde faaliyet gösteren Pendik Prestij Spor Savunma Sporları Kulübündeki lisanslı 32 erkek sporcu gönüllü katılmıştır. Rastgele dağılım yöntemiyle sporcular, çalışma ve kontrol grubu olarak 2 gruba ayrılmıştır. Çalışma grubuna, haftada 3 gün 60 dk şeklinde yaptıkları kickboks antrenmanı öncesinde 30 dk pliometrik çalışma yaptırılmıştır. Kontrol grubuna ise sadece haftada 3 gün 60 dakikalık kickboks antrenmanları yaptırılmıştır. Kontrol grubuna bunun dışında farklı bir uygulama yaptırılmamıştır. Her iki gruba da ön test-son test olacak şekilde; denge, reaksiyon zamanı ve çeviklik testleri uygulanmıştır. Verilerin analizi, SPSS 25 Paket programında yapılmıştır. Verilerin normal dağılıp dağılmadığını öğrenmek için Skewness-Kurtosis, histogram ve q-q plot değerlerine bakılmıştır. Kontrol ve çalışma grubuna öntest-sontest farkları için kendi içerisinde eşleştirilmiş örneklem t testi yapılmıştır. Gruplar arası farklar için Bağımsız Örneklem T testi yapılmıştır. Anlamlılık değeri, başlangıçta p<0.05 olarak kabul edilmiştir. Yapılan analizler sonucunda, çalışma grubundaki sporculara uygulanan 8 haftalık pliometrik çalışmaların, reaksiyon zamanı, denge ve çeviklik değerleri üzerinde olumlu etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Kontrol grubundaki sporcularda da reaksiyon zamanı ve çeviklik değerlerinin son testlerde öntestlere nazaran daha iyi olduğu görülmüştür. İki grup arasındaki son test farkları incelendiğinde ise çalışma grubunun, kontrol grubuna göre reaksiyon zamanı ve çeviklik değerlerinde, istatistiksel olarak daha anlamlı ve iyi sonuçlar olduğu tespit edilmiştir. Bu sebeple antrenörlere, 10-13 yaş aralığındaki erkek kickboks sporcularında, antrenmanlara ek olarak pliometrik çalışmaların da antrenman programlarına eklenmesinin ve yaptırılmasının faydalı olabileceği söylenebilir. Ayrıca bu alanda yeni çalışmalar yapacak olanlara, el-göz-ayak şeklinde üçlü koordinasyon da içeren ölçüm testlerini yapmaları önerilebilir. Anahtar kelimeler: Çeviklik, Denge, Kickboks, Pliometrik, Reaksiyon zamanı.