Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 476
  • Öğe
    Kan ve idrar kültürü kontaminasyonlarının mikrobiyoloji laboratuvarına yükünün ve numune ret oranlarının araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Güngör, Bilge Nurdan; Çalışkan, Emel
    Preanalitik sürece ait hatalar test isteminin başlangıcından numunelerin laboratuvara kabulüne kadar olan süreçte numunelerin reddedilmesine sebep olur. Standardize edilmesinin zorluğu ve test hatalarının büyük bir kısmının analiz öncesi süreçte meydana gelmesi nedeniyle preanalitik evredeki hataların giderilmesi büyük önem arz eder. Mikrobiyoloji Laboratuvarında prenalitik sürecin istenmeyen etkisi kontaminasyonlardır. Kontaminasyonlar sağlık hizmetlerinde maliyet ve zaman kaybına yol açmakta, hastaların tedavi seçeneklerinin oluşturulmasını geciktirmekte, sağlık çalışanları için ise zaman kaybına neden olmaktadır. Çalışmamızda kan ve idrar kültürlerindeki kontaminasyon oranlarının laboratuvara olan etkileri maliyet ve zaman açısından değerlendirilmiş olup; numune red oranlarımız hesaplanmıştır. Bununla birlikte kontaminasyon oranlarının azaltılması için yapılabilecek düzeltici önleyici faaliyetler için yol gösterici olunması amaçlanmıştır. Hastanemizin veri sisteminden Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarına gönderilmiş toplam örnek sayısı, değerlendirmeye alınmadan reddedilmiş örnek sayısı, kan kültürü ve idrar kültürü kontaminasyon olarak değerlendirilmiş olan örnek sayıları elde edildi. Sonuçların yıllara, örneklerin gönderildiği kliniklere, cinsiyete göre farklılıkları analiz edildi. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarı'na 1 Ocak 2019 – 1 Ocak 2022 tarihleri arasında hastalardan toplam 821236 örnek gönderilmiş olup 11905'i (%1,45) değerlendirilmeye alınmadan reddedilmiştir. En sık red nedeni uygunsuz numune olarak belirlenmiştir. Toplam 43606 idrar kültürü örneği gönderilmiş olup 11223 (%25,7) örnek kontaminasyon olarak sonuçlanmıştır. İdrar kültüründe kontaminasyon oranının kadınlarda erkeklerden fazla olduğu, çocuk acil bölümünde ise (%38,1) diğer bölümlerden yüksek olduğu saptanmıştır. Toplam 13397 adet kan kültürü şişesinde kan örneği gönderilmiştir. Bu hasta örneklerinden 916 (%6,8) örnek kontaminasyon olarak sonuçlanmıştır. Kontaminasyon oranının ise acil servislerde (%9,1) diğer bölümlerden yüksek olduğu saptanmıştır. Kontaminasyon olarak sonuçlanan kan ve idrar kültürü örneklerinin maliyeti toplam 51700 tl olarak hesaplanmıştır. Laboratuvar çalışanlarının ise 506 saat kontamine örnekler için zaman ayırması gerekmiştir. Kontaminasyonların ve numune reddinin önlenmesi için, hastanemizde uygun sıklıkta yapılmakta olan "doğru örnek alınması ve transferi" eğitimlerinin kontaminasyon ve red oranlarının yüksek oduğu bölümlerde artırılarak yapılması gerektiği düşünülmüştür.
  • Öğe
    İnfertilite ön tanısı almış normospermik kişilerde sperm izumo-1 proteinin gösterilmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Mede, Cansever; Karaçor, Kayıhan
    İnfertilite çağımızın önemli ve çok sık rastlanan problemlerinden biridir. Çiftlerin bir yıl korunmasız ilişki sonucu çocuk sahibi olamaması infertilite olarak nitelendirilir. İnfertilite vakalarının yaklaşık %50'sinin erkek faktörlü olduğu bilinmektedir. İnfertilite, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından toplumsal sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir ve her altı kişiden birinin infertil olduğu düşünülmektedir. Erkeklerde genetik anomaliler, sistemik hastalıklar, geçirilmiş enfeksiyonlar, varikosel, kanser ve kemoterapi gibi birçok neden infertiliteye sebep olmaktadır. Sağlıksız beslenme, alkol ve sigara kullanımı, ilaç kullanımı ve çevresel toksinlere maruz kalma gibi nedenler de kişilerde infertilite gelişiminde rol oynayan önemli risk faktörleridir. Erkek üreme sisteminde infertiliteye neden olan sebepler sperm parametrelerinde bozulmayla (sperm yokluğu, düşük sperm sayısı, anormal morfoloji ve düşük motilite) karakterizedir. Fakat bazı hasta gruplarında tüm bu parametreler normal olmasına karşın kişiler infertildir. Bu hasta grupları da idiopatik infertil olarak isimlendirilir. İzumo1 memelilerde sperm-yumurta füzyonu için önemli sperm proteinlerinden biridir. Yapılan deneysel çalışmalarda erkek izumo1-/- bireyler normal sayıda hücre üretse de normal motilite ve morfoloji ile bu bireylerin tamamen infertil olduğu gösterilmiştir. Biz de bu çalışmayla infertilite ön tanısı almış normospermik kişilerin normal spermiyogram parametrelerine karşın bu kişilerde sigara kullanımına bağlı olarak sperm izumo1 proteininin seviyelerinde herhangi bir değişiklik olup olmadığını belirlemeyi amaçladık. Bu amaçla tez çalışmamız için infertil kişileri hasta olarak kabul edip, normospermik 100 kişiyi 4 gruba ayırdık. 1- Sigara içen hasta (30 kişi - infertil) 2-Sigara içmeyen hasta (30 kişi - infertil) 3-Sigara içen kontrol (20 kişi - fertil) 4-Sigara içmeyen kontrol (20 kişi - fertil) Bu gruplardaki normospermik kişilerden sperm örnekleri toplandı ve immünofloresan boyama yapılarak değerlendirildi. Bu değerlendirme sonucunda hem hasta grubundaki sigara içenlerde hem de kontrol grubundaki sigara içenlerde sperm izumo-1 seviyelerinin sigara içmeyen hasta ve kontrol gruplarına göre anlamlı derecede düşük olduğu görüldü. Bu çalışmayla, başka çalışmalarda sigara kullanımının sperm parametrelerinin bozulmasına yol açtığının gösterilmesine ek olarak sperm-oosit birleşmesi için gerekli sperm izumo-1 protein seviyelerinde azalma meydana getirerek infertilite oluşumu için bir risk faktörü oluşturduğunu göstermiş olduk. Anahtar Sözcükler: İdiopatik, İnfertilite, İzumo-1, Sigara, Normospermi
  • Öğe
