Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
- Öğe Kaygı bozukluğu olan çocuklara uygulanan bilişsel davranışçı müdahalelerin çocukların kaygı düzeyine etkisi: Meta analiz çalışması(Düzce Üniversitesi, 2024) Alemdar, Hacer; Karaca, AyselBu araştırma, kaygı bozukluğu olan çocuklara uygulanan bilişsel davranışçı terapi (BDT) müdahalelerinin çocukların kaygı düzeyine etkisinin belirlenmesi amacı ile meta-analiz yöntemi kullanılarak yapılmıştır. Bilişsel davranışçı terapinin çocukların kaygı düzeyine etkisinin incelendiği randomize kontrollü ve yarı deneysel çalışmaları belirlemek için "PubMed", "Science Direct", "Scopus", "Web of Science" ve "ULAKBİM" veri tabanları kullanılmıştır. Kapsamlı bir literatür taraması ile dahil edilme kriterlerine uygun olan çalışmalar bu araştırma için seçilmiştir. Çalışmaların metodolojik kalite değerlendirilmesi randomize kontrollü çalışmalar ve yarı-deneysel çalışmalar için Joanna Briggs Institute (JBI) tarafından geliştirilen "Kritik Değerlendirme Kontrol Listeleri" ile yapılmış olup, verilerin meta-analizinde Review Manager 5.4.1 programı kullanılmıştır. Çalışmaya 2015-2024 yılları arasında yayınlanmış olan 29 çalışma dahil edilmiştir. Araştırmaların toplam örneklem hacmi 3.028 (deney grubu:2.214 ve kontrol grubu:814)'dir. Yapılan meta-analizde kaygı bozukluğu olan çocuklara uygulanan BDT müdahalelerinin çocukların kaygı düzeyinin düşürülmesinde etkili olduğu belirlenmiştir (SMD:-1,51, 95%: -2,07, -0,95, Z=5,28, p<0,00001). Çocuklara uygulanan BDT türlerinden en çok bilişsel davranışçı oyun terapisinin çocukların kaygı düzeyini düşürmede etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır (SMD: -2.41, 95%: -2,95, -1.88, Z=8.84, p<0.00001). Uygulama sonrası, 3.-6. ve 12. ay sonrası izlem testleri sonuçlarına göre BDT'nin çocukların kaygı düzeyini istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde azalttığı saptanmıştır. Bu sonuçlar doğrultusunda bu meta-analiz çalışması, çocuklarda kaygı bozukluklarının tedavisinde BDT'nin etkinliği konusunda literatüre önemli bir güncelleme sağlamaktadır.
- Öğe Doğal kaynaklardan glutatyon elde edilmesi, saflaştırılması ve farmasötik formda değerlendirilmesi(Düzce Üniversitesi, 2024) Bostan, Fatmanur; Koca Çalışkan, UfukGlutatyon (GSH), hücrelerde sentezlenen düşük molekül ağırlıklı glutamik asit, sistein ve glisin amino asitlerinden oluşan bir tripeptittir. GSH, hücreleri oksidatif hasardan ve ksenobiyotik elektrofillerin toksisitesinden korumanın yanı sıra redoks homeostazını sürdürmede kritik roller oynar. GSH, çok sayıda temel biyolojik süreçte yer alan ve çeşitli dejeneratif hastalıklara müdahalelerde kullanılan güçlü antioksidan aktiviteye sahiptir. GSH'ın oral yolla verilmesi gastrointestinal (GI) sistemdeki fizikokimyasal bariyerler nedeniyle diğer protein ve peptit ilaçlarına benzer şekilde zorlu olmaya devam etmekte ve düşük oral biyoyararlanıma neden olmaktadır. Dağılımı iyileştirmek için hidrojeller, nanopartiküller içine kapsülleme, mikroemülsiyonlar ve lipozomlar gibi klinik terapötik etkilere sahip uygun formülasyonlar yeni nesil stratejiler kullanılmaktadır. Bu çalışmada, öncelikle, donmuş ve taze brokoli (Brassica oleracea), ıspanak (Spinacia oleracea), lahana (Brassica oleracea var. capitata f. alba) ve semizotu (Portulaca oleracea)'dan etkili GSH düzeyleri elde edilmesini sağlandı. GSH'ı niceliksel olarak ve niteliksel olarak belirlemek için UV ve floresan dedektörlü HPLC kullanarak analitik yöntemler geliştirildi ve sonuçlar karşılaştırıldı. HPLC-UV sonuçlarına göre en yüksek GSH seviyesi liyofilize ıspanak bitkisi ile elde edilirken taze semizotu bitkisinden pik elde edilemedi. HPLC-FLD sonuçlarına göre en yüksek GSH seviyesi liyofilize ıspanak bitkisinde elde edilirken taze ve liyofilize semizotu bitkisinden pik elde edilemedi. HPLC sonuçları karşılaştırıldığında, sonuçlarda her iki analitik yöntem için de benzer sonuçlara ulaşıldı. Daha sonra araştırma, terapötik çalışmalar için farmasötik bir ürün geliştirme nihai hedefiyle GSH' ın biyoyararlılığını artırmaya yönelik stratejilere odaklandı. Bu amaçla doğal kaynaklı glutatyon bazlı enjekte edilebilir hidrojel ve ticari glutatyon bazlı enjekte edilebilir hidrojel tasarlandı. Kimyasal yapı açısından benzer sonuçlar elde edilirken, doğal kaynaklı glutatyon bazlı enjekte edilebilir hidrojelin daha iyi homojen bir dağılıma sahip olduğu gözlendi. Sonuçlar, doğal kaynaklı glutatyon bazlı enjekte edilebilir hidrojel stratejisinin, oldukça gelişmiş antioksidan ve biyoaktif özelliklere sahip yeni nesil GSH bazlı hidrojel için yeni bir strateji olduğunu göstermektedir.
- Öğe Seyitömer Höyük Erken Tunç Çağı III tabakalarına ait arkeobotanik kalıntılar ile günümüz çevre köy yerleşmelerine ait etnobotanik çalışmaların birlikte değerlendirilmesi(Düzce Üniversitesi, 2025) Kutlu, Leman; Altundağ Çakır, ErnazBu çalışma, Kütahya İli sınırları içerisinde yer alan Seyitömer Höyük yerleşmesinin Erken Tunç Çağı III evresine ait arkeobotanik bulgular ile höyük çevresindeki yedi köy ve bir kasabada gerçekleştirilen etnobotanik verileri karşılaştırmalı olarak ele almaktadır. Araştırmanın temel amacı, tarih öncesi yerleşimlerdeki bitki kullanım uygulamalarının günümüz geleneksel bilgi sistemleriyle olası sürekliliğini ve dönüşümünü incelemektir. Arkeobotanik analizler kapsamında 214 örnek değerlendirilmiş, bunlardan 28 familyaya ait 84 takson ve toplam 530.087 adet bitki kalıntısı tespit edilmiştir. Etnobotanik saha çalışmaları çerçevesinde ise 117 katılımcı ile görüşme yapılmış; 35 familyaya ait 147 taksonun, 19 alttür, 5 varyete ve 7 endemik türün çeşitli kullanım biçimleri kaydedilmiştir. Karşılaştırmalı analiz sonucunda, arkeobotanik ve etnobotanik veriler arasında 33 taksonun kesişimi belirlenmiş; bu kesişimler üzerinden kültürel süreklilik ve değişim süreçleri yorumlanmıştır. Çalışma, arkeobotanik ve etnobotanik verilerin birlikte ele alınmasının, tarihsel ekolojik bilgi birikiminin çözümlenmesinde işlevsel bir yöntem sunduğunu ortaya koymaktadır.
