Yazar "Edman, Timuçin Buğra" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 19 / 19
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Bir Klonun Günlüğünden: Posthümanizm, Transhümanizm, Distopya ve 'Beni Asla Bırakma'(2022) Arıkan, Arda; Dülger, Osman; Dağ, Ülfet; Edman, Timuçin Buğra; Güdücü, Burcu; Gözen, Hacer2017 Nobel Edebiyat ödülü sahibi Kazuo Ishiguro’nun Beni Asla Bırakma (2005) adlı eseri bir umut romanı olarak değerlendirilebilir. Çoğu okuyucu için de bu, ön plana çıkan bir bakış açısı olacaktır. Ancak bu romana daha farklı bir bakış açısı getirmek de mümkündür. Eğer Beni Asla Bırakma adlı romana bir de bilim kurgu açısından bakacak olursak Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya romanında veya Yvgeny Zamyatin’in Biz adlı eserlerinde olduğu gibi okuyucusunu adeta insanlığın dünya içindeki yerini ve geleceğini sorgulamaya iten hem distopik hem de posthümanist bir eser çıkacaktır karşımıza. Bugün yasalar henüz el vermediği için insan klonlanmaya başlanmamış olsa bile dünyanın birçok saygın üniversitesi bünyesinde hayvanlar üzerinde deneyler yapılarak insan organı ‘üretme’ çalışmaları sürdürülmektedir. Organ nakli konusunda da büyük gelişmeler elde edilmekte ve bu yolla birçok insan uzun yıllar hayatta kalabilmektedir. Öyleyse yakın gelecekte tıpkı üzerinde deney yapılan hayvanlar gibi insanların da laboratuvar ortamında üretilerek organ nakli için kullanılabileceklerini farz etmek, çok da mantık dışı bir yaklaşım olmayacaktır. Japonya’nın Nagazaki kentinde doğan Ishiguro’nun, atom bombasının etkilerini yaşayan bir yazar olarak, insanlığı mükemmel günlerin beklemediğini öngören bir eser kaleme alması şaşırtıcı değildir. Şu hâlde Beni Asla Bırakma adlı roman, birbirini seven iki yüreğin geleceğe dair safiyane mutluluk arzularının dışa vurumu gibi görünse de evrensel insani değerlerin ve ahlakın gelecekteki olası değişimini de okurlarına düşündürterek insanın arzularının ve gücünün sınırlarını sorgulayan bilincin ironik bir şekilde dışa vurumu da olabilir. Bu makale, Nobel ödüllü yazar Ishiguro’nun bu eserinin bir distopya evrenindeki posthümanist izlerini takip etmeye çalışacaktır.Öğe Comparatıve Study Of Kıng Arthur’s Radıal Journey: Back To The Begınnıngs(2019) Edman, Timuçin BuğraWhen talking about literature and King Arthur, the premise of the Arthurian legend is vague. The myth of King Arthur and the Knights of the Round Table might have been real or merely fairy tales. However, historical aspects of a questionable kingdom are one thing, and the fictional aspects of King Arthur and his knights in the realm of Camelot is another thing. Therefore, through literary myths, an intertextual analysis of Arthurian legacy will be applied to selected literary texts to display the radial transformation of the attempted meanings of King Arthur’s legacy under the influence of history and pseudo-history.Öğe Dünya edebiyatı ve izdüşümü: “Tercümedya”1(2019) Edman, Timuçin BuğraBu makale, ortak dil kavramının günümüzdeki dönüşümünü genel hatlarıyla tartışmayıamaçlamaktadır. Dünyamız git gide küçülüyor. İnsanlarımız arasındaki hayatı yaşama biçimlerindekifarklar da git gide azalıyor. Dünya Edebiyatı bizi bir çatı altında birleştiriyor: geçmişten bugünedünyanın insanı olmak. Semaya baktığımızda hepimiz aynı mavi rengi görüyoruz. Hayallerimiz veumutlarımız benzer. Ancak dillerimiz farklı. Farklı diller yine de duygularımızı aktarabilmek için birengel değil. Artık gelişen teknoloji sayesinde medya ve internet dili ortak bir dil haline dönüştü. İşiniiyi yapan bir tercüman ister sözlü ister yazılı olsun sözlerin görsel sanata aktarıldığı bu çağdaşdönemde artık ortak hislerin sözcüsü olmaktadır. Edebi adaptasyonlar 20. ve 21. yüzyılın ana akımınıoluşturarak dijital medya aracılığıyla milyonlarca izleyiciye ulaşıp istediği mesajları iletebilmektedir.Bu adaptasyonlar yeni bir ortak dil oluşturarak izleyicilerin yine paydaş duygu ve düşüncelerinetercüman olmakta ve benzer izdüşümleri yansıtmaktadır. Dolayısıyla yazılı metinler yerlerinigörselliğe bırakırken edebiyatın beyaz perdedeki mecrası daha da genişleyerek yeni nesilleyolculuğuna dijitalleşme yoluyla devam etmektedir. Böylelikle internetle birlikte ortaya çıkan yenidiller ortak bir konsolidasyon sağlarken özünde hala edebi olarak yazılı metnin gücünü görsellebirleştirerek artık bu yeni mecrada kendine yeni yollar açmakta ve Dünya Edebiyatını yeni bir boyutataşımaktadır. Sonuç olarak ilerleyen tekniklerle birlikte değişen medya da değişime kendini adapteetmiş ve edebiyat ile arasındaki sınırları kaldırarak artık dijital edebiyatın yeni bir şekli karşımızaçıkmıştır.Öğe Mark Ravenhill’in Kötü Şöhretli Oyununda Güç ve Şiddet İlişkisi(Hayrullah KAHYA, 2021) Guven, Samet; Edman, Timuçin BuğraYirminci yüzyıl savaşlar, soykırımlar, ve çatışmalar nedeniyle en az 100 milyon insanın ölümüne tanık oldu. 20. yüzyılın son on yılında ortaya çıkan felaket ve şiddet olayları Britanya'da suratına tiyatro gibi yeni tiyatro akımına yol açtı. Bu hareketin öncülerinden biri olan Mark Ravenhill, şiddet olayına dair yeni bir farkındalık yaratmak için gerçekleri sahneye taşımaya başlamıştır. Bu çalışma, Foucault’un şiddete karşı bakış açısının Mark Ravenhill’in Alışveriş ve S***ş adlı eserinde nasıl ortaya çıktığını göstermeye çalışmaktadır. Bu oyun ilk olarak 26 Eylül 1996'da Royal Court Tiyatrosu'nda sahnelenmiştir. İçerikle birlikte başlık da izleyicileri şok etmek için yeterli olmuştır. Oyun yazarı, oyunlarına her zaman dikkat çekici başlıklar bulmuştur, fakat bu oyunun başlığı Alışveris ve S***ş şeklinde asteriksler kullanılarak yazıldığı için diğerlerinden daha fazla şimşekleri üzerine çekmiştir. Kısaca bu makalenin amacı, Ravenhill’in kötü şöhretli oyununda şiddetin dinamizmini, değişimlerini, sosyo-politik önemini ve etkilerini güç ve aile ilişkilerini de dikkate alarak analiz etmektir.Öğe Matrix’in Aynasında: Dijital Çağın Anomi ve Simülasyon Labirenti(Arslan TOPAKKAYA, 2024) Edman, Timuçin BuğraMatrix üçlemesi, modern toplumun karmaşık yapısını ve bireyin bu yapı içindeki yerini sorgulayan felsefi bir eser olarak karşımıza çıkar. Bu makale, Émile Durkheim’ın anomi kavramı ve Jean Baudrillard’ın simülasyon teorisi ışığında Matrix filmlerini inceleyerek, günümüz dijital toplumunun karmaşık yapısını anlamaya çalışmaktadır. Anomi, toplumsal normların zayıflaması veya çökmesi sonucu ortaya çıkan bir durum olarak, Matrix evrenindeki insanların içinde bulunduğu durumu mükemmel bir şekilde yansıtır. Simülasyon teorisi ise, gerçekliğin yerini alan işaretler ve semboller dünyasını tanımlayarak, Matrix’in kendisinin mükemmel bir simülasyon örneği olduğunu gösterir. Makale, filmlerdeki karakterlerin yaşadığı yabancılaşma, anlam kaybı ve gerçeklik algısının sorgulanması gibi temaları, günümüz dijital çağının problemleriyle ilişkilendirir. Sosyal medya, sanal gerçeklik ve yapay zekâ gibi teknolojilerin yarattığı yeni toplumsal dinamikler, Durkheim ve Baudrillard’ın teorileri ışığında yeniden yorumlanır. Sonuç olarak, Matrix üçlemesi üzerinden yapılan bu inceleme, sadece filmleri anlamak için değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız dijital çağın karmaşık yapısını çözümlemek ve geleceğe dair öngörülerde bulunmak için de güçlü bir araç sunmaktadır. Bu analiz, gerçeklik algımızın nasıl şekillendiğini ve toplumsal normların nasıl evrildiğini anlamamıza yardımcı olurken, dijital çağda bireyin konumunu yeniden düşünmemizi sağlar.Öğe Muhteşem Gatsby’ye arketip yaklaşım: meta-meme ile muhteşem Gatsby’de dönüşümsel Amerikan rüyası(2022) Edman, Timuçin Buğra; Gözen, Hacer; Peacı, Davut; Hashemıpour, SamanAmerikan rüyası özellikle modern Amerikan edebiyatında en çok çalışılmış konulardan biridir. Özellikle modern Amerikan edebiyatı söz konusu olduğunda, F. Scott Fitzgerald ve Muhteşem Gatsby bu çalışmaların dışında tutulamaz. Elbette Muhteşem Gatsby üzerine pek çok makale ve tartışmalar mevcuttur ve daha fazlalısı da olacaktır. Fakat, bu çalışmayı diğerlerinden farklı kılan şey, Gatsby’nin Amerikan rüyasının, antik Yunan kahramanlarından ilham alınan bir meta-meme olarak, post-postmodernist açıdan ele alınmasıdır. Bu makale, özellikle Gatsby’nin, bir ayağı geçmişte diğer ayağı gelecekte olan, zamanlar ötesi bir kahraman oluşunu göstermeye çalışacaktır. Kimisi Herakles adıyla, kimisi Odisseus adıyla, kimileri de Bruce Wayne adıyla Gatsby’yi keşfedecektir. Gatsby’nin varlığının temsil ettiği anlam herhangi bir toplum üzerinde sonsuz bir etki yarattığı için, Gatsby belirli bir zamanla sınırlandırılamaz. Bir başka deyişle, Gatsby’nin ‘yaydığı’ veya yansıttığı meta-meme, insanın varoluşundan beri arzuladığı şeydir: Güç. Kimisi bunu bir Amerikan rüyası veya multimilyonerin rüyası olarak adlandırabilir; kimisi de bir solipsistin rüyası olarak görebilir. Fakat bu, bir şekilde Rüya Tanrısı Morpheus’un bize ulaştırmayı sürdüreceği bir rüyadır. Bazen bir kâbus olabilmesine rağmen, rüya imgesi her zaman aynı kalacaktır. Bu nedenle bu çalışma, Amerikan rüyasının, 21. yüzyılın şafağında meta-memeler ile varlığını daha da güçlü sürdürmekte olduğunu, karşılaştırmalı tarih, edebi teori, mitoloji ve edebiyat aracılığı ile ortaya koymayı amaçlamaktadır.Öğe Nâmık Kemal and His Utopian Dream about Freedom(English Language and Literature Association of Korea, 2021) Edman, Timuçin Buğra; Gözen, HacerBorn in 1840, Nâmık Kemal left his mark on Turkish and world literature. He was one of the pioneers of the Ottoman Reform era. Due to Nâmık Kemal's pioneering endeavors and his writings that purported to enlighten the society and expostulate on the political descension occurring during his time under the rule of Abdulaziz, the 32nd Sultan of the Ottoman Empire, Kemal was twice sent into exile. During these exiles, he deepened his knowledge and academic background further, explored new worlds, and wrote Dream. This study deduces how, in contrast to its apparent meaning, Nâmık Kemal's choice of title for his “utopia” was meant to suggest a sarcastic condition, indeed one that he might have intentionally created while he was ostracized in Famagusta, Cyprus. Nâmık Kemal's utopia, Dream, consists of a “dream” that he claims to have had while in a mansion overlooking Bosphorus in Istanbul. Dream, in an ironic way, is actually Nâmık Kemal's collection of thoughts designed to agitate the Ottoman nation. This study subsumes Dream as a euchronia or a homotopical utopia that portrays a better society created in the same place in Istanbul and the Ottoman Empire. The study also reveals how Nâmık Kemal posited the social and local environments in Dream with the intent to influence future political, cultural, and social connotations and reasoning in his contemporary world. Through a comparative study of history and literature, this essay thus propounds how Nâmık Kemal actually intended to “shake” the people to awaken them from their long-lasting irresponsible sleep. © 2021 ELLAKÖğe ORATORS IN THE REALM OF PANDEMONIUM PLAYING GOD(Dokuz Eylül Üniversitesi, 2019) Gözen, Hacer; Edman, Timuçin BuğraOnce upon a time Sigmund Freud proclaimed that technology was the means by which to push humans beyond the edge of their biological limits, transforming them into ‘a kind of prosthetic’ God. By the time humans began to dominate the world, many animal species had already disappeared because of man’s hunger. This was the first indicator that humans were prone to determine the fate of other species. The wars they fought, massacres they ordered, and extinctions they caused. The center of the world was not large enough, while the center of the universe was occupied by God. Dante Alighieri imagined the planets through their proximity to the Sun as our juxtaposition to God. For humankind, the inability to control themselves was disturbing enough. Zamiatin, in his We, created a dystopian world at the edge of Armageddon in which people become the subjects of a long-lasting project that portrays religions as myths. The aim of this study is to display the imaginable cost of playing God through science, which is presumably designed to make life easier, not to replace God.Öğe Philip ridley'in distopik oyunundaki anarşinin travma mağduru karakterler üzerindeki güç etkisi(2024) Güven, Samet; Edman, Timuçin BuğraYirminci yüzyıl, dünya üzerinde meydana gelen savaşlardan ve soykırımlardan dolayı milyonlarca insanın hayatını kaybettiği acı bir dönem olarak tarihe geçmiştir. 1990’lı yılların yazarları, insanların kitlesel biçimde ölümüne sebep olan şiddet olaylarını gün yüzüne çıkarıp bir farkındalık oluşturmak amacıyla, bu acı olayları sahneye taşımaya başlamışlardır. Bu yazarlardan biri olan Philip Ridley, Kürklü Merkür adlı oyununda insanların yaşamış oldukları travmatik olaylardan dolayı ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıkları oyundaki karakterler vasıtasıyla gözler önüne sermektedir. Böylelikle, yirminci yüzyıl insanlarının yaşamış oldukları içsel sorunları sahnede yansıtarak tek çözüm yolunun ölüm olmadığını ironik bir şekilde seyircilere anlatmıştır. Bununla birlikte, oyundaki karakterlerin içsel bunalımlarına sebep olan güç elde etme isteği, onların ölümüne sebep olmaktadır. Diğer bir deyişle, psikolojik olarak iradesini kontrol altına alamayan insanlar, kendi hırslarının kurbanı olmaktadırlar. Bu açıdan çalışma Foucault'un güç ve şiddet söylemi çerçevesinde incelendiğinde, toplumsal ilişkilerin içsel dinamikleri aracılığıyla nasıl şekillendiğini ve güç ilişkilerinin bireylerin travmatik deneyimlerinde nasıl belirleyici bir faktör haline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Suratına tiyatro akımının iyi bir örneği olan oyun, insanlığın karanlık geleceğini yansıtarak onların iç dünyalarına ayna tutmaktadır. Kürklü Merkür, izleyicilerine çevrelerinde ortaya çıkan şiddet olaylarından bireylerin, özellikle de ebeveynsiz çocukların, psikolojik olarak nasıl olumsuz etkilendiğini göstermektedir. Ebeveyn kontrolü dışında büyüyen bu savunmasız çocukların, ergenlik çağlarına eriştiklerinde yaşadıkları psikolojik bunalımlardan dolayı acı çekecek olmaları kaçınılmaz bir gerçektir. Philip Ridley'in distopik oyunu, anarşinin yarattığı kaotik ortamda yaşayan travma mağduru karakterlerin üzerindeki güç etkisini derinlemesine inceleyerek, güç dinamiklerini sorgular ve bu karakterlerin yaşadığı travmaları kullanarak insan psikolojisinin karmaşıklığına dair derin bir anlayış sunmaktadır. Bu kapsamda makalenin amacı, Michel Foucault’un güç ve iktidar odaklı söylem anlayışı bağlamında Philip Ridley’in Kürklü Merkür oyunundaki karakterlerin yaşamış olduğu şiddet olaylarının nedenlerini ortaya koyarak aslında yirminci yüzyıl insanının iç dünyasına ışık tutmaktır.Öğe THE QUEST FOR CULTURAL SURVIVAL IN ANTONY AND CLEOPATRA(2021) Edman, Timuçin Buğra; Gözen, Hacer; Dzekem, LowraIn Antony and Cleopatra, William Shakespeare highlights the cultures of the East and the West. The play reveals the quest for cultural survival between the East and the West as a major factor that stirs cultural complexities. The unrighteous representation of the Eastern culture shows the complex nature of multiculturalism the canonical writers strove to represent in their writings. This study seeks to substantiate the challenges that confront cultural expressions in the multicultural atmosphere Shakespeare highlights in Antony and Cleopatra, as well as how the minority culture shapes this context of cultural plurality. Similarly, a comparative analysis of Cultural Studies, cultural history, cultural identity, cultural ‘contents,’ and the literary work Antony and Cleopatra will be the subject matter in this study. Moreover, the goal of this study is to examine how Shakespeare promotes Western culture through the adoringly and adorningly illustrated West with a blemished and contemptuous portrayal of the East in his play. Comparatively, we examine how Shakespeare evinces the triumvirs as the powerful three (Antony, Caesar and Lepidus) and, on the other hand, how he associates Cleopatra with the East.Öğe “THE RAVEN”: AN ODYSSEY THROUGH NORSE MYTHOLOGY*(2019) Kabak, Elif; Edman, Timuçin BuğraThis study purports to find the correlation and the affinities between Edgar Allan Poe`s “The Raven” and the very aspect of Norse mythology. To do this, the tales from Norse Mythology will be juxtaposed through the lines of “The Raven”. In a way; it will be an odyssey through Norse mythology to the implications of Poe in his poem “The Raven”. Despite the fact that “The Raven” is acknowledged for its gothic elements, this paper is bold enough to vie or challenge to find the preliminary connections between the transformation concept in Norse mythology (the examples for these transformations will be displayed through the text), and the flow of the possible images that Poe pictured in his mind. The raven, as the predominant symbol of the poem is also one of the major animals that the gods Odin and Thor turned themselves into. From this perspective, Edgar Allan Poe might have taken raven as a symbol to utilize throughout his lines. That is to say, now that the raven is a symbolic animal that has undergone some changes in the various mythologies; Poe might have been affected from this event. Therefore, using the raven as the core aspect of the poem could be an ingenious symbolism to make the possibilities infinite. As we know, Edgar Allan Poe had serious mental breakdown which affected all his works. Nevertheless, this would never ever reduce the paragon of his works. Otherwise, today Van Gogh’s works wouldn`t be so popular. Thus, we can assert that losing the so-called balance or logic of the life sometimes brings unusual works that turn the conventional approaches upside down. Consequently, what Edgar Allan Poe tries to infuse is that by using a conventional symbol from Norse Mythology, he disembarks at various harbors in an unconventional way. For this reason, the study seeks to encrypt all the modifications that Poe might have applied in “The Raven” by depending on the classical tales of Norse Mythology.Öğe REŞAT NURİ GÜNTEKİN'İN MİSKİNLER TEKKESİ'NE ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK VE KOZMOPOLİTANİZMLE ZAMANDA BİR YOLCULUK(2020) Edman, Timuçin BuğraBu çalışmanın amacı, Reşat Nuri Güntekin’in Cumhuriyet Dönemi eserlerinden olan Miskinler Tekkesi adlıromanı bağlamında; Cumhuriyetin ilk yıllarında savaştan yeni çıkmış ve yaralarını sarmakta olan bir milletinçok kültürlü yapısını gözler önüne sermektir. Miskinler Tekkesi, çok uluslu İstanbul ve İzmir’in çehresindeAfro-Türkleri de barındırması münasebetiyle alanında ender olan romanlardan bir tanesidir. Osmanlıİmparatorluğu’nun kuruluşundan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar hem Anadolu hem de Balkanlar’dakitopraklar, tıpkı Büyük İskender’in hayalini kurduğu İskenderiyeler gibi birçok milletin birlikte yaşadığıtopraklar olmuştur. Avrupa’da Orta Çağ ve devamında hatta bugün bile en büyük sorun olan ırkçılığın aksine,Türk veya Müslüman olmayan toplumlar, Anadolu’da kabul görmüş ve onlara hoşgörü ile yaklaşılmıştır. Bukolektif tutum ve duruş, Batılılaşma Dönemi’nden Cumhuriyet Dönemi’ne kadar yazılmış çoğu edebi eserdekendine yer bulmuştur. Güntekin’in bu çarpıcı eseri her ne kadar Kocabaş Kazasker Molla’nın torunuşahsında, para için yapılan ‘onurlu’ dilencilik ile mevki ve makam için kul-köle olma üzerine eleştirel biryaklaşımı içerse de genç Türkiye’nin uyumlu bir orkestrayı andıran çok kültürlü toplumsal yapısına ışıktutması açısından önemlidir.Öğe REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN MİSKİNLER TEKKESİ’NE ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK VE KOZMOPOLİTANİZMLE ZAMANDA BİR YOLCULUK(2020) Edman, Timuçin BuğraBu çalışmanın amacı, Reşat Nuri Güntekin’in Cumhuriyet Dönemi eserlerinden olan Miskinler Tekkesi adlıromanı bağlamında; Cumhuriyetin ilk yıllarında savaştan yeni çıkmış ve yaralarını sarmakta olan bir milletinçok kültürlü yapısını gözler önüne sermektir. Miskinler Tekkesi, çok uluslu İstanbul ve İzmir’in çehresindeAfro-Türkleri de barındırması münasebetiyle alanında ender olan romanlardan bir tanesidir. Osmanlıİmparatorluğu’nun kuruluşundan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar hem Anadolu hem de Balkanlar’dakitopraklar, tıpkı Büyük İskender’in hayalini kurduğu İskenderiyeler gibi birçok milletin birlikte yaşadığıtopraklar olmuştur. Avrupa’da Orta Çağ ve devamında hatta bugün bile en büyük sorun olan ırkçılığın aksine,Türk veya Müslüman olmayan toplumlar, Anadolu’da kabul görmüş ve onlara hoşgörü ile yaklaşılmıştır. Bukolektif tutum ve duruş, Batılılaşma Dönemi’nden Cumhuriyet Dönemi’ne kadar yazılmış çoğu edebi eserdekendine yer bulmuştur. Güntekin’in bu çarpıcı eseri her ne kadar Kocabaş Kazasker Molla’nın torunuşahsında, para için yapılan ‘onurlu’ dilencilik ile mevki ve makam için kul-köle olma üzerine eleştirel biryaklaşımı içerse de genç Türkiye’nin uyumlu bir orkestrayı andıran çok kültürlü toplumsal yapısına ışıktutması açısından önemlidir.Öğe Sir Isaac Newton’un Hareket Kanunu ve Oblomovluğun Hareketsiz(lik) Direnci Üzerine(İstanbul Aydın Üniversitesi, 2019) Edman, Timuçin Buğraİnsan doğası gereği yalnız yaşayamayan bir varlıktır. Aynı zamanda sosyal bir varlık olan insanın yaşamına devam edebilmek için hem başkalarına ihtiyacı vardır hem de hayatla mücadele etmek zorundadır. Ancak Oblomov için tek mücadele hareketsiz kalabilmek içindir. Hazzı ve her şeyi ertelemede ve ertelediği şeyleri aslında sonsuza kadar yapmamaya dirayetlidir. Ancak ne olursa olsun dürtülerinin hâlâ birtakım canlandırmalara sebep olabileceği bu miskin karakter bir şekilde hareketlenmiş ama yine başladığı yere geri dönmekten kendini alıkoyamamıştır. Çünkü Oblomov, Oblomovluk Felsefesinin esiri ve eseridir. İşte bu hareketsizliğin temelinde yatan felsefeden yola çıkarak bu çalışma, Oblomov’un Sir Isaac Newton’un hareket kanunu ışığında bir analiz gerçekleştirmek amacını taşımaktadır.Öğe SİSTEMİN ÖTESİNDE: TRON & TRON EFSANESİ VE DİJİTAL İLE FİZİKSEL GERÇEKLİKLER ARASINDAKİ BULANIKLAŞAN SINIRLAR(Motif Yayıncılık, 2025) Edman, Timuçin BuğraTron serisi, büyüleyici bir dünya tasviriyle, giderek dijitalleşen yaşamlardan kaynaklanan etik soruları ele almaktadır. Gerçeklik algısını, bilinci ve sanal âlemler arasındaki sınırları sorgulamaktadır. Bu makale, hem Tron (1982) hem de Tron Efsanesi (2010) filmlerinin fiziksel gerçeklikler arasındaki birleşen çizgileri nasıl gösterdiğine odaklanarak Tron'daki temaları incelemektedir. Nick Bostrom'un simülasyon hipotezi, Jean Baudrillard'ın hipergerçeklik fikri ve Rizwan Virk'in simüle edilmiş dünyalar üzerine incelemeleri gibi bilimsel kavramları kullanarak bu filmleri analiz eden makale, Tron evreninin insanların teknolojiyle gelişen etkileşimini nasıl sembolize ettiğini süzmeyi amaçlamaktadır. Bu inceleme, filmlerin bir sınır betimlemesi ile yapay zekâ, sanal gerçeklik ve potansiyel dijital bilinç alanındaki modern gelişmeler arasında bağlantılar kurmaktadır. Ayrıca, Tron hikâyesini gerçekliğin doğası, bilinç ve akıllı dijital varlıklar yaratmanın etrafındaki etik düşünceler hakkındaki tartışmalar içine yerleştirmektedir. Film analizi ve derinlemesine bir araştırmayı harmanlayarak, bu makale Tron serisinin sadece mevcut teknolojik gelişmeleri yansıtmakla kalmayıp, giderek dijitalleşen dünyamızdaki yaklaşan zorlukları ve potansiyelleri de öngördüğünü savunmaktadır. Özünde, Tron'un alanından geçen bir yolculuk, yaşam, farkındalık ve icat ettiğimiz teknolojik yapılarla olan bağlantımız hakkındaki derin sorgulamaları düşünmek için bir temel sunmaktadır.Öğe Tragic Optimism in 500 Days of Summer and Her: A Comparative Analysis(Yusuf