    Normospermik infertil erkeklerde sperm TSSK6 proteinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Özaras, Fulya; Soylu, Hakan
    Erkek infertilitesi her geçen gün artarak devam eden sağlık sorunlarından biridir. Erkek infertilitesinin yaklaşık %30-50'si idiyopatik normospermik infertilite olarak tanımlanmaktadır. Yapılan çalışmalar gözden geçirildiğinde, spermde bulunan bazı proteinlerin yokluğunun infertiliteye neden olabileceği belirlenmiştir. Testise özgü serin/tireonin-protein kinaz 6 (TSSK6) proteini bunlardan biridir. TSSK6, testislerde eksprese edilen bir protein kinazdır ve erkek üreme sistemi gelişimi ve işlevi için önemlidir. Ancak normospremik infertil bireylerin sperminde TSSK6 proteini ekspresyon değişimini araştıran herhangi bir çalışmaya rastlanmadı. Bu nedenle bu çalışmada normospermik infertil erkeklerde sperm TSSK6 proteininin ekspresyon değişiminin araştırılması amaçlandı. Çalışmada idiyopatik normospermik infertil 60 erkekten alınan semen örnekleri ve kontrol olarak fertil 40 erkekten alınan semen örnekleri kullanıldı. Bu amaçla kontrol grubuna daha önceden doğal yollarla çocuk sahibi olan kişiler dahil edildi. Normospermik infertil bireylerin 30'u sigara içmeyen, 30'u sigara içenlerden oluşmaktadır. Kontrol grubu olan fertil bireylerin 20'si sigara içmeyen 20'si sigara içenlerden oluşmaktadır. Alınan semen örneklerinde spermiyogram yıkama yüzdürme işlemleri yapılıp immunoflorasan boyama yöntemiyle boyandı ve immünofloresan mikroskobu ile çekilen görüntüleri analiz etmek için ImageJ programı kullanıldı. TSSK6 proteinin ekspresyonu sperm hücrelerinde postakrozomal bölge ve orta parçada gözlendi. Kontrol grubunda sigara içen birey spermlerinde TSSK6 ekspresyonu sigara içmeyenlere göre daha düşüktü ve istatistiksel olarak da anlamlıydı (p<0,001). Benzer şekilde hasta sigara içen birey spermlerinde de TSSK6 ekspresyonu sigara içmeyenlere göre daha düşüktü. Bu düşüş istatistiksel olarak da anlamlıydı (p<0,001). Hasta bireylerin TSSK6 ekspresyonu kontrole göre düşüktü (p<0,001). Yani idiyopatik infertilitesi olan hastalarda TSSK6 proteinin azaldığı veya baskılandığı belirlendi. Ayrıca bu çalışma ile birlikte sigara içmenin, sağlıklı bireylerde ve idiyopatik infertilitesi olan bireylerde TSSK6 ekspresyonunu daha da azalttığı veya baskıladığı belirlendi. Sonuç olarak insan sperminde TSSK6 geni ile ilişkili mutasyonlar ve TSSK6 proteinindeki değişimler erkek infertilitesinin nedeni olabileceği düşünüldü. Anahtar Sözcükler: İdiyopatik, İnfertilite, Normospermik, Sigara, TSSK6
  • Öğe
    Hiperbilirubinemisi olan yenidoğanlara uygulanan bebek masajının bilirubin seviyesi ve cilt nemine etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Akman, Meryem; Aydın, Meryem
    Araştırma hiperbilirubinemisi olan yenidoğanlarda bebek masajının bilirubin seviyesi ve cilt nemine etkisini belirlemek amacıyla klinik, randomize kontrollü deneysel tasarımlı çalışma olarak yapılmıştır. Araştırma Düzce Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Yenidoğan Ünitesinde Aralık 2021- Ağustos 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini, yapılan güç analizi sonucuna göre, araştırmaya katılma kriterlerine sahip 60 term yenidoğan (masaj grubu: 30; kontrol grubu: 30) oluşturmuştur. Çalışmanın veri toplama sürecinde anne ve bebeği tanıtıcı bilgi formu, bebek izlem formu, transkütan bilirubinometre ve nemölçer cihazı kulllanılmıştır. Deney grubundaki yenidoğanlara 2 gün boyunca günde 3 kez 15 dk (dakika) masaj uygulanmıştır. Masajdan 15 dk önce ve masajdan 5 dk sonra bebeklerin fizyolojik parametreleri (kalp tepe atımı, solunum, oksijen saturasyonu ) değerleri ölçülerek veri toplama formuna kaydedildi. Ayrıca uygulama öncesi, uygulamadan 24 ve 48 saat sonra bebeğin kilosu, cilt nem oranı, transkütan bilirubin düzeyi ve defakasyon sıklığı değerleri alındı ve kaydedildi. Kontrol grubundaki yenidoğanlara klinik bakım ve tedavileri dışında bir uygulama yapılmamış olup izlem başladığında kilo, fizyolojik parametreler, cilt nem oranı, transkutan bilirubin düzeyi ve defekasyon sıklığı değerleri alındı. Yine kontrol grubunda da deney grubundaki masaj uygulaması sırasında alınmış olan fizyolojik parametre ölçümleri eş zamanlı olarak alınmıştır. Süreç başladıktan 24 ve 48 saat sonraki günlük defekasyon sıklığı, kilo, cilt nem oranı ve transkütan bilirubin seviyesine bakılarak veri toplama formuna kaydedildi. Çalışmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesinde kategorik değişkenler için sayı, yüzde, sayısal değişkenler için ise ortalama, standart sapma kullanılmış, analiz için ise Ki Kare analizi, Fisher's Exact test, Mann Whitney U, Wilcoxon analizi, Friedman Analizi kullanılmıştır. Araştırma verileri incelendiğinde masaj grubunda (10,17±1,70) kontrol grubuna (11,44±1,78) ölçülen 48 saat sonraki bilirubin seviyeleri istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş ve masaj grubunda bilurubin seviyesinin daha düşük olduğu gözlenmiştir (p<0,05). Masaj grubunun 48 saat sonraki defekasyon ortalaması kontrol grubuna kıyasla daha fazladır ve istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Her iki grubun cilt nem oranı ortalamaları karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Sonuç olarak bebek masajının yenidoğanlarda defekasyon sıklığını artırma ve bilirubin seviyesini düşürmekte önemli bir etkiye sahip olduğu gözlenmektedir. Yenidoğanlara uygulanacak bebek masajının bilirubin seviyelerini düşürmede standart tedaviyi destekleyeceği, hospitalizasyonu kısaltacağı, bebeğin fizyolojik sağlığına (fizyolojik parametrelerin stabilizasyonu, boşaltımın kolaylaşması vb) olumlu etki sağlayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle yenidoğan hemşirelik bakımında teröpatik bir yöntem olarak kullanılması önerilmektedir.
