Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Esenyel, Zeynep Zafer" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Arnold Gehlen'de Kültürel Kriz ve Tarihin Sonu
    (2020) Esenyel, Zeynep Zafer
    Gehlen felsefi antropolojisinden hareketle geliştirdiği kültür ve kurumlar teorisinin ışığında insanlığın bir kriz dönemine girdiğini iddia eder. Gehlen’e göre ilkel dönemlerde insanın eksikliklerini gidermek, yükünü hafifletmek ve yaşamını devam ettirebilmek için doğal bir zorunlulukla oluşturduğu kültür ve kurumlar modern dönemle birlikte insan yaşamını yozlaştırmakta ve tehdit et-mektedir. İnsanın eylemlerine sabit bir arka plan sağlama işlevine sahip olan ilkel kurumların modernizmin katı rasyonalitesinin bir getirisi olarak sosyal düzenin ve kültürün çöküşüne katkı yapmaya başladığını belirten Gehlen, bu çöküşün insan bilincinin kendisinde ölümcül değişikliklere neden olduğunu düşünür. Tüm bunlar ona göre insan dünyasının kesinliğini yitirerek kaypak bir belirsizliğe sürüklenmesine yol açmıştır. İlkel kültürler ile modern kültürler arasında bir karşılaştırma yapan Gehlen için buradan çıkan sonuç, endüstriyel yaşama uygun yaşadığı halde insanın bu varoluş biçimi ile kendi biyolojik yapısıyla daha fazla baş edemeyeceğidir. Gehlen, modern dönemin hızla kültürel bir krize, teknolojik bir egemenliğe ve bireysel varoluşun özerkliğinin yitirilmesine neden olduğunu düşünür. Bu çalışmanın amacı Gehlen’inkültür ve kurumlar hakkındaki görüşlerini ortaya koyarak,modernitenin yol açtığı sorunların tarihi nasıl sonuna getirdiğini tartışmaktır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Arnold Gehlen’de Kültürel Kriz ve Tarihin Sonu
    (2020) Esenyel, Zeynep Zafer
    Gehlen felsefi antropolojisinden hareketle geliştirdiği kültür ve kurumlar teorisinin ışığında insanlığın bir kriz dönemine girdiğini iddia eder. Gehlen’e göre ilkel dönemlerde insanın eksikliklerini gidermek, yükünü hafifletmek ve yaşamını devam ettirebilmek için doğal bir zorunlulukla oluşturduğu kültür ve kurumlar modern dönemle birlikte insan yaşamını yozlaştırmakta ve tehdit et-mektedir. İnsanın eylemlerine sabit bir arka plan sağlama işlevine sahip olan ilkel kurumların modernizmin katı rasyonalitesinin bir getirisi olarak sosyal düzenin ve kültürün çöküşüne katkı yapmaya başladığını belirten Gehlen, bu çöküşün insan bilincinin kendisinde ölümcül değişikliklere neden olduğunu düşünür. Tüm bunlar ona göre insan dünyasının kesinliğini yitirerek kaypak bir belirsizliğe sürüklenmesine yol açmıştır. İlkel kültürler ile modern kültürler arasında bir karşılaştırma yapan Gehlen için buradan çıkan sonuç, endüstriyel yaşama uygun yaşadığı halde insanın bu varoluş biçimi ile kendi biyolojik yapısıyla daha fazla baş edemeyeceğidir. Gehlen, modern dönemin hızla kültürel bir krize, teknolojik bir egemenliğe ve bireysel varoluşun özerkliğinin yitirilmesine neden olduğunu düşünür. Bu çalışmanın amacı Gehlen’inkültür ve kurumlar hakkındaki görüşlerini ortaya koyarak,modernitenin yol açtığı sorunların tarihi nasıl sonuna getirdiğini tartışmaktır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    CAZA ÖVGÜ: SARTRE'I DİNLEMEK
    (2020) Esenyel, Zeynep Zafer
    Varoluşçuluğun müzikle özel bir bağı olduğu bilinir. Jean-Paul Sartre da özellikle caz müzikle otantik bir ilişki kurmuştur. Müzik hakkında çok fazla yazmamış olmasına rağmen dostu René Leibowitz’in Sanatçı ve Bilinci: Sanatsal Bilincin Diyalektiğinin Anahatları, adlı kitabına yazdığı önsöz, İmgelem,İmgesel; İmgelemin Fenomenolojik Psikolojisi, Edebiyat Nedir? ve Bulantı adlı romanı bize onun müzikle varoluş arasında kurduğu bağlantı hakkında önemli ipuçları verir. Her ne kadar düzyazının sahip olduğu güce erişemese de müzik, varoluşun olumsallığıyla yüzleşmede bulantıyı kesen bir ilaç görevi görür. Sartre düzyazının müzik karşısındaki avantajının iletilmek istenen anlamın düzyazıda bütünüyle ifade edilirken, müzikte muğlak kalması olduğunu düşünür. Buna rağmen Sartre özellikle caz müzik ile varoluş arasında önemli benzerlikler bulunduğunu da ifade eder. Bu yazı Sartre’ın hem kişisel yaşantısı hem de düşüncelerinin içinde caz müziğin izlerini sürerek müzik ve varoluşun anlamı arasında bir ilişki kurmayı amaçlamakta ve müziğin kurtarıcı bir gücü olduğunu keşfettiği haldeSartre’ın yine de onu neden plastik sanatlar arasına geri koyarak düzyazıyı yücelttiğini ortaya koymaya çalışmaktadır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    CAZA ÖVGÜ: SARTRE’I DİNLEMEK