- Öğe Dişi ratlarda arı sütünün üreme sağlığı ve doğurganlık (fertilite) üzerine etkilerinin araştırılması(Düzce Üniversitesi, 2025) Bellici, Asiye Elvan; Kekeçoğlu, MeralArı sütü genç işçi arıların hipofaringeal bezlerinden salgılanan bir arı ürünüdür. Bu tez çalışmasında içeriği ve antioksidatif özellikleri belirlenen arı sütünün büyüme, gelişme ve üreme sağlığı üzerine etkisi araştırılmıştır. Bu amaçla çalışmada hem immatür ve hem de matür dişi Spraque Dawley ratlar kullanılmıştır. İmmatür (30 günlük) ratlar; kontrol (IM), 200 mg/kg (IM200), 300 mg/kg (IM300) ve 400 mg/kg (IM400) arı sütü ile beslenen 4 gruba ayrılmıştır ve 75 gün boyunca arı sütü ile beslenmiştir. Matür (60 günlük) ratlar; kontrol (M), 200 mg/kg (M200), 300 mg/kg (M300) ve 400 mg/kg (M400) arı sütü ile beslenen dört gruba ayrılmış ve 45 gün boyunca arı sütü ile beslenmiştir. Besleme süresi boyunca ratların kilo ve boy ölçümü gerçekleştirilmiş, kalp kanları alınmış; besleme süresi sonunda, ratların tamamı 105 günlük yaşa ulaştığında sakrifiye edilerek over ve uterus dokuları alınmıştır. Arı sütü ile beslemenin boy, kilo ve vücut kitle indeksi (VKI) üzerine etkisi bulunmamıştır (p>0,05). Arı sütü ile beslemenin growth hormon (GH), progesteron (P) ve folikül uyarıcı hormon (FSH) üzerinde anlamlı bir etkisi tespit edilmemiştir (p>0,05). Arı sütünün artan dozu estradiol (E2) seviyesi açısından immatür gruplarda artışa, matür gruplarda azalışa yönelik etki göstermiştir. İmmatür dönemden itibaren uzun süreli (75 gün) arı sütü ile beslenen gruplarda doza bağımlı olarak anti mullerian hormon (AMH) azalmıştır. Matür çağda 200 mg/kg arı sütü ile besleme primordial (PF I) sayısını artırıcı, over ve uterus dokularında GSH-Px antioksidan özelliği artırıcı etki göstermiştir. İmmatür dönemden itibaren uzun süreli arı sütü ile beslendiğinde endometriyal ve miyometriyal yapıyı koruyucu özellik göstermiştir. Bulgular; arı sütünün çocuklarda anormal büyüme ve gelişmeye neden olmadığını göstermiştir. Arı sütünün, kadın üreme sağlığını hormonları dengeleyerek ve üreme organlarının fiziksel koşullarını iyileştirerek olumlu yönde etkilediği; dişi üreme ömrünü uzatan bir etki gösterdiği sonucu çıkarılmıştır.
- Öğe Bitkisel kaynaklardan melatonin saflaştırılması ve farmasötik formda değerlendirilmesi(Düzce Üniversitesi, 2025) Tokan, Sümeyye Zarf; Çalışkan, Ufuk KocaMelatonin (MEL), son yıllarda dünya çapında giderek artan bilimsel ilgi görmektedir. N-asetil-5-metoksi triptamin (C13H16N2O2) olarak da bilinen MEL, esas olarak omurgalıların epifiz bezi tarafından ve ikincil olarak diğer doku ve organlar tarafından sentezlenebilen doğal bir hormondur. Önceleri sadece hayvansal bir hormon olarak bilinen MEL'in bitkilerde de var olduğu keşfinden sonra bu molekül üzerinde sayısız araştırma yapılmış ve bitkilerde de hayvanlardakine benzer görevler üstlendiği ortaya konulmuştur. Özellikle yenilebilir bitkilerde doğal olarak bulunan biyoaktif bileşiklere yönelik araştırmalar, beslenme ve sağlık açısından oldukça önemli olup daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kapsamda Gümüşi Ihlamur (Tilia tomentosa Moench), Papatya (Matricaria recutita L.), Melisa (Melissa officinalis L.), Şekerotu (Stevia rebaudiana Bertoni), Adaçayı (Salvia officinalis L.) ve Sarı Kantaron (Hypericum perforatum L.) bitkilerinin kurutulmuş formlarından literatüre göre seçilen çözücülerle MEL ekstraksiyonu yapılmış, ekstrelerdeki MEL miktarları HPLC-UV ile hesaplanmıştır. En yüksek verim gözlemlenen Stevia rebaudiana Bertoni bitkisinde, melatonin saflaştırılıp LC-MS' de karakterizasyonu yapılmıştır. Saflaştırılan MEL'i farmasötik formda değerlendirmek için yumuşak tablet formu seçilmiş, karakterizasyon analizleri yapılmıştır. Özetle, bitki kaynaklı melatonin (fito-melatonin) yumuşak tablet formunda tasarlanarak başarıyla tamamlanmıştır.
- Öğe Bir amaca sahip olmanın anksiyete bozuklukları ve depresyon ile ilişkisi(Düzce Üniversitesi, 2025) Çokyaman, Buşra Bahar; Ataoğlu, AhmetBu araştırma, bireylerin yaşamda bir amaca sahip olmasının psikolojik iyilik hali üzerindeki etkisini ve depresyon ile anksiyete bozukluklarıyla olan ilişkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında, Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Polikliniği'ne başvuran ve DSM-5-TR'ye göre depresyon (n=50) ve anksiyete bozukluğu (n=50) tanısı almış toplam 100 hasta ile kontrol grubunu oluşturan 102 sağlıklı bireyden oluşan 202 kişi yer aldı. Örneklem grupları rastgele belirlenmiş, veriler gönüllü katılımcılarla çalışılarak toplanmıştır. Katılımcılara Sosyodemografik Özellikler Formu, Beck Anksiyete ve Depresyon Ölçekleri, Hayatın Anlam ve Amacı Ölçeği ile Warwick-Edinburgh Mental İyi Oluş Ölçeği uygulanmıştır. Elde edilen bulgulara göre, hayatın anlamı ve amacı ölçeğinin olumlu boyut puanları hasta gruplarda sağlıklı bireylere göre daha düşük, olumsuz boyut puanları ise daha yüksek bulunmuştur. Depresyon ve anksiyete puanları ile hayatın anlamsızlığı ve amaç yoksunluğu arasında pozitif; psikolojik iyilik hali ile bu olumsuz boyutlar arasında negatif korelasyon saptanmıştır. Ayrıca mental iyi oluş puanındaki her 1 puanlık artış, depresyon puanını 0.464 ve anksiyete puanını 0.508 puan azaltmıştır. Geçmişte amacı olduğunu belirten bireylerde depresyon ve anksiyete düzeyleri daha düşük, psikolojik iyilik halleri ise daha yüksek bulunmuştur. Amacın hayattaki önemi arttıkça depresyon azalmakta, mental iyilik hali artmaktadır. Sonuç olarak, yaşamda bir amaca sahip olmak, depresyon ve anksiyete belirtilerini azaltmakta ve psikolojik iyi oluşu desteklemektedir. Bu nedenle bireylerde amaç oluşturma becerilerinin geliştirilmesi, ruh sağlığının korunmasında önemli bir adım olabilir.
- Öğe Türkiye'deki anatomi anabilim dalı öğretim elemanlarının kadavra bağışına yönelik tutumlarının incelenmesi(Düzce Üniversitesi, 2025) Özadam, İrem; Şenol, DenizBu çalışmanın amacı; Anatomi Anabilim Dalı'nda görevli öğretim elemanlarının kadavra bağışına yönelik tutumlarını incelemek, aynı zamanda tıp eğitiminde oldukça önemli bir yere sahip olan kadavranın temin edilmesindeki var olan sorunlara değinmektir. Nitel araştırma yöntemleri kullanılarak hazırlanan çalışmamızın anket soruları Google Forms ile oluşturuldu ve Türkiye'de aktif olarak görev yapan anatomistlere WhatsApp ve mail üzerinden ulaştırıldı. Çalışmamıza %48,3'ü kadın, %51,7'si erkek olarak toplamda 176 Anatomist katıldı. İstatistiksel analizde Fisher's Exact Chi-Square Testi kullanıldı. Katılımcıların %34'nün bedenlerini kadavra olarak bağışlamadığı, %30,1'inin de bağışlamayı düşünmediği görüldü. Katılımcıların %63,1'ine göre beden bağışına düşüncelerinin oluşmasında dini bağlamda bir etkinin olmadığı görüldü. Katılımcıların kadavra bağışı ile organ bağışı arasındaki seçimlerinde %65,3'ünün organ bağışını %1,7'sinin kadavra bağışını seçtiği tespit edildi. Çalışmaya katılan öğretim elemanlarının büyük çoğunluğu kadavranın tıp eğitimi için öneminin bilincinde olarak kadavrasız eğitimin devam edemeyeceğini ve kadavra yerine kullanılan yöntemlerin kadavranın yerini alamayacağını düşündükleri görüldü. Ancak kadavranın yerinin doldurulamayacağı görüşünde olmalarına karşın beden bağışı yapmayı düşünmedikleri belirlendi. Katılımcılarımıza göre kadavra yetersizliğinin en önemli nedeni bağış için insanların yeteri kadar bilinçlenmemesinden kaynaklıdır. Kadavra bağışını artırabilecek en uygun yöntemlerden birinin medya üzerinden farkındalığı artırmak olduğu belirlendi. Önemli olan bir diğer yaklaşım ise eğitimde kullandıkları kadavraların ölmeden önce onamının alınmasıyla vicdanen daha rahat hissedeceklerini belirtmeleri oldu. Kadavranın temin edilmesinde var olan sorunların giderilmesi için Anatomistlere büyük bir sorumluluk düşmektedir. Kadavranın öneminin bilincinde olarak bedenlerini bağışlamaları hem farkındalığı artıracak hem de tıp eğitimi için atacakları büyük bir adım olacaktır.
- Öğe Stachys byzantina K. Koch ve Clinopodium vulgare L. subsp. vulgare bitkilerinin antikanser ve antibiyofilm etkinliklerinin araştırılması(Düzce Üniversitesi, 2024) Gedik, Bahar; Şahin, İdrisLamiaceae familyasına ait bazı bitkiler antikanser, antimikrobiyal ve antioksidan gibi çeşitli farmakolojik etkilere sahiptir. Bu familyadaki bitki ekstrelerinin olası antikanser aktivitelerinin moleküler mekanizmaları ve antibiyofilm etkileri hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu tez çalışmasında Düzce ve Bolu çevresinde doğal yayılış gösteren Lamiaceae familyasına ait olan Stachys byzantina K. Koch (Boz karabaş, Dağ çayı) ve Clinopodium vulgare L. subsp. vulgare (Yabani fesleğen) bitki türlerinin çeşitli biyolojik aktivitelerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Antibiyofilm aktivite çalışmamız sonucunda en yüksek antibiyofilm aktivite %72,75 oranla Stachys byzantina bitkisinin sulu ekstresinde gözlenmiştir. Clinopodium vulgare bitkisinin ise en yüksek antibiyofilm aktivitesi %55,44 oranla sulu ekstresinde gözlenmiştir. Çalışmada bitkilerin AGS (mide kanseri), HepG2 (hepatoselüler karsinoma) ve HCT116 (kolon kanseri) hücrelerindeki antiproliferatif etkileri WST-1 kiti ile incelendi. Hücre çoğalması inhibisyonunu en yüksek gösteren hücre hattı AGS hücreleri idi. HUVEC hücrelerinde proliferasyon inhibisyonu görülmemesi, bitki ekstrelerinin sağlıklı normal hücre için toksik olmadığını göstermiştir. AGS hücrelerinde yapılan yara iyileşmesi deneyinde, hücre migrasyon düzeyi anlamlı düzeyde azalmıştır. AGS mide kanseri hücre hattında Kaspaz-3, Kaspaz-8 ve Kaspaz-9 proteinleri kontrole göre 2-5 kat düzeyinde artarken, HCT116 hücrelerinde bu artış kontrole göre 1-3 kat düzeyinde gerçekleşmiş, HepG2 hücrelerinde ise genel olarak çok zayıf Kaspaz aktivasyon düzeyleri izlenmiştir. Western blot deneyleri sonucu, bitki sulu ekstrelerinin uygulandığı AGS hücrelerinde, Bax, Bim ve Bik proteinlerinin ekspresyonlarında kontrole göre anlamlı düzeyde artışlar gözlenirken, Bcl-2 protein ekspresyonu azalmıştır. Bu tez çalışması sonucu elde edilen antikanser ve antibiyofilm etki bulgularının gastrointestinal sistem kanserleri ile ilgili yapılan pre-klinik çalışmalar için önemli katkılar sunacağı ve yeni farmasötiklerin geliştirilmesinde potansiyel bir kaynak olarak kullanılabileceği düşünülmektedir.
- Öğe CT görüntülerinde lamina papyracea'nın yapısı ve varyasyonlarının araştırılması(Düzce Üniversitesi, 2024) Akdoğan, Selen; Çolakoğlu, SerdarLamina papyracea(LP), os ethmoidale'nin orbitaya bakan yüzünde yer alan ve orbitanın medial duvarının oluşmasına katkı sağlayan ince bir kemik yapıdır. Endoskopik sinus cerrahisi(ESC)'nde LP iyatrojenik olarak kırılıp orbitaya girilebilir ve ciddi komplikasyonlar oluşabilir. Muhtemel komplikasyonları önlemek için LP'nin yapısını ve varyasyonlarını bilmek önemlidir. Bu nedenle çalışmamızda BT görüntüleri kullanılarak LP'nin yapısı ve varyasyonları incelenmiştir. Çalışmaya, Düzce Üniversite'si Araştırma ve Uygulama Hastanesi'nde eylül 2021- haziran 2022 tarihleri arasında yüz, cranium, sinus paranasales BT çekilen hastalar dahil edilmiştir. Rastgele seçilen 101 kadın ve 102 erkek hastada LP'nin sağ ve sol taraf olmak üzere tiplerinin tanımlaması ve ölçümü yapıldı. Veriler SPSS programı (version 23.0) ile analiz edildi. Çalışmaya dahil ettiğimiz 203 hasta içerisinde 3 kişide LP dehissansı olduğu görüldü. Dehissans olan hastalar ölçüme dahil edilmedi. 200 hastada sağ ve sol taraf olmak üzere toplam 400 LP'de ölçüm yapıldı. LP'de en fazla Tip I'in, daha sonra sırasıyla Tip IIa, Tip IIb, Tip IIIa ve Tip IIIb'nin olduğu görüldü. Sol LP tiplerinin görülme oranının cinsiyete bağlı olarak değiştiği (p<0,05) ancak sağ LP tiplerinin görülme oranının cinsiyete bağlı olarak değişmediği görüldü (p>0,05). Sol LP tipleri ile sağ LP tipleri karşılaştırıldı ve LP tiplerinin görülme oranının sağ veya sol tarafta bulunma durumuna göre değişmediği görüldü (p>0,05). LP tiplerinin tamamına bakıldığında yaşa bağlı olarak tipin değiştiği görüldü (p<0,05). Sağ LP tipinde yaşa bağlı değişme görülmezken (p>0,05), sol LP tipinde yaşa bağlı değişme görülmektedir (p<0,05). Çalışmamızda bulduğumuz LP tiplerinin görülme oranının literatürde bildirilen oranlarla uyumlu olduğu görüldü. Çalışmamızdaki LP dehissans oranının literatürde bildirilen dehissans oranlarıyla uyumlu olduğu görüldü. LP dehissansının cinsiyet, yaş ve taraf seçip seçmediğine dair istatistiksel değerlendirme veriler yetersiz olduğu için yapılamamıştır. Çalışmamız, LP'nin yapısının daha iyi bilinmesiyle ESC'de oluşabilecek ciddi komplikasyonların önüne geçmeye yardımcı olacaktır.
- Öğe CT görüntüleri kullanılarak septum nası deviasyonlu hastalarda concha bullosa varlığının araştırılması(Düzce Üniversitesi, 2024) Akkara, Hilal; Çolakoğlu, SerdarNasal septum, burnun önemli anatomik yapısı ve desteğidir. Kulak Burun Boğaz polikliniğine başvurulan en sık sebeplerden biri de burun tıkanıklığıdır. Septum nasi deviasyonu burun tıkanıklığına zemin hazırlayan etkenlerden arasında yer almaktadır. Septum nasi'de meydana gelen deviasyon sonucunda paranasal sinüslerde çeşitli anatomik varyasyonlar meydana gelir. Oluşan anatomik varyasyonlar arasında concha bullosa da yer almaktadır. Septum nasi deviasyonu ile concha bullosa varlığı nasal pasajı tıkayarak nefes alma sürecinde sorun yaratmaktadır. Çalışmamız septum nasi deviasyonuna sahip bireylerde radyolojik görüntüleri mevcut 278 hastanın 3D-MPR yöntemi ile concha bullosa varlığı incelendi. Septum nasi ölçümleri yapılan hastalarda concha bullosa varlığı irdelendi. Yapılan ölçümler ile septum nasi uzunluğu, septal deviasyon açısı, septal deviasyon miktarı ölçülerek birbirine oranlandı. Çalışmamızda tespit edilen septum nasi uzunluğu arasında fark olmadığı belirlendi (p>0,05). Septal deviasyon açısı ile septal deviasyon miktarı arasında anlamlı fark olduğunu belirlendi (p<0,05). Çalışmamızda tespit edilen septum deviasyon tipleri ile septal deviasyon açısı arasındaki farkın anlamlı olduğunu görüldü (p<0,05). Septum deviasyon tiplendirmesinde kullanılan sınıflandırmalar arasında anlamlı farkılık bulundu (p<0,05). Septum nasi deviasyonuna sahip olgularda erkeklerde %54,8 kadınlarda ise %58,3 oranında concha bullosa varlığı tespit edildi. Bu durum septum nasi deviasyonuna sahip bireylerde concha bullosa varlığının anlamlı olduğunu göstermektedir. Concha bullosa tarafının cinsiyet üzerinde etkisinin olmadığı görüldü (p>0,05). Sol septal açı gruplarında concha bullosa varlığının anlamlı olduğu görüldü (p<0,05). Sağ septal açı gruplarında ise concha bullosa varlığı açısından anlamlı farkın olmadığı tespit edildi (p>0,05). Concha bullosa tipleri ile cinsiyet arasında anlamlı farklılık belirlenmedi (p>0,05). Sağ taraf concha bullosa tipleri ile sol taraf concha bullosa tipleri arasında anlamlı farklılık bulundu (p<0,05). Septum nasi deviasyonunun concha bullosa'ya sebep olabileceğine dair daha geniş vaka grubunda çalışmalar yapılması gerektiği düşünüldü. Sinonasal bölgede yapılması planlanan cerrahi opreasyonlar öncesinde anatomik varyasyonların teşhisinin olası komplikasyonları önlemede kilit nokta olabileceği kanısına varıldı.
- Öğe Bal arısı zehrinin kalitesini ve hasat miktarını etkileyen üretim faktörlerinin belirlenmesi(Düzce Üniversitesi, 2024) Çaprazlı, Tuğçe; Kekeçoğlu, MeralBu çalışmada bal arısı zehri üretim miktarını ve kalitesini etkileyen faktörler araştırılmıştır. Bu kapsamda hasat sezonu, hasat yılı, hasat saati, besleme, hasat cihazı ve iklimsel farklılıklarının bal arısı zehri üretim miktarı ve kalitesi üzerine etkisi ortaya konulmuştur. İncelenen faktörlere göre elde edilen zehir örneklerinin miktarı belirlendikten sonra HPLC-UV yöntemi ile apamin, melittin ve PLA2 içerikleri belirlenmiştir. Her bir zehir örneği renk kriteri bakımından da değerlendirilmiştir. Elde edilen veriler SPSS-15.0 paket programı ile analiz edilerek üretim miktar ve kalitesini etkileyen faktörler ortaya konmuştur. Elde edilen sonuçlara göre hasat miktarı ve kalitesi suni ve doğal diyet değişimleri ve hasat cihazı faktörlerinden önemli düzeyde etkilendiği tespit edilmiştir. Hasat miktarı açısından en yüksek verimin tüm koloninin içeride olduğu "00:0-03:00" saatleri arasında alındığı, melittin ve apamin kompozisyonu açısından ise "09:00:13:00" hasadının rakamsal olarak daha verimli olduğu tespit edilmiştir. Hasat sezonunun (mayıs, haziran, temmuz, ağustos ve eylül) zehir içeriğini belirli bir iklim parametresinden bağımsız, nektar verimine bağlı olarak etkilediği tespit edilmiştir. 2021 yılında hasat miktarının hasat sezonuna göre önemli düzeyde değişmediği, 2022 yılında ise önemli düzeyde farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Suni beslemenin etkisi incelendiğinde %2 protein katkılı yem zehir kalitesini önemli düzeyde arttırırken, sükroz içerikli şerbetle yapılan beslemede zehir kalitesi kontrol grubu ve diğer gruplara göre önemli düzeyde düşmüştür. Hasat miktarı ise kalitenin aksine şerbet grubunda artarken protein katkılı yem ile beslenen grupta düşük bulunmuştur. Hasat cihazının etkisini belirlemek için yapılan araştırmada Almışlar-I, UltraBee (Almışlar yeni) ve Apimak (Kovan-üstü) olmak üzere üç farklı cihaz ile zehir hasadı yapılmıştır. Eski teknolojiye sahip Almışlar-I cihazı ile yapılan zehir hasadında hem kalite hem de miktar açısından veriminin yeni nesil cihazlardan önemli düzeyde düşük olduğu tespit edilmiştir. Cihaz farklılığının zehir üzerindeki bir diğer etkisi ise renk parametresinde belirlenmiştir. Krom tel kullanılan Almışlar-I ve UltraBee arasında renk farkı bulunmazken, galvaniz tel kullanılan Apimak cihazı ile elde edilen zehir renginin daha açık (7499-C) olduğu tespit edilmiştir. Lokasyonun zehir üzerindeki etkisini araştırmak amacı ile DAGEM arılığı ve kestane ormanı lokasyonlarında bulunan kolonilerde eş zamanlı olarak örnek toplanmıştır. Hem miktar hem de PLA2 açısından zehir kalitesi değerlendirildiğinde iki parametre bakımından da en yüksek değerler floral çeşitliliği yüksek olan DAGEM arılığında tespit edilmiştir.
- Öğe Pozitif psikoterapi temelli psikoeğitim programının fibromiyalji sendromlu hastaların ağrı algısı, günlük yaşam aktiviteleri ve ruhsal sağlıkları üzerine etkisi: Randomize kontrollü bir çalışma(Düzce Üniversitesi, 2024) Erol, Hamide; Karaca, AyselBu çalışma; Nossrat Peseschkian'ın Pozitif Psikoterapi modeline dayanan, Fibromiyalji Sendromlu Hastalar için Pozitif Psikoterapi Programı'nın Fibromiyalji Sendromlu hastaların ağrı algısı, günlük yaşam aktiviteleri ve ruhsal sağlıklarına etkinliğini değerlendirmek amacı ile yapılmıştır. Araştırmada, ön test (başlangıçta), son test (on haftalık müdahalenin sonunda), izlem (üçüncü aylarda) yaklaşımı ile randomize kontrollü deneysel araştırma tasarımı kullanılmıştır. Araştırma Temmuz 2023 – Mayıs 2024 tarihleri arasında, fibromiyalji sendromu tanısı konmuş ayakta tedavi gören çalışmaya katılmayı kabul eden 72 hasta (deney grubu=36, kontrol grubu=36) ile gerçekleşmiştir. Veriler Tanıtıcı Bilgi Formu, Vizuel Analog Skala (VAS), Fibromiyalji Etki Anketi (FIQ) ve Genel Sağlık Anketi–28 (GSA–28) ile toplanmıştır. Araştırma verilerinin analizi SPSS for mac versiyon 26 yazılımı kullanılarak yapılmıştır. Deney grubundaki 36 hasta, 10 hafta boyunca pozitif psikoterapi teorisine dayalı her biri 90 dakika olan 10 oturumdan oluşan programa katılmıştır. Deney ve kontrol grupları arasında ağrı, FIQ skorları, depresyon alt boyut, anksiyete alt boyut, sosyal işlevsellik alt boyut ve somatik belirtiler alt boyutlar açısından anlamlı farklılıklar bulunmuştur (VAS: p=0,001, η²=0,438; FIQ: p=0,001, η²=0,517; GSA–28 toplam p=0,001, η²=0,522). Bu sonuçlar doğrultusunda Fibromiyalji Sendromlu Hastalar için Pozitif Psikoterapi Programı'nın, fibromiyalji hastalarının semptomlarını iyileştirmesine yardımcı olmak için kullanılması önerilmektedir. Araştırma Clinical Trials Number protokol kayıt sistemine NCT06147882 numarası ile kaydedilmiştir. Anahtar Sözcükler: Fibromiyalji sendromu, pozitif psikoterapi, psikiyatri hemşireliği, ağrı, günlük yaşam aktivitesi.
- Öğe Viburnum opulus ekstraktının sıçanlarda izoprenalinle oluşturulmuş miyokart enfarktüsü üzerine antioksidatif ve kardiyoprotektif etkilerinin araştırılması: Bir moleküler değerlendirme(Düzce Üniversitesi, 2024) Gök, Ali; Beyazçiçek, ErsinMiyokard enfarktüsü, koroner arter hastalığının ciddi bir sonucudur. Kalp kasının oksijen ve besin maddeleriyle eksikliği durumunda ortaya çıkar. Bu süreç oksidatif stres, serbest radikaller ile reaktif oksijen türlerinin aşırı üretilmesinden ve yetersiz antioksidan savunma mekanizmalarından kaynaklanır. Bu çalışmanın amacı, izoprenalinle indüklenen miyokard enfarktüsü modelinde Viburnum opulus (VO) ekstraktının antioksidatif, anti-inflamatuar ve kardiyoprotektif etkilerini incelemektedir. Çalışmaya 42 adet wistar erkek sıçanlar dahil edildi. Bu sıçanlar; Kontrol, izoprenalin (ISO), 400 mg/kg VO (VO400), izoprenalin +100 mg/kg VO (ISO+VO100), izoprenalin+200 mg/kg VO (ISO+VO200), izoprenalin+400 mg/kg VO (ISO+VO400) olmak üzere 6 alt gruba ayrıldı. Gruplara 30 gün süresince madde uygulandı. Çalışmanın son iki gününde (29 ve 30. günlerde) subkütan injeksiyon yoluyla izoprenalin (100 mg/kg/gün) uygulaması yapıldı. Son uygulamadan 24 saat sonra sıçanlar, 1.25 gr/kg üretan ile anestezi altına alındı. Anestezi işleminden sonra 2 dakika süresince Elektrokardiyografik (EKG) kaydı alındı. EKG işleminden sonra, kardiyak punktur yöntemi ile kan alma işlemi yapıldı. SOD, CAT, GPx, MDA, Nrf2, HO-1, CK-MB, cTn-I, TNF-α ve CRP düzeyleri ELİZA yöntemi ile belirlendi. Kalpler çıkarılarak histopatolojik değerlendirme için uygun ortamda saklandı. Çalışmada Elektrokardiyografik değerlendirmede R dalga genliği ortalaması ISO grubunda, kontrol ve VO400 grubunda anlamlı, ISO+VO200 VE ISO+VO400 grublarında anlamlı olmasada, ISO+VO100 grubu hariç diğer gruplara göre daha düşük olduğu belirlendi. Kalp hızı ISO grubunda ISO+VO200 hariç yüksek olarak belirlendi. ST segment ortalaması ve ISO+VO100 grubu hariç T dalga genliği ortalaması ISO grubunda diğer gruplarla kıyaslandığında istatistiksel olarak daha yüksek olduğu belirlendi. VO uygulanan gruplardaki TNF-α, CRP, HO-1, CK-MB, cTn-I ve MDA seviyeleri ISO grubuna göre istatistiksel olarak daha düşük bulundu (p<0,05). Bunun aksine Nrf2, CAT, GPx ve SOD değerleri VO gruplarında istatistiksel olarak daha yüksek bulundu (p<0,05). CAT ve SOD seviyeleri ISO+VO400 grubunda daha yüksek bulundu. GPx seviyesilerindeki yükseklik istatistiksel olarak anlamlı değildi. Histopatalojik skorlamada, ISO grubunun değerleri ISO+VO100 grubu hariç, Kontrol ile diğer VO gruplarından anlamlı seviyede daha yüksek bulundu. Sonuç olarak EKG bulguları, antioksidan, pro-inflamatuvar, kardiyak biyobelirteç ve histopatolojik değerlendirmeler göz önüne alındığında VO'nun; özellikle 400 mg/kg doz uygulanan grubu olmak üzere, kardiyoprotektif, antioksidan ve anti-inflamatuvar etkiye sahip olabileceğini düşündürmektedir.
- Öğe Hiperbilirubinemisi olan yenidoğanlara uygulanan bebek masajının bilirubin seviyesi ve cilt nemine etkisi(Düzce Üniversitesi, 2023) Akman, Meryem; Aydın, MeryemAraştırma hiperbilirubinemisi olan yenidoğanlarda bebek masajının bilirubin seviyesi ve cilt nemine etkisini belirlemek amacıyla klinik, randomize kontrollü deneysel tasarımlı çalışma olarak yapılmıştır. Araştırma Düzce Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Yenidoğan Ünitesinde Aralık 2021- Ağustos 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini, yapılan güç analizi sonucuna göre, araştırmaya katılma kriterlerine sahip 60 term yenidoğan (masaj grubu: 30; kontrol grubu: 30) oluşturmuştur. Çalışmanın veri toplama sürecinde anne ve bebeği tanıtıcı bilgi formu, bebek izlem formu, transkütan bilirubinometre ve nemölçer cihazı kulllanılmıştır. Deney grubundaki yenidoğanlara 2 gün boyunca günde 3 kez 15 dk (dakika) masaj uygulanmıştır. Masajdan 15 dk önce ve masajdan 5 dk sonra bebeklerin fizyolojik parametreleri (kalp tepe atımı, solunum, oksijen saturasyonu ) değerleri ölçülerek veri toplama formuna kaydedildi. Ayrıca uygulama öncesi, uygulamadan 24 ve 48 saat sonra bebeğin kilosu, cilt nem oranı, transkütan bilirubin düzeyi ve defakasyon sıklığı değerleri alındı ve kaydedildi. Kontrol grubundaki yenidoğanlara klinik bakım ve tedavileri dışında bir uygulama yapılmamış olup izlem başladığında kilo, fizyolojik parametreler, cilt nem oranı, transkutan bilirubin düzeyi ve defekasyon sıklığı değerleri alındı. Yine kontrol grubunda da deney grubundaki masaj uygulaması sırasında alınmış olan fizyolojik parametre ölçümleri eş zamanlı olarak alınmıştır. Süreç başladıktan 24 ve 48 saat sonraki günlük defekasyon sıklığı, kilo, cilt nem oranı ve transkütan bilirubin seviyesine bakılarak veri toplama formuna kaydedildi. Çalışmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesinde kategorik değişkenler için sayı, yüzde, sayısal değişkenler için ise ortalama, standart sapma kullanılmış, analiz için ise Ki Kare analizi, Fisher's Exact test, Mann Whitney U, Wilcoxon analizi, Friedman Analizi kullanılmıştır. Araştırma verileri incelendiğinde masaj grubunda (10,17±1,70) kontrol grubuna (11,44±1,78) ölçülen 48 saat sonraki bilirubin seviyeleri istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş ve masaj grubunda bilurubin seviyesinin daha düşük olduğu gözlenmiştir (p<0,05). Masaj grubunun 48 saat sonraki defekasyon ortalaması kontrol grubuna kıyasla daha fazladır ve istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Her iki grubun cilt nem oranı ortalamaları karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Sonuç olarak bebek masajının yenidoğanlarda defekasyon sıklığını artırma ve bilirubin seviyesini düşürmekte önemli bir etkiye sahip olduğu gözlenmektedir. Yenidoğanlara uygulanacak bebek masajının bilirubin seviyelerini düşürmede standart tedaviyi destekleyeceği, hospitalizasyonu kısaltacağı, bebeğin fizyolojik sağlığına (fizyolojik parametrelerin stabilizasyonu, boşaltımın kolaylaşması vb) olumlu etki sağlayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle yenidoğan hemşirelik bakımında teröpatik bir yöntem olarak kullanılması önerilmektedir.
- Öğe Sarkoidoz tanılı hastalarda CRR2 geninin yeni nesildizi analizi ile taranması(Düzce Üniversitesi, 2023) Yıldız, Pınar; Eröz, RecepSarkoidoz, granülom oluşumuyla sonuçlanan hastalık bölgelerinde mononükleer hücrelerin birikmesi ile karakterize edilen, nedeni bilinmeyen bir multisistem hastalığıdır. Hastalığın, genetik olarak yatkın konakçılarda bilinmeyen çevresel antijenler tarafından tetiklendiği düşünülmektedir. Biz bu çalışmada sarkoidoz tanılı hastalarda CCR2 geninin yeni nesil dizi analizi(YND) ile taranmasını amaçladık. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniği'nde sarkoidoz tanısı ile takip edilen 31 hasta ile sarkoidoz dışı bir nedenle başvurmuş 19 kontrol dahil edilmiştir. Mevcut çalışmamıza 35'si (%70) erkek, 15'i (%30) bayan olmak üzere toplam 50 birey dahil edilmiştir. Hasta grubunda 24(%77,4) kadın ve 7(%22,6) erkek varken, kontrol grubunda 11(%57,9) kadın ve 8(%53,3) erkek vardı (?2=2,138; p=0,144). Çalışmamızda; CCR2 (NM_001123396.4) geninde hasta ve kontrol grubunda tespit edilen varyasyonlar sırasıyla NM_001123396.4:c.1044G>A(p.Thr348=)(rs3092960) (Hasta:3, Kontrol:3), NM_001123396.4(CCR2):c.156G>T(p.Val52=)(rs3918367) (Hasta:2, Kontrol:0), NM_001123396.4(CCR2):c.190G>A(p.Val64Ile)(rs1799864) (Hasta: 8, Kontrol:6), NM_001123396.4:c.780T>C(p.Asn260=)(rs1799865) (Hasta: 24, Kontrol:8) olarak bulundu. Sonuç olarak NM_001123396.4(CCR2):c.156G>T(p.Val52=)(rs3918367) ve NM_001123396.4:c.780T>C(p.Asn260=)(rs1799865) varyasyonları hasta grubunda kontrol grubundan anlamlı derecede yüksekti (p<0,05). Tespit edilen bu CCR2 varyasyonların sarkoidozun etyopatogenezisindeki rolünün daha iyi anlaşılabilmesi için CCR2 geninin YND ile tarandığı gemiş serileri içeren ilave çalışmalara ihtiyaç vardır.
- Öğe İnfertilite ön tanısı almış normospermik kişilerde sperm izumo-1 proteinin gösterilmesi(Düzce Üniversitesi, 2023) Mede, Cansever; Karaçor, Kayıhanİnfertilite çağımızın önemli ve çok sık rastlanan problemlerinden biridir. Çiftlerin bir yıl korunmasız ilişki sonucu çocuk sahibi olamaması infertilite olarak nitelendirilir. İnfertilite vakalarının yaklaşık %50'sinin erkek faktörlü olduğu bilinmektedir. İnfertilite, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından toplumsal sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir ve her altı kişiden birinin infertil olduğu düşünülmektedir. Erkeklerde genetik anomaliler, sistemik hastalıklar, geçirilmiş enfeksiyonlar, varikosel, kanser ve kemoterapi gibi birçok neden infertiliteye sebep olmaktadır. Sağlıksız beslenme, alkol ve sigara kullanımı, ilaç kullanımı ve çevresel toksinlere maruz kalma gibi nedenler de kişilerde infertilite gelişiminde rol oynayan önemli risk faktörleridir. Erkek üreme sisteminde infertiliteye neden olan sebepler sperm parametrelerinde bozulmayla (sperm yokluğu, düşük sperm sayısı, anormal morfoloji ve düşük motilite) karakterizedir. Fakat bazı hasta gruplarında tüm bu parametreler normal olmasına karşın kişiler infertildir. Bu hasta grupları da idiopatik infertil olarak isimlendirilir. İzumo1 memelilerde sperm-yumurta füzyonu için önemli sperm proteinlerinden biridir. Yapılan deneysel çalışmalarda erkek izumo1-/- bireyler normal sayıda hücre üretse de normal motilite ve morfoloji ile bu bireylerin tamamen infertil olduğu gösterilmiştir. Biz de bu çalışmayla infertilite ön tanısı almış normospermik kişilerin normal spermiyogram parametrelerine karşın bu kişilerde sigara kullanımına bağlı olarak sperm izumo1 proteininin seviyelerinde herhangi bir değişiklik olup olmadığını belirlemeyi amaçladık. Bu amaçla tez çalışmamız için infertil kişileri hasta olarak kabul edip, normospermik 100 kişiyi 4 gruba ayırdık. 1- Sigara içen hasta (30 kişi - infertil) 2-Sigara içmeyen hasta (30 kişi - infertil) 3-Sigara içen kontrol (20 kişi - fertil) 4-Sigara içmeyen kontrol (20 kişi - fertil) Bu gruplardaki normospermik kişilerden sperm örnekleri toplandı ve immünofloresan boyama yapılarak değerlendirildi. Bu değerlendirme sonucunda hem hasta grubundaki sigara içenlerde hem de kontrol grubundaki sigara içenlerde sperm izumo-1 seviyelerinin sigara içmeyen hasta ve kontrol gruplarına göre anlamlı derecede düşük olduğu görüldü. Bu çalışmayla, başka çalışmalarda sigara kullanımının sperm parametrelerinin bozulmasına yol açtığının gösterilmesine ek olarak sperm-oosit birleşmesi için gerekli sperm izumo-1 protein seviyelerinde azalma meydana getirerek infertilite oluşumu için bir risk faktörü oluşturduğunu göstermiş olduk. Anahtar Sözcükler: İdiopatik, İnfertilite, İzumo-1, Sigara, Normospermi
- Öğe Normospermik infertil erkeklerde sperm TSSK6 proteinin araştırılması(Düzce Üniversitesi, 2023) Özaras, Fulya; Soylu, HakanErkek infertilitesi her geçen gün artarak devam eden sağlık sorunlarından biridir. Erkek infertilitesinin yaklaşık %30-50'si idiyopatik normospermik infertilite olarak tanımlanmaktadır. Yapılan çalışmalar gözden geçirildiğinde, spermde bulunan bazı proteinlerin yokluğunun infertiliteye neden olabileceği belirlenmiştir. Testise özgü serin/tireonin-protein kinaz 6 (TSSK6) proteini bunlardan biridir. TSSK6, testislerde eksprese edilen bir protein kinazdır ve erkek üreme sistemi gelişimi ve işlevi için önemlidir. Ancak normospremik infertil bireylerin sperminde TSSK6 proteini ekspresyon değişimini araştıran herhangi bir çalışmaya rastlanmadı. Bu nedenle bu çalışmada normospermik infertil erkeklerde sperm TSSK6 proteininin ekspresyon değişiminin araştırılması amaçlandı. Çalışmada idiyopatik normospermik infertil 60 erkekten alınan semen örnekleri ve kontrol olarak fertil 40 erkekten alınan semen örnekleri kullanıldı. Bu amaçla kontrol grubuna daha önceden doğal yollarla çocuk sahibi olan kişiler dahil edildi. Normospermik infertil bireylerin 30'u sigara içmeyen, 30'u sigara içenlerden oluşmaktadır. Kontrol grubu olan fertil bireylerin 20'si sigara içmeyen 20'si sigara içenlerden oluşmaktadır. Alınan semen örneklerinde spermiyogram yıkama yüzdürme işlemleri yapılıp immunoflorasan boyama yöntemiyle boyandı ve immünofloresan mikroskobu ile çekilen görüntüleri analiz etmek için ImageJ programı kullanıldı. TSSK6 proteinin ekspresyonu sperm hücrelerinde postakrozomal bölge ve orta parçada gözlendi. Kontrol grubunda sigara içen birey spermlerinde TSSK6 ekspresyonu sigara içmeyenlere göre daha düşüktü ve istatistiksel olarak da anlamlıydı (p<0,001). Benzer şekilde hasta sigara içen birey spermlerinde de TSSK6 ekspresyonu sigara içmeyenlere göre daha düşüktü. Bu düşüş istatistiksel olarak da anlamlıydı (p<0,001). Hasta bireylerin TSSK6 ekspresyonu kontrole göre düşüktü (p<0,001). Yani idiyopatik infertilitesi olan hastalarda TSSK6 proteinin azaldığı veya baskılandığı belirlendi. Ayrıca bu çalışma ile birlikte sigara içmenin, sağlıklı bireylerde ve idiyopatik infertilitesi olan bireylerde TSSK6 ekspresyonunu daha da azalttığı veya baskıladığı belirlendi. Sonuç olarak insan sperminde TSSK6 geni ile ilişkili mutasyonlar ve TSSK6 proteinindeki değişimler erkek infertilitesinin nedeni olabileceği düşünüldü. Anahtar Sözcükler: İdiyopatik, İnfertilite, Normospermik, Sigara, TSSK6
- Öğe STZ ile indüklenmiş Tip 1 Diyabet sıçanlarda Hidroksitirozol'ün Testiküler Prdx6 ekspresyonu üzerine etkisinin araştırılması(Düzce Üniversitesi, 2023) Güngör, Ayfer; Soylu, HakanDiabetes mellitus, yüksek kan şekerine bağlı olarak gelişen ve insülin eksikliği ile karakterize edilen metabolik bir hastalıktır. Diyabete bağlı ortaya çıkan oksidatif stres, tüm doğurganlık sorunlarının başlangıcıdır ve spermatogenezde yer alan tüm sinyal yollarını etkilemektedir. Diabetes mellitus, erektil disfonksiyon, ejakülasyon, üreme organlarında ve semen kalitesinde değişikliklere neden olmaktadır. Hidroksitirozol, diyabete bağlı testislerde meydana gelen spermatogenik fonksiyon hasarını azaltır ve bu hasara karşı korur. Biz bu çalışmamızda testislerde meydana gelen spermatogenik fonksiyon hasarını azalttığı ve bu hasara karşı koruyucu olduğu bilinen hidroksitirozolün, spermatozoanın canlılığı, hareketliliği ve fertilizasyon yeteneğinde önemli rol alan Prdx6 proteininin ekspresyonu üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmada 28 erkek rat kullanıldı. Ratlar kontrol (sadece salin), hidroksitirozol (30 gün boyunca intraperitoneal olarak 10 mg/kg hidroksitirozol) , steptozotosin (tek doz intraperitoneal olarak 55 mg/kg streptozotosin) , streptozotosin+hidroksitirozol (tek doz intraperitoneal olarak 55 mg/kg streptozotosin ve 30 gün boyunca intraperitoneal olarak 10 mg/kg hidroksitirozol) olmak üzere dört gruba ayrıldı. İmmunohistokimya ve Western blot yöntemleriyle Prdx6 proteinin ekspresyonu belirlendi. Prdx6 ekspresyonu streptozotosin grubunda kontrol ve hidroksitirozol gruplarına kıyasla anlamlı şekilde artış gösterdi. Streptozotosin+hidroksitirozol grubunda ise kontrol, hidroksitirozol ve streptozotosin gruplarına göre Prdx6 ekspresyonu istatiksel olarak anlamlı şekilde azaldı. Sonuç olarak streptozotosin uygulaması Prdx6 ekspresyonunu artırmıştır. Ancak streptozotosin sonrası hidroksitirozol uygulaması Prdx6 ekspresyonunun düşmesine neden olmuştur. Bu bulgular bize hidroksitirozolün diyabetik testisteki koruyucu rolünü Prdx6'dan bağımsız bir şekilde yaptığını düşündürmüştür.
- Öğe Kan ve idrar kültürü kontaminasyonlarının mikrobiyoloji laboratuvarına yükünün ve numune ret oranlarının araştırılması(Düzce Üniversitesi, 2023) Güngör, Bilge Nurdan; Çalışkan, EmelPreanalitik sürece ait hatalar test isteminin başlangıcından numunelerin laboratuvara kabulüne kadar olan süreçte numunelerin reddedilmesine sebep olur. Standardize edilmesinin zorluğu ve test hatalarının büyük bir kısmının analiz öncesi süreçte meydana gelmesi nedeniyle preanalitik evredeki hataların giderilmesi büyük önem arz eder. Mikrobiyoloji Laboratuvarında prenalitik sürecin istenmeyen etkisi kontaminasyonlardır. Kontaminasyonlar sağlık hizmetlerinde maliyet ve zaman kaybına yol açmakta, hastaların tedavi seçeneklerinin oluşturulmasını geciktirmekte, sağlık çalışanları için ise zaman kaybına neden olmaktadır. Çalışmamızda kan ve idrar kültürlerindeki kontaminasyon oranlarının laboratuvara olan etkileri maliyet ve zaman açısından değerlendirilmiş olup; numune red oranlarımız hesaplanmıştır. Bununla birlikte kontaminasyon oranlarının azaltılması için yapılabilecek düzeltici önleyici faaliyetler için yol gösterici olunması amaçlanmıştır. Hastanemizin veri sisteminden Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarına gönderilmiş toplam örnek sayısı, değerlendirmeye alınmadan reddedilmiş örnek sayısı, kan kültürü ve idrar kültürü kontaminasyon olarak değerlendirilmiş olan örnek sayıları elde edildi. Sonuçların yıllara, örneklerin gönderildiği kliniklere, cinsiyete göre farklılıkları analiz edildi. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarı'na 1 Ocak 2019 – 1 Ocak 2022 tarihleri arasında hastalardan toplam 821236 örnek gönderilmiş olup 11905'i (%1,45) değerlendirilmeye alınmadan reddedilmiştir. En sık red nedeni uygunsuz numune olarak belirlenmiştir. Toplam 43606 idrar kültürü örneği gönderilmiş olup 11223 (%25,7) örnek kontaminasyon olarak sonuçlanmıştır. İdrar kültüründe kontaminasyon oranının kadınlarda erkeklerden fazla olduğu, çocuk acil bölümünde ise (%38,1) diğer bölümlerden yüksek olduğu saptanmıştır. Toplam 13397 adet kan kültürü şişesinde kan örneği gönderilmiştir. Bu hasta örneklerinden 916 (%6,8) örnek kontaminasyon olarak sonuçlanmıştır. Kontaminasyon oranının ise acil servislerde (%9,1) diğer bölümlerden yüksek olduğu saptanmıştır. Kontaminasyon olarak sonuçlanan kan ve idrar kültürü örneklerinin maliyeti toplam 51700 tl olarak hesaplanmıştır. Laboratuvar çalışanlarının ise 506 saat kontamine örnekler için zaman ayırması gerekmiştir. Kontaminasyonların ve numune reddinin önlenmesi için, hastanemizde uygun sıklıkta yapılmakta olan "doğru örnek alınması ve transferi" eğitimlerinin kontaminasyon ve red oranlarının yüksek oduğu bölümlerde artırılarak yapılması gerektiği düşünülmüştür.
- Öğe Havalı tabanca sporcularına uygulanan 8 haftalık kor antrenmanının atış performansı ve denge üzerine etkisi(Düzce Üniversitesi, 2024) Özdemir, Mehmet; Şemşek, ÖnderÇalışma kapsamında havalı tabanca atıcılık sporu ile uğraşan sporculara uygulanan 8 haftalık kor egzersizlerinin; denge stabilizasyonu ile 10 metre atış performansına olan etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Verilerin analizinde SPSS (26.0 versiyonu) paket programı kullanılmıştır. Araştırmadaki ölçümü yapılan değişkenler ortalama ve standart sapma (Std. Sapma) olarak sunulmuştur. Verilerin normallik dağılımı katılımcı sayısının 50'den az olması sebebiyle Shapiro-Wilk testi ile incelenmiştir. Normallik dağılımı gösteren verilerin analizinde; bağımsız iki grubun karşılaştırılmasında t-testi (Independent t-testi) ve Mann-Whitney-U testleri, bağımlı iki grubun karşılaştırılmasında ise t-testi (Paired t-testi) ve Wilcoxon testleri uygulanmıştır. İstatistiksel önem düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Çalışmaya deney grubu (n=6), kontrol grubu (n=6) olmak üzere toplamda 12 kişi katılmıştır. Deney grubunun boy uzunlukları 170,50± 2,67, kontrol grubunun boy uzunlukları 176,67 ± 9,03'dir. Vücut ağırlıkları deney grubunda; 67,07 ± 5,42, kontrol grubunda; 72,75 ± 9,93 iken vücut yağ oranları ise deney grubunda; 19,12 ± 6,40, kontrol grubunda; 19,18 ± 7,59'dur. Çalışma sonucunda; ön-test ölçümlerinin gruplar arası anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Son-test değerlerinde de gruplar arası anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Statik denge açısından deney grubunun ön test – son test karşılaştırmaları sonucunda ön test lehine bir farklılık olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Statik denge açısından kontrol grubunda ön test- son test karşılaştırmaları sonucunda anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0,05). Atış skoru açısından deney grubunun ön test - son test karşılaştırmalarında anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Atış skoru açısından kontrol grubunun ön test - son test karşılaştırmalarında anlamlı bir farklılığın olmadığı tespit edilmiştir (p>0.05). Atış performansını etkileyen birçok parametre olması, katılımcıların atış branşında uzun süredir faal olması ve atıcıların elit diye nitelendireceğimiz bir seviyede olması, bu seviyedeki sporcularda atış parametrelerinin birçoğunun oturmuş olması, gelişim süreci için 8 haftalık antrenman metodunun yetersiz olabilmesi ve atış performansını etkileyen durumların tespit edilememesinin çalışmanın sonucunu etkilediği değerlendirilmektedir. Anahtar Sözcükler: Atıcılık, Kor Antrenmanı, Performans, Spor