  • Öğe
    Sarkoidoz tanılı hastalarda CRR2 geninin yeni nesildizi analizi ile taranması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Yıldız, Pınar; Eröz, Recep
    Sarkoidoz, granülom oluşumuyla sonuçlanan hastalık bölgelerinde mononükleer hücrelerin birikmesi ile karakterize edilen, nedeni bilinmeyen bir multisistem hastalığıdır. Hastalığın, genetik olarak yatkın konakçılarda bilinmeyen çevresel antijenler tarafından tetiklendiği düşünülmektedir. Biz bu çalışmada sarkoidoz tanılı hastalarda CCR2 geninin yeni nesil dizi analizi(YND) ile taranmasını amaçladık. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniği'nde sarkoidoz tanısı ile takip edilen 31 hasta ile sarkoidoz dışı bir nedenle başvurmuş 19 kontrol dahil edilmiştir. Mevcut çalışmamıza 35'si (%70) erkek, 15'i (%30) bayan olmak üzere toplam 50 birey dahil edilmiştir. Hasta grubunda 24(%77,4) kadın ve 7(%22,6) erkek varken, kontrol grubunda 11(%57,9) kadın ve 8(%53,3) erkek vardı (?2=2,138; p=0,144). Çalışmamızda; CCR2 (NM_001123396.4) geninde hasta ve kontrol grubunda tespit edilen varyasyonlar sırasıyla NM_001123396.4:c.1044G>A(p.Thr348=)(rs3092960) (Hasta:3, Kontrol:3), NM_001123396.4(CCR2):c.156G>T(p.Val52=)(rs3918367) (Hasta:2, Kontrol:0), NM_001123396.4(CCR2):c.190G>A(p.Val64Ile)(rs1799864) (Hasta: 8, Kontrol:6), NM_001123396.4:c.780T>C(p.Asn260=)(rs1799865) (Hasta: 24, Kontrol:8) olarak bulundu. Sonuç olarak NM_001123396.4(CCR2):c.156G>T(p.Val52=)(rs3918367) ve NM_001123396.4:c.780T>C(p.Asn260=)(rs1799865) varyasyonları hasta grubunda kontrol grubundan anlamlı derecede yüksekti (p<0,05). Tespit edilen bu CCR2 varyasyonların sarkoidozun etyopatogenezisindeki rolünün daha iyi anlaşılabilmesi için CCR2 geninin YND ile tarandığı gemiş serileri içeren ilave çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    STZ ile indüklenmiş Tip 1 Diyabet sıçanlarda Hidroksitirozol'ün Testiküler Prdx6 ekspresyonu üzerine etkisinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Güngör, Ayfer; Soylu, Hakan
    Diabetes mellitus, yüksek kan şekerine bağlı olarak gelişen ve insülin eksikliği ile karakterize edilen metabolik bir hastalıktır. Diyabete bağlı ortaya çıkan oksidatif stres, tüm doğurganlık sorunlarının başlangıcıdır ve spermatogenezde yer alan tüm sinyal yollarını etkilemektedir. Diabetes mellitus, erektil disfonksiyon, ejakülasyon, üreme organlarında ve semen kalitesinde değişikliklere neden olmaktadır. Hidroksitirozol, diyabete bağlı testislerde meydana gelen spermatogenik fonksiyon hasarını azaltır ve bu hasara karşı korur. Biz bu çalışmamızda testislerde meydana gelen spermatogenik fonksiyon hasarını azalttığı ve bu hasara karşı koruyucu olduğu bilinen hidroksitirozolün, spermatozoanın canlılığı, hareketliliği ve fertilizasyon yeteneğinde önemli rol alan Prdx6 proteininin ekspresyonu üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmada 28 erkek rat kullanıldı. Ratlar kontrol (sadece salin), hidroksitirozol (30 gün boyunca intraperitoneal olarak 10 mg/kg hidroksitirozol) , steptozotosin (tek doz intraperitoneal olarak 55 mg/kg streptozotosin) , streptozotosin+hidroksitirozol (tek doz intraperitoneal olarak 55 mg/kg streptozotosin ve 30 gün boyunca intraperitoneal olarak 10 mg/kg hidroksitirozol) olmak üzere dört gruba ayrıldı. İmmunohistokimya ve Western blot yöntemleriyle Prdx6 proteinin ekspresyonu belirlendi. Prdx6 ekspresyonu streptozotosin grubunda kontrol ve hidroksitirozol gruplarına kıyasla anlamlı şekilde artış gösterdi. Streptozotosin+hidroksitirozol grubunda ise kontrol, hidroksitirozol ve streptozotosin gruplarına göre Prdx6 ekspresyonu istatiksel olarak anlamlı şekilde azaldı. Sonuç olarak streptozotosin uygulaması Prdx6 ekspresyonunu artırmıştır. Ancak streptozotosin sonrası hidroksitirozol uygulaması Prdx6 ekspresyonunun düşmesine neden olmuştur. Bu bulgular bize hidroksitirozolün diyabetik testisteki koruyucu rolünü Prdx6'dan bağımsız bir şekilde yaptığını düşündürmüştür.
  • Öğe
    Deneysel alzheimer hastalığı modelinde voltaj bağımlı anyon kanalı-1 ve hiperfosforile tau inhibisyonunun araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Çanak, Asuman; Beyazçiçek, Ersin
    Alzheimer Hastalığı (AH), idiyopatik (sebebi bilinmeyen) bir etiyolojiye sahip beynin primer bir nörodejeneratif hastalık olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada, VDAC1'in pro-apoptotik aktivitesini önlemenin, AH'da hücre ölümünü inhibe etmek için ideal bir yöntem olabileceği düşünülmüştür. Çalışmada, AH modelinde gatekepeer olarakta bilinen voltaj bağımlı anyon kanalı proteininin inhibisyonunun ve davunetidin tedavisinin AH'nın primer patolojik belirteçleri üzerine ilişkisini ve hafıza - bellek eksikliklerini kurtarma yeteneklerini incelemek hedeflenmiştir. 2-3 aylık ve 230±30 gr ağırlığında 30 adet Wistar cinsi erkek sıçanlar tercih edildi. Her grupta 5 hayvan olacak şekilde rastgele KONTROL grubu, SHAM grubu, STZ grubu, STZ-DAV grubu, STZ-DIDS grubu ve STZ-DIDS-DAV grubu olmak üzere 6 gruba ayrıldı. AH modeli için intraserebroventriküler streptozotosin uygulandı. Deney süresince DIDS ve DAV ugulamaları intraperitonel yolla yapıldı. Davranış testlerinde radyal kol labirent (RKL) testi kullanıldı. Deney süresince 21 günlük uygulamadan sonra anestezi altındaki sıçanlardan kan ve beyin örnekleri alındı. Daha sonra ELIZA yöntemi ile biyokimyasal analizler yapıldı. SerumlardaTNF-?, caspase-3 ve MAPt değerleri bakımından gruplar arasında fark gözlenmezken, serum IL-10, TBARS, A?1-42, TSPO ve VDAC1 değerleri bakımından anlamlı fark saptandı. Gruplar arası beyin doku homejenatlarında IL-10 ve A?1-42 değerleri arası anlamlılık gözlenmezken, TNF-?, TBARS, caspase-3, MAPt, TSPO ve VDAC1 değerleri arasında anlamlı fark gözlemlendi. RKL testi verileri ön eğitim günleri ve eğitim günleri arasında farklılıklar saptandı. Deneysel AH modeli oluşturulan şıçanlarda, bu uygulamaların biyokimyasal ve davranış verileri üzerine hafıza - bellek eksikliklerini kurtarma yönünde etkili olabileceği daha fazla yapılacak çok yönlü çalışmalarla desteklenmelidir.
  • Öğe
    Havalı tabanca sporcularına uygulanan 8 haftalık kor antrenmanının atış performansı ve denge üzerine etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Özdemir, Mehmet; Şemşek, Önder
    Çalışma kapsamında havalı tabanca atıcılık sporu ile uğraşan sporculara uygulanan 8 haftalık kor egzersizlerinin; denge stabilizasyonu ile 10 metre atış performansına olan etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Verilerin analizinde SPSS (26.0 versiyonu) paket programı kullanılmıştır. Araştırmadaki ölçümü yapılan değişkenler ortalama ve standart sapma (Std. Sapma) olarak sunulmuştur. Verilerin normallik dağılımı katılımcı sayısının 50'den az olması sebebiyle Shapiro-Wilk testi ile incelenmiştir. Normallik dağılımı gösteren verilerin analizinde; bağımsız iki grubun karşılaştırılmasında t-testi (Independent t-testi) ve Mann-Whitney-U testleri, bağımlı iki grubun karşılaştırılmasında ise t-testi (Paired t-testi) ve Wilcoxon testleri uygulanmıştır. İstatistiksel önem düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Çalışmaya deney grubu (n=6), kontrol grubu (n=6) olmak üzere toplamda 12 kişi katılmıştır. Deney grubunun boy uzunlukları 170,50± 2,67, kontrol grubunun boy uzunlukları 176,67 ± 9,03'dir. Vücut ağırlıkları deney grubunda; 67,07 ± 5,42, kontrol grubunda; 72,75 ± 9,93 iken vücut yağ oranları ise deney grubunda; 19,12 ± 6,40, kontrol grubunda; 19,18 ± 7,59'dur. Çalışma sonucunda; ön-test ölçümlerinin gruplar arası anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Son-test değerlerinde de gruplar arası anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Statik denge açısından deney grubunun ön test – son test karşılaştırmaları sonucunda ön test lehine bir farklılık olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Statik denge açısından kontrol grubunda ön test- son test karşılaştırmaları sonucunda anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0,05). Atış skoru açısından deney grubunun ön test - son test karşılaştırmalarında anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Atış skoru açısından kontrol grubunun ön test - son test karşılaştırmalarında anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Atış performansını etkileyen birçok parametre olması, katılımcıların atış branşında uzun süredir faal olması ve atıcıların elit diye nitelendireceğimiz bir seviyede olması, bu seviyedeki sporcularda atış parametrelerinin birçoğunun oturmuş olması, gelişim süreci için 8 haftalık antrenman metodunun yetersiz olabilmesi ve atış performansını etkileyen durumların tespit edilememesinin çalışmanın sonucunu etkilediği değerlendirilmektedir. Anahtar Sözcükler: Atıcılık, Kor Antrenmanı, Performans, Spor
  • Öğe
    Migrende serum grelin, IL-1ß, IL-6 düzeylerinin incelenmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Yüksel, Nehir; Demir, Şerif; Beyazçiçek, Ersin
    Başın bir yarısına lokalize, zonklayıcı, ataklar halinde ortaya çıkan, bulantı, kusmanın eşlik edebildiği, ışığa, sese hassasiyet gelişebilen, tekrarlayıcı ağrı olarak tanımlanan migren, dünya çapında insanların yüzde 10'undan fazlasını etkilemektedir. Bir toplum sağlığı sorunu olan migrenin etyopatogenezi henüz aydınlatılamamıştır. Bu çalışmada nörojenik inflamasyonda rolü olan IL-1? ve IL-6 ile vazodilatatör etkili olup antiinflamatuar etkisi gösterilmiş Grelin düzeylerinin migren hastalığına etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmada Düzce Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Merkezi Nöroloji Polikliniği tarafından migren tanısı alan 44 hasta ve migren tanısı olmayan 44 kişi kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Veri toplamada hasta bilgi formu kullanıldı ve gönüllülerden kan örnekleri alınarak Grelin, IL-1?, IL-6 ölçümleri Elisa yöntemi ile yapıldı. Veriler SPSS 24.0 istatistik programı kullanılarak değerlendirildi. Tanımlayıcı istatistikler yüzde, sayı, ortalama, ortanca ile değerlendirildi. Kategorik yapıdaki değişkenler bakımından gruplar arasındaki farklılıklar Ki-kare testi ile incelendi. Sayısal değişkenler bakımından bağımsız iki grubun karşılaştırılmasında parametrik test varsayımlarının sağlandığı durumlarda Student T-testi, sağlanmadığı durumlarda Mann Whitney-U analizi kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık için güven aralığı p?0,05 olarak kabul edildi. Araştırmada migren ve kontrol grupları arasında sosyodemografik ve tıbbi özellikler bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur. Migren grubunda Grelin düzeyi ortancası 487,61 (193,95-887,93) kontrol grubu ortancası 244,82 (72,55-583,92)'dir, bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,001). Migren ve kontrol gruplarında IL-1? ve IL-6 düzeyleri arasında anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,673, p=0,336 ). Migren grubunda ve kontrol grubunda Grelin ile IL1-?, IL-6 arasında korelasyon bulunmamıştır (Sırasıyla migrende r<0,137, r<0,205 p=0,375, p=0,181, kontrol grubunda r<0,073, r<0,115, p=0,636, p=0,457).Trigeminal gangliyonlardan CGRP ile birlikte salındığı bilinen Grelin'in, migren hasta grubunda yüksek olması migren fizyopatolojisinde Grelin'in rolü olabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Sözcükler: Grelin, IL-1?, IL-6, Migren.
  • Öğe
    Preterm yenidoğanlara orogastrik tüp takma işlemi sırasında dinletilen anne sesi ve beyaz gürültünün ağrı düzeyi ve fizyolojik parametrelere etkisi: Randomize kontrollü çalışma
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Tıbık, Reyhan; Şener, Dilek Konuk
    Araştırma yenidoğanlara orogastrik tüp takma(OGTT) işlemi sırasında dinletilen anne sesi ve beyaz gürültünün ağrı düzeyi ve fizyolojik parametrelere etkisini belirlemek amacı ile randomize kontrollü tipte deneysel çalışma olarak yapılmıştır. Araştırma Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi Alikahya Yerleşkesi 3. Düzey Yenidoğan Yoğunbakım Ünitesi'ndeEkim 2021- Ekim 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini, yapılan güç analizi sonucu çalışmaya katılmayı kabul eden ve örneklem seçim kriterlerine uyan toplam 75 yenidoğan (anne sesi grubu=25, beyaz gürültü grubu=25, kontrol grubu=25) oluşturmuştur. Yenidoğanların gruplara göre dağılımı rastlantısal olarak yapılmıştır. Deney grubunda yer alan yenidoğanlara işlem öncesi, sırası ve sonrası olmak üzere anne sesi ve beyaz gürültü dinletilmiş, kontrol grubundaki yenidoğanlara ise sadece rutin OGTT işlemi uygulanmıştır. Yapılan bu uygulamalar sonucunda yenidoğanların fizyolojik parametreleri ve ağrıları değerlendirilmiştir. Verilerin toplanmasında ebeveyn ve yenidoğanların sosyodemografik özelliklerini belirlemek amacı ile ''Kişisel Bilgi Formu'', işlem öncesi, sırası ve sonrası ağrı düzeyini ölçmek için ''NIPS Ağrı Ölçeği'' (Neonatal Infant Pain ScaleNIPS), fizyolojik bulgularını değerlendirmek için ''Yenidoğan Bebek Ağrı/Fiziksel Parametre Değerlendirme Formu'' kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen veriler IBM SPSS Statistics 23 paket programına aktarılarak analiz edilmiştir. Yenidoğanların ağrı düzeyi değerlendirildiğinde; işlem sırası ve işlem sonrası anne sesi grubundaki ortalama NIPS puanının, diğer gruplara göre anlamlı derecede düşük olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Fizyolojik parametre sonuçları değerlendirildiğinde; anne sesi grubunda yer alan yenidoğanların işlem sırası ve sonrası ortalama oksijen satürasyon değerleri, beyaz gürültü ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunurken, ortalama kalp tepe atımı değerleri beyaz gürültü ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p<0,05). Sonuç olarak OGTT işlemi sırasında yenidoğanın ağrısının giderilmesindeen etkili yöntemin anne sesi olduğu görülmüştür. Araştırma sonucuna göre yenidoğanın ağrısının giderilmesinde ve fizyolojik parametrelerinin olumlu seyir izlemesinde non-farmakolojik yöntem olarak anne sesinin kullanılması önerilmektedir. Anahtar Sözcükler: Ağrı, Anne sesi, Beyaz gürültü, Fizyolojik parametreler, Hemşirelik, Prematüre.
  • Öğe
    Hemşirelerin merhamet düzeyleri ile hemşirelik bakımında etik tutum düzeyleri arasındaki ilişki
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Mühür, İrem; Yılmaz, Şerife
    Araştırmanın amacı, hemşirelerin merhamet düzeyleri ve hemşirelik bakımında etik tutumları arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Araştırmanın evrenini, Kasım 2021- Eylül 2022 tarihlerinde Düzce Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde çalışan 320 hemşire ile Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde çalışan 1072 hemşire oluşturmaktadır. Örneklem seçimi yapılmamış evrenin tamamına ulaşmak hedeflenmiştir. Araştırmanın verileri; sosyo-demografik bilgilerin yer aldığı kişisel bilgi formu, "Merhamet Ölçeği" ve "Hemşirelik Bakımında Etik Tutum Ölçeği" kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde Kruskal Wallis Testi, Shapiro-Wilk, Mann Whitney U Testi, Kolmogorov-Smirnov Testi, Dunn Testi, Spearman's rho Korelasyon Katsayısı ve SPSS V23 kullanılmıştır. Araştırmaya katılanların yaş ortalamasının 31,22±6,54, toplam çalışma yılı ortalamasının 8,44±6,87, %81,9'unun kadın, %55,4'ünün bekar, %64,3'ünün lisans mezunu olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin merhamet puan ortalamaları 4,13±0,34, hemşirelik bakımında etik tutum puan ortalamaları 54,45±14,95 olarak hesaplanmıştır. Araştırmada, hemşirelerin merhamet düzeyleri ile bakımda etik tutum düzeyleri arasında anlamlı negatif yönlü zayıf ilişki bulunmuştur (r=0,283; p<0,05). Merhamet, merhametli bakım, etik ve etik tutum gibi kavramlara hemşirelik eğitiminde yer verilmesi; merhametli bakım uygulamalarına yönelik farkındalık oluşturulması, merhametli bakımı engelleyebilecek faktörlerin belirlenmesi ve bu konuda gerekli önlemlerin alınması önerilmektedir. Anahtar Sözcükler: Etik, Etik tutum, Hemşirelik, Merhamet, Merhametli bakım.
  • Öğe
    Hemşirelerin olay bildirim sistemlerini kullanımınınve etkileyen faktörlerin incelenmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Arat, Zeycan; Demiray, Ayşe
    Araştırma, hemşirelerin olay bildirim sistemlerini kullanımının ve etkileyen faktörlerin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, bir kamu hastanesinde çalışan 348 hemşire oluşturdu. Araştırma verileri, Nisan 2022-Haziran 2022 tarihleri arasında, araştırmaya katılmayı kabul eden 264 hemşire ile "Demografik Bilgi Formu", "Olay Bildirim Farkındalık ve Kullanım Bilgi Formu", "Olay Bildirimi Tutum Ölçeği (OBTÖ)", "Güvenlik Tutumu Ölçeği (GTÖ)", "Olay Bildirim Engelleri Ölçeği (OBEÖ)" kullanılarak yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırma veri analizinde tanımlayıcı istatistikler, Pearson korelasyon katsayısı, bağımsız t testleri, tek yönlü varyans analizi (One-Way ANOVA) kullanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre, hemşirelerin %44,7'nin herhangi bir olay bildirim eğitimi almadığı, %39'unun meslekte rapor edilmesi gereken hasta güvenliğine yönelik bir olaya tanık veya dâhil olduğu bununla birlikte sadece %37,9'nun hasta güvenliğine yönelik olay bildiriminde bulunduğu, hemşirelerin %81,8'nin olay bildirim sistemi farkındalığı ve %55,3'ünün olay bildirim kullanım bilgisi olduğu belirlenmiştir. Araştırma kapsamına alınan hemşirelerin OBTÖ puan ortalaması 2,24±0,34 olarak bulunmuş ve olay bildirimine ilişin tutumlarının kısmen olumsuz olduğu, GTÖ puan ortalaması 3,44±0,50 olarak bulunmuş ve güvenlik tutumlarının olumlu olduğu, OBEÖ puan ortalaması 2,70±0,72 olarak bulunmuş ve olay bildirim engel algıları kısmen yüksek olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin olay bildirme durumları ile olay bildirim tutumları, güvenlik tutumları, olay bildirim engelleri arasında istatistiksel olarak anlamlı derecede bir fark bulunmuştur (p<0,05). Araştırma sonucunda hemşirelerin istenmeyen olaylar karşılaşma durumlarının yarıdan az olduğu fakat karşılaşanların bildirim oranının düşük olduğu tespit edilmiştir. Hemşirelerin olay bildirimi eğitimi almaları, olay bildirim sistemi farkındalıkları ve kullanım bilgileri, olay bildirim tutumları, güvenlik tutumları ve olay bildirim engellerinin hasta güvenliğine yönelik istenmeyen olayları bildirme durumları üzerinde etkiye sahip olduğu belirlenmiştir Hemşirelerin bildirim sistemi kullanımını etkileyen faktörlerin göz önünde bulundurması, olay bildirim sonrasında yapılan iyileştirme faaliyetlerinde hemşirelerin sürece dâhil edilmesi ve geri bildirim yapılması, hemşirelerin olay bildirim tutumları, güvenlik tutumları ve olay bildirim engellerinin düzenli aralıklarla değerlendirilmesi önerilebilir. Anahtar Sözcükler: Hasta güvenliği, İstenmeyen olay, Olay bildirim engelleri, Olay bildirim sistemi, Olay bildirim tutum
  • Öğe
    Sıçanlarda kısa, orta, uzun zincirli yağ asitlerinin büyüme hormonu, insülin benzeri büyüme faktörü 1, insülin ve hormona duyarlı lipaz düzeylerine etkilerinin araştırılması
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Emir, Ayşegül; Beyazçiçek, Özge
    Kombine kısa (KZYA), orta (OZYA) ve uzun (UZYA) zincirli yağ asitlerinin büyüme hormonu (GH), insülin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1), insülin ve hormona duyarlı lipaz (HSL) gibi hormonların serum/doku konsantrasyonu üzerindeki etkilerine dair veriler azdır. Bu çalışmanın amacı kısa, orta ve uzun zincirli yağ asitlerinin kombine kullanımının GH, IGF, İnsülin ve HSL salgılanması üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Bu amaçla çalışmada kısa zincirli yağ asitlerinden bütirik asit (BA), orta zincirli yağ asitlerinden kaprilik asit (KA) ve uzun zincirli yağ asitlerinden oleik asit (OA) kullanıldı. Çalışmada 56 adet erkek wistar cinsi sıçan kullanıldı. Sıçanlar rastgele kontrol grubu, bütirik asit grubu (BA), kaprilik asit grubu (KA), oleik asit grubu (OA), bütirik asit+kaprilik asit grubu (BA+KA), bütirik asit+oleik asit grubu (BA+OA), kaprilik asit+oleik asit grubu (KA+OA) ve bütirik asit+kaprilik asit+oleik asit grubu (BA+KA+OA) olmak üzere 8 alt gruba ayrıldı ve 21 gün süresince sıçanlara oral olarak uygulandı. Çalışma sonunda sıçanlardan alınan serum örneklerinden GH, IGF, İnsülin ve HSL düzeyleri ELİSA yöntemi ile belirlendi. BA uygulaması GH, IGF1, insülin seviyelerini düşürürken HSL seviyesi üzerinde anlamlı bir etkisi gözlemlenmedi. KA uygulaması HSL seviyesini artırırken GH, İnsülin ve IGF-1 seviyeleri üzerinde ise anlamlı bir etki saptanmadı. OA uygulaması GH, HSL seviyesini artırırken IGF-1 ve insülin üzerinde anlamlı bir etki göstermedi. KA uygulaması glikoz seviyesini artırırken BA ve OA uygulamaları glikoz seviyeleri üzerinde anlamlı bir etki göstermedi. BA, KA ve OA uygulamalarının ağırlık üzerine etkisi gözlemlenmedi. Yağ asitlerinin kombine uygulanması GH seviyesini artırırken, insülin, IGF-1 ve HSL seviyelerini azalttı. Sonuç olarak, kısa, orta ve uzun zincirli yağ asitlerinin GH, IGF-1, HSL ve insülin üzerindeki etkilerini gözleyebilmek için daha uzun süreli ve kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Öğe
    Yönetici hemşirelerin kullandıkları güç kaynakları ile hemşirelerin iş motivasyonu arasındaki ilişki
    (Düzce Üniversitesi, 2024) İşleyen, Rıdvan; Bekar, Ebru Özen
    Bu çalışma yönetici hemşirelerin kullandıkları güç kaynakları ile hemşirelerin iş motivasyonları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için tanımlayıcı-ilişki arayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın verileri Mart 2023 / Eylül2023 tarihleri arasında online olarak 164 hemşireden toplandı. Veri toplama aracı olarak "Kişisel Bilgi Formu", "Yönetici Hemşirelerden Algılanan Güç Ölçeği" ve "İş Motivasyon Ölçeği" kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken kategorik değişkenler için sıklıklar sayısal değişkenler için ise tanımlayıcı istatistikler kullanıldı. Ölçümler arasındaki ilişkilerin sınanması amacıyla Pearson Moment Korelasyon Analizi, bağımsız değişkenlerin bağımlı değişken üzerindeki etkisini ortaya koymak için regresyon analizi kullanıldı. Çalışmaya katılan kişilerin: %67,7'si kadın, %62,8'i evli, %87,2 si lisans ve lisansüstü eğitim almış, %26,8'i yataklı servislerde çalışmakta ve ortalama 31,65±5,90 yaşlarındadır. Bulgular incelendiğinde Karizmatik Güç, Yasal Güç, Uzmanlık Gücü, Zorlayıcı Güç ve Ödüllendirme Gücü alt boyutlarının ortalaması ve standart sapması sırasıyla (3.32±0,78, 3,30±0,75, 3,13±0,84, 3,13±0,79, 3,12±0,77) olarak saptanmıştır. Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği puan ortalaması ve standart sapması ise 56,79±8,79'dur. Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği ile sadece Zorlayıcı Güç Alt Boyutu arasında negatif yönlü ve orta seviyede anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Zorlayıcı Güç Alt Boyutu puanı Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği Puanını anlamlı ve negatif yönlü yordamaktadır (?=-6,467; p<0,05). Zorlayıcı Güç Alt Boyutu, Hemşire İş Motivasyonu Ölçeğinin %33,6'sını açıklamaktadır. Bu çalışmadan elde edilen bulguların sonuçlarına göre, yöneticilerin kullandıkları zorlayıcı güç hemşirelerin iş motivasyonunu olumsuz olarak etkileyen faktörlerden biridir.
  • Öğe
    3-6 yaş grubu bronkopnömonili çocuklarda kullanılan jet ve mesh nebülizatörlerin fiziksel parametrelere ve anksiyete düzeylerine etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Özakman, Zişan; Aydın, Meryem
    Araştırma 3-6 yaş grubu bronkopnömonili çocuklarda inhaler ilaç tedavisinde kullanılan jet ve mesh nebülizatörlerin fiziksel parametrelere ve anksiyete düzeyine etkisini belirlemek amacıyla randomize kontrollü deneysel tasarımlı çalışma olarak planlanmıştır. Çalışma Aralık 2022-Şubat 2023 tarihleri arasında Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesi Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Pediatri Yoğun Bakım Ünitesi'nde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini yapılan güç analizi sonucuna göre, çalışmaya katılmayı kabul eden ve örneklem seçim kriterlerine uyan toplam 60 çocuk (30 deney ve 30 kontrol grubu) oluşturmuştur. Çocukların gruplara dağılımı rastlantısal olarak yapılmıştır. Çalışmanın veri toplama sürecinde ''Çocuk ve Ebeveyn Tanıtıcı Bilgi Formu'', ''Fiziksel Parametreler Kayıt Formu'' ve ''Çocukların Duygusal Dışa Vurumunu Değerlendirme Ölçeği''(ÇDDVDÖ) kullanılmıştır. Kontrol grubundaki çocuklara klinikte rutin olarak kullanılan jet nebülizatör ile inhaler tedavi uygulanırken deney grubundaki çocuklara mesh nebülizatör ile inhaler tedavi uygulanmıştır. Her iki grubun uygulama öncesi, sırasında ve sonrasında fiziksel paremetreleri(vücut sıcaklığı, solunum sayısı, kalp atım hızı, SPO2) ölçülmüş ve iki gruba da ÇDDVDÖ uygulanmıştır. Elde edilen veriler, SPSS 25.0 (Statistical PackageForSocialScience) paket programında araştırma verilerine uygun istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmiştir. İki gruba sahip değişkenlerde Independent sample t test kullanılmıştır. Varyansların homojen dağılmadığı durumlarda ikili gruplarda Mann Whitney U test kullanılmıştır. Kategorik değişkenler arasındaki ilişki Chi-Square test ile değerlendirilmiştir. Sayısal değişkenler için grupların zamana göre karşılaştırmaları, tekrarlı ölçümlerde tek yönlü varyans analizi (Repeated Measures one-way ANOVA) ile gerçekleştirilmiştir. Çoklu karşılaştırma testi olarak Bonferroni testi kullanılmıştır. Anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Araştırma verileri incelendiğinde çocukların ÇDDVDÖ puanları gruplar arası fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Buna göre kontrol grubunun anksiyete düzeyi deney grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. Gruplar arası ölçüm zamanlarına göre vücut sıcaklığı bulgularında anlamlı derecede fark bulunmazken (p>0,05), solunum sayısı, kalp atım hızı ve oksijen satürasyonu değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur(p<0,05). Bu bulgulara göre mesh nebülizatörün çocuklarda jet nebülizatöre göre daha az anksiyeteye sebep olduğu ve fiziksel parametrelerini olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Mesh nebülizatörün anksiyeteyi, ve olumsuz fizyolojik parametreleri düşürebileceği bu nedenle çocuk acil, çocuk yoğun bakım ve çocuk sağlığı kliniklerinde kullanımı önerilmektedir. Anahtar Sözcükler: Nebülizatör, Mesh Nebülizatör, Jet Nebülizatör, Anksiyete, Çocuk Fiziksel Parametreleri.
  • Öğe
    COVİd-19 salgınında sağlık çalışanlarında kaygı düzeyi: Bursa şehir hastanesi örneği
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Bilgiç, Zeynur Demir; Mayda, Atilla Senih
    Bu çalışma, COVID-19 hastalığının sağlık çalışanları üzerindeki kaygısal etkilerini incelemek amacıyla yapılmaktadır. COVID-19, dünya genelinde bir pandemiye neden olan ve sağlık çalışanları için önemli bir stres kaynağı olan bir virüstür. Bu çalışmanın amacı, COVID-19'un yapısı, belirtileri, bulaşma yolları, tanı yöntemleri ve testleri gibi temel bilgileri sunmaktır. COVID-19, genellikle ateş, öksürük, nefes darlığı, kas ağrıları, baş ağrısı ve yorgunluk gibi semptomlarla kendini gösteren bir solunum yolu enfeksiyonudur. Bulaşma yolları arasında damlacık yoluyla temas, yakın temas ve yüzeylere dokunma sonrası enfeksiyon yer almaktadır. Tanı yöntemleri arasında PCR testi, antijen testi ve antikor testleri kullanılmaktadır. Kaygı, kişinin belirsizlik, tehdit veya endişe duygularıyla başa çıkmaya çalıştığı bir psikolojik durumdur. Çalışmada kaygının çeşitleri ve COVID-19 kaygısının özellikleri incelenecektir. COVID-19 kaygısı, virüsün yayılması, enfekte olma riski, sağlık çalışanlarının ailelerine bulaştırma endişesi gibi faktörlerle ilişkilendirilmiştir. Sağlık çalışanlarında kaygı düzeyleri, pandeminin sağlık sistemi üzerindeki etkileri nedeniyle artmıştır. Sağlık çalışanları, hastalarla temas halinde oldukları için enfeksiyon riskine maruz kalmaktadırlar ve bu da kaygı seviyelerini artırabilmektedir. Ayrıca, yüksek iş yükü, kaynak eksikliği, bilgi yetersizliği ve kişisel koruyucu ekipman sıkıntısı gibi faktörler de sağlık çalışanlarında kaygıyı tetikleyebilir. Bu çalışmada veri toplama araçları olarak sosyodemografik bilgi formu, Spielberger Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği ve Koronavirüs Fobisi Ölçeği kullanılacaktır. Sosyodemografik bilgi formu, katılımcıların demografik özelliklerini, mesleki deneyimlerini ve pandemi sürecindeki maruziyetlerini değerlendirecektir. Spielberger Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği, katılımcıların anlık ve sürekli kaygı düzeylerini ölçmek için kullanılacaktır. Koronavirüs Fobisi Ölçeği ise katılımcıların COVID-19'a yönelik özel bir korku veya fobi düzeyini değerlendirmek için kullanılacaktır. Bu çalışmanın sonuçları, sağlık çalışanlarının COVID-19 ile ilgili kaygı düzeylerini anlamamıza ve bu kaygıyı azaltmak için uygun müdahalelerin geliştirilmesine katkı sağlayacaktır. Anahtar sözcükler: COVİD 19, Durumluk kaygı, Kaygı etkileri, Sağlık çalışanları, Sürekli kaygı
  • Öğe
    Sağlık çalışanlarının kahvaltı alışkanlıklarının beden kitle indeksi ile vücut bileşenlerine etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Uzun, Tuğçe; Mayda, Atilla Senih
    Sağlık çalışanlarının kahvaltı alışkanlıklarının ve kahvaltı öğününe karşın tutumlarının saptanması ile vücut analizlerinin yapılarak bunlar arasında anlamlı farklılıklar olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılan bu araştırma kesitsel olarak planlanmıştır. Araştırma Düzce Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde Eylül 2021-Temmuz 2022 tarihlerinde yürütülmüştür. Anket formu yüz yüze uygulanmış, katılımcıların boy ve kilo ölçümleri ile vücut analizleri yapılmıştır. Araştırmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesinde Statistical Package for Social Sciences (SPSS) 23.0 paket programı kullanılmıştır. Testlerde istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak değerlendirilmiştir. Araştırmanın örneklemini 132'si kadın, 68'i erkek olmak üzere toplam 200 kişi oluşturmuştur. Araştırmaya katılanların çoğunluğu %39.5 (n=79) ile hemşire ve hemşire yardımcısıdır. Araştırmaya katılanların %62'si (n=124) düzenli mesai ile çalışırken %38'i (n=76) nöbet usulü ile çalışmaktadır. BKİ değerlerine bakıldığında kadınlarda ortalama sonuç 25.07±4.29, erkeklerde ise 26.79±3.46'dır. Kadınların %50.8'i normal, erkeklerin %44.1'i hafif kilolu BKİ aralığındadır. Kadınların yağ oranları ortalama %28.27±6.84, erkeklerin ise %21.31±4.89'dur. Çalışma şekli ile kahvaltı yapma sıklığı arasında anlamlı bir ilişki (p=0.018<0.05) bulunduğu görülmektedir. Ayrıca kahvaltı yapma sıklığı ile kronik hastalık varlığı arasında anlamlı bir ilişki (p=0.007<0.05) bulunmuştur. Düzenli kahvaltı yapmayan katılımcılarda kronik hastalık varlığı daha fazladır. BKİ grupları ile medeni durum (p=0.00<0.05), kahvaltının kiminle yapıldığı (p=0.009<0.05) ve kahvaltıda tüketilen besinler (p=0.000<0.05) arasında anlamlı farklılıklar bulunmaktadır. Araştırma sonuçlarına göre sağlıklı yaşam tarzı ve doğru beslenme alışkanlığının geliştirilmesi, yanlış beslenme uygulamalarının ortadan kaldırılması için sağlık çalışanlarına beslenme eğitimi verilmesi önerilmektedir. Sadece sağlık çalışanlarına değil, diğer kurum ve kuruluşlarda çalışan farklı meslek gruplarına da sağlıklı beslenme ile ilgili eğitimler verilerek toplumun bilinçlendirilmesi önerilmektedir.
  • Öğe
    Manuel spor masajının ve masaj tabancasının farklı branşlardaki erkek milli sporcularda esnekliğe etkisi
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Çakmak, Sadullah Emre; Özbar, Nurper
    Bu araştırma ile manuel spor masajının ve masaj tabancasının farklı spor dallarındaki milli sporcularda esnekliğe olan etkisi karşılaştırılmaya çalışılmıştır. Araştırmaya Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezi (TOHM) Ankara'da bulunan yaş ortalamaları 19.0±2.64 yıl, boy uzunluğu 176.3±8.00 cm, vücut ağırlıkları 72.8±15.7 kilogram, yağ yüzdesi ortalamaları 12.6±5.69, vücut kitle indeksleri (VKİ) 23.3±3.59 olan, sakatlıkları ve herhangi bir rahatsızlıkları bulunmayan haftada en az 12 saat antrenman yapan mücadele sporlarından 30 erkek sporcu gönüllü olarak katılım sağlamıştır. Sporcuların araştırmaya katılımı için Gençlik ve Spor Bakanlığından gerekli izinler alınmış olup, tüm katılımcıların kendilerinden ve 18 yaş altı sporcuların velilerinden de gönüllü katılım onam formu alınmıştır. Sporculara masaj yapılmadan önce oda sıcaklığı 27° de sabit tutularak otur uzan testi ve gonyometre ile eklem açıklığı ölçümü yapılmıştır. Sporcular rastgele olarak iki eşit gruba ayrılmıştır. Antrenman yapmadıkları günde dinlenik durumda hamstring ve lumbal kaslara 10 dk. manuel spor masajı yapılmıştır. İkinci gruba ise hızı kademeli olarak arttırılabilen masaj tabancası ile 5 dakika 1.kademe ve 5 dk. 2.kademe hızda masaj yapılmıştır. Her iki gruba masaj uygulaması gerçekleştikten sonra esneklik testleri bir kez daha uygulanmış ve iki yöntem arasındaki fark belirlenmeye çalışılmıştır. İki uygulamanın da esnekliğe olumlu etki sağladığı görülmüş olup, % lik olarak manuel spor masajının daha faydalı olduğu ve diğer masaj türüne göre daha etkili olduğu görülmüştür. Anahtar Kelimeler: spor masajı, esneklik, masaj tabancası, otur uzan testi, gonyometre
  • Öğe
    Pozitif psikoterapiye dayalı psikolojik dayanıklılık psikoeğitim programının hemşirelerin psikolojik dayanıklılıklarına etkisi ve dengeli yaşam becerileri
    (Düzce Üniversitesi, 2024) Öner, Seda; Karaca, Aysel; Şişman, Nuriye Yıldırım
    Bu araştırma, Pozitif Psikoterapiye Dayalı Psikolojik Dayanıklılık Programının hemşirelerin psikolojik dayanıklılıklarına etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma, randomize kontrollü ve fenomolojik (olgu bilim) desende karma bir çalışma olarak yürütülmüştür. Araştırmada, ön test-son test–izlem yaklaşımı ile randomize kontrollü deneysel araştırma tasarımı, hemşirelerin yaşam enerjilerini dengeli kullanma durumlarını ve dengeli yaşam becerilerini belirlemek amacıyla niteliksel yöntemlerden "derinlemesine görüşme tekniği" kullanılmıştır. Araştırma Mayıs 2023-Aralık 2023 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi'nde yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini, yapılan güç analizi sonucunda çalışmaya katılmayı kabul eden ve örnekleme alınma kriterlerini taşıyan toplam 66 hemşire (müdahale grubu=31, kontrol grubu=35) oluşturmuştur. Araştırmanın nicel verileri "Kişisel Bilgi Formu" ve "Yetişkinler için Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği" ile ön test-son test ve izlem testi şeklinde toplanmıştır. Nitel veriler programı tamamlayan 14 gönüllü hemşire ile derinlemesine görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Araştırmanın nicel verilerinin analizi SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 25.0 programı paket programı üzerinden yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda, Yetişkinler için Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği alt boyutlarında aile uyumu alt boyutunda deney grubunda; gruplar arası, zamana göre ve grup zaman etkileşimi yönünden anlamlı fark bulunmuştur. Gelecek algısı ve sosyal yeterlilik alt boyutlarında deney grubunda zamana göre ve grup zaman etkileşimi yönünden anlamlı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Psikolojik dayanıklılık toplam puanında gruplar arası düşük, deney grubunda zamana göre yüksek düzeyde anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Nitel verilerin analizinde katılımcıların ifadeleri hiç değiştirilmeden bilgisayar ortamında deşifre edilmiştir. Kodlar anlam bütünlüğüne göre gruplandırılmış ve bu kodları temsil edebilecek, ana tema ve alt temalar oluşturulmuştur. Yaşam dengesi, gerçek yetenekler, anahtar çatışma, zorlayıcı yaşam olayları, programın genel değerlendirilmesi ve 5 yıl sonra olarak toplam 6 ana temaya ulaşılmıştır. Bu sonuçlar doğrultusunda Pozitif Psikoterapiye Dayalı Psikolojik Dayanıklılık Programının hemşirelerin psikolojik dayanıklılık geliştirmesinde ve dengeli yaşam becerilerini öğrenme ve kullanma konusunda etkin olduğunu düşünülerek, programın hemşirelerin psikolojik dayanıklılığını arttırma ve dengeli yaşam becerileri öğrenebilmeleri için kullanılması önerilmektedir.
  • Öğe
    Migrende serum PROBDNF, BDNF ve plazminojen düzeylerinin incelenmesi
    (Düzce Üniversitesi, 2023) Yüksel, Cengiz; Demir, Şerif; Beyazçiçek, Ersin
    Migren, nüfusun yaklaşık %12'sini etkileyen, ciddi bir hastalık yükü oluşturan ve etyolojisi henüz tam olarak anlaşılamamış bir baş ağrısı çeşididir. Nedenleri arasında genetik yatkınlığı ve patofizyolojik mekanizmaları içeren bazı teoriler bulunmaktadır. BDNF'de migren patofizyolojisinde CGRP ile ilişkisi sebebiyle önemli olabileceği düşünülen bir moleküldür. BDNF trigeminal ganglion nöronlarında CGRP ile ilişkilidir. BDNF ve CGRP'nin bu ilişkisinin, hastaların migrene duyarlılığını modüle etmede önemli bir rol oynayabileceğini öne sürülmüştür. Bu çalışmanın amacı migren tanısı almış hastalar ile migren tanısı almamış bireylerde serum BDNF, ProBDNF ve plazma plazminojen düzeyleri arasında bir farklılık olup olmadığını incelemektir. Düzce Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Polikliniğinde migren tanısı almış 43 hasta migrenli grubu, migren tanısı olmayan ve hastanenin diğer polikliniklerine başvurmuş 43 kişi de kontrol grubunu oluşturdu. Veri toplama aracı olarak araştırmacıların düzenlemiş olduğu Hasta Bilgi Formu kullanıldı ve çalışmaya katılan kişilerden kan örnekleri alınarak BDNF, ProBDNF ve Plazminojen seviyeleri ölçüldü. Sayısal değişkenler için tanımlayıcı istatistikler aritmetik ortalama±standart sapma ve ortanca (minimum-maksimum), kategorik yapıdaki veriler için sayı ve yüzde olarak verildi. Migren grubu ve kontrol grubunun karşılaştırmalı analizlerinde kategorik veriler kikare testi ile, ölçüm değerleri parametrik ve nonparametrik verilerde uygun testler ile analiz edildi. İstatistiklerde p anlamlılık düzeyi p?0.05 olarak kabul edildi. Migren grubunda BDNF (112,23 ±12,49 pg/ml) ve ProBDNF (114,80±21,99 pg/ml) serum düzeyleri ortalamaları kontrol grubu BDNF ortalaması (168,04 ±59,48 pg/ml) ve ProBDNF (226,14 ±94,46 pg/ml) göre düşük bulunmuştur (p<0,001, p<0,001). Gruplar arasında plazma plazminojen düzeyi bakımından fark bulunmamıştır (p=0,577). Gruplar arasında BDNF ortalamalarının farklı olmasının, düşük dozlardaki BDNF'nin hiperaljezik etkisinden kaynaklandığı düşünülebilir. Anahtar Sözcükler: BDNF, Migren, Plazminojen, ProBDNF.