    (2020) Esenyel, Zeynep Zafer
    Varoluşçuluğun müzikle özel bir bağı olduğu bilinir. Jean-Paul Sartre da özellikle caz müzikle otantik bir ilişki kurmuştur. Müzik hakkında çok fazla yazmamış olmasına rağmen dostu René Leibowitz’in Sanatçı ve Bilinci: Sanatsal Bilincin Diyalektiğinin Anahatları, adlı kitabına yazdığı önsöz, İmgelem,İmgesel; İmgelemin Fenomenolojik Psikolojisi, Edebiyat Nedir? ve Bulantı adlı romanı bize onun müzikle varoluş arasında kurduğu bağlantı hakkında önemli ipuçları verir. Her ne kadar düzyazının sahip olduğu güce erişemese de müzik, varoluşun olumsallığıyla yüzleşmede bulantıyı kesen bir ilaç görevi görür. Sartre düzyazının müzik karşısındaki avantajının iletilmek istenen anlamın düzyazıda bütünüyle ifade edilirken, müzikte muğlak kalması olduğunu düşünür. Buna rağmen Sartre özellikle caz müzik ile varoluş arasında önemli benzerlikler bulunduğunu da ifade eder. Bu yazı Sartre’ın hem kişisel yaşantısı hem de düşüncelerinin içinde caz müziğin izlerini sürerek müzik ve varoluşun anlamı arasında bir ilişki kurmayı amaçlamakta ve müziğin kurtarıcı bir gücü olduğunu keşfettiği haldeSartre’ın yine de onu neden plastik sanatlar arasına geri koyarak düzyazıyı yücelttiğini ortaya koymaya çalışmaktadır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    From the Logos of the Natural World to the Logos of the Aesthetical World: Cézanne’s Listening Eyes
    (İstanbul Üniversitesi, 2019) Esenyel, Zeynep Zafer
    From a phenomenological point of view on the relationship between art and philosophy, we can see that both of them refer to a pre-subjective and a pre-objective field. In this context, art becomes a creative activity that makes the world itself visible in a way independent of all human values and judgments, rather than giving a representation of the objective world. However, its creativity is shaped not only due to the artistic abilities but to the fact of being actually a corporeal entity. Perceiving refers to an endless creation since it emerges as the founding activity of the body anchored in the world. The artist, like the philosopher, whether with words or brush strokes also has the possibility to express this primordial perception which is prior to all the correction and the arrangement of mind, in its birth. The pre-reflexive ground of perception refers to an existence which is both individual and collective as being filled with invisible meaning horizons. The aesthetical experience arises in seizing this existence. But in order to understand this, the true nature of the vision must be conceived. This paper tries to indicate the role that aesthetic experience plays in making the Logos of the primordial world visible. In this context, the relation between Merleau-Ponty and Paul Cézanne, who is a very important figure for him, is considered from both philosophy and art as well as from a philosopher and a painter. What we encounter here is not a philosophy of art nor an aesthetics, but the artistic nature of philosophy itself. 
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Kayıp Göndergeler ve Dişil Eşitsizlikler: Etin Cinsel Politikasını Düşünmek
    (2020) Esenyel, Zeynep Zafer
    Cinsiyetçilik ile türcülük arasında paralellik kuran bu çalışma, cinsiyet eşitsizliği sorununa kadına bakışın dişihayvana bakışla belirlendiği tespiti üzerinden yaklaşmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda ataerkil kültürde dişihayvanın ve kadının kayıp bir göndergeye dönüştürülerek cinsel bir politikaya alet olduğuna dikkat çekilmekteve kadın özgürleşmesinin hayvan problemi aydınlatılmadan gerçekleştirilemeyeceği iddia edilmektedir.Hayvan etinin beslenme alışkanlıklarındaki yerinin ve gerekliliğinin sorgulanması kadın-erkek eşitsizliğindeönemli sonuçlara ulaşmamızı sağlamakta ve kayıp göndergenin dilsel pratiklerde ortaya çıkış sürecini gözlerönüne sermektedir. Görülen odur ki ataerkil bakış sadece kadının değil, ondan çok daha öncesinde dişihayvanın da nesneleştirilmesinden sorumludur. Dahası cinsiyetçiliğin kendisi zaten tam da bu türcü bakışaçısının sonuçlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle etik bir talep olarak cinsiyet eşitliğinin,insan dışı hayvanları da kapsayacak bir biçimde tüm canlıların çıkarlarını hesaba katan bir ilkeye ihtiyacıvardır. Zira bu, kültürel miras ve cinsel kimliklerden arınmayı, dilde ve düşünmede yepyeni bir yönelimkazanmayı ve etik alanı insan dışı hayvanlara da açmayı gerektirir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    ÖZGÜRLÜĞE MAHKÛMİYET ONTOLOJİK BİR ZORUNLULUK MUDUR? SARTRECI BİR BAKIŞ
    (2020) Esenyel, Zeynep Zafer
    Jean Paul Sartre’ın “insanın özgürlüğe mahkûm olduğu” ifadesi onun varoluşfelsefesinin en temel varsayımı olarak kabul edilir. Ve Sartre’ın bütün bir varoluşçuğunuözgürlüğü temellendirmek için geliştirdiği düşünülür. Gerçekten deSartre özellikle Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir adlı konuşmasında varoluşçuluğakarşı getirilen eleştirilere özgürlük üzerinden yanıt verir. Böyle bakıldığındaSartre’ın özgürlüğe mahkûmiyet fikrinin varoluşçuluk açısından bir çıkış noktasıolduğunu düşünmekte sakınca yoktur. Zira bu çalışmanın göstermek istediği gibi,gerçekte Sartre’ın özgürlük fikri, onun bilincin fenomenolojisine ilişkin düşüncezincirinin ulaştırdığı zorunlu bir sonuçtur. Bu bağlamda özgürlük, bir başlangıçnoktasına değil, aksine zorunlu bir çıkarıma karşılık gelmektedir. Sartre’ın Varlıkve Hiçlik adlı eserinde gerçekleştirdiği bilinç analizinin kavramsal bir sıradaizlenmesi, bilince dair gerçekleştirdiği fenomenolojik tespitlerinin zorunluluklaonu insanın özgür olduğu çıkarımını yapmaya götürdüğünü ortaya çıkarmaktadır.Bu çalışmanın amacı bu bağlantıyı ortaya koyarak Sartre’ın özgürlük fikrininbasitçe ateist oluşundan ya da varoluşçuluğundan kaynaklanmak yerine varlıkve hiçliğin fenomenolojisinin zorunlu bir sonucu olduğunu göstermektir. Sartrevaroluşçu oluşundan önce bir fenomenologtur.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    ÖZGÜRLÜĞÜ ÖZGÜR BIRAKMAK: SIMONE DE BEAUVOIR’IN VAROLUŞÇU ETİĞİ ÜZERİNE
    (2019) Esenyel, Zeynep Zafer
    Simone de Beauvoir, insanın yalnızca belirsizlik olarak betimlenebileceği iddiası üzerinden temellendirdiği etik anlayışının, bir varoluşçuluk türü olduğunu ifade eder. Beauvoir için belirsizlik, kesinlik arayışı içinde bertaraf edilmesi gereken olumsuz bir özellik değil, aksine varlığın ontolojik bir yapısıdır. Belirsizlik, dünyaya ve insana anlam veren en temel gerçekliktir. Bu bağlamda varoluşçuluğa getirilen eleştirilerle hesaplaşan filozof, etiğin zorunlulukla başkasının özgürlüğüne dayandığını ortaya koyar. İnsanın bireysel özgürlüğü, kaçınılmaz bir biçimde başkalarının özgürlüğüyle iç içe geçmiştir. Böylece bireyselliği aşarak toplumsallığa bağlanan Beauvoir, etik kararların aynı zamanda politik kararlar olduğu sonucuna da ulaşır. Beauvoir özgürlüğü, salt kendisi için istenen en yüksek insani hedef olarak ortaya koyarak, etik bir yaşamla özdeşleştirir. Varoluşçuluk; herkesin, herkesten sorumlu olduğu olgusunu etik bir değer olarak kişinin omuzlarına yükler. Hiçbir şey seçmemenin de bir seçim olduğunun görülmesiyle birlikte, özgürlüklerimizin birbirine dayandığı ve birbirini gerektirdiği anlaşılır. Bu çalışmanın amacı, Beauvoir’ın belirsizlik düşüncesinin varoluşçu bir etik teoriye dönüştüğünü ve özgürlüğün tam da buradan doğduğunu ortaya koymaktır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Sartre’da Vücudu Var Etmek: Duyguların Büyülü Dünyası
    (2020) Esenyel, Zeynep Zafer
    Duyguların genellikle bireyin dışsal nedenlere bilinçsiz olarak verdiği otomatik tepkiler oldukları düşünülür. Oysa Sartre vücudun bilinçle ilişkisini geleneksel zihin-beden düalizminden farklı bir biçimde kurarak duyguların bilinçli birer eylem olduğunu iddia eder. Duygularla ifade edilen davranışların mevcut bir durum karşısında kasıtlı olarak takınılan bir tavır olduğunu ifade eden Sartre için, duygular vücudu var etmenin bir biçimidir. Bu çalışmanın amacı duygulara vücut bulma fenomeni üzerinden yaklaşarak bilincin, vücudu duygu formu altında nasıl var ettiğini ortaya koymak ve vücudun dünyayı algılayışımızdaki yerine dikkat çekmektir.

| Düzce Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Düzce Üniversitesi, Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı, Düzce, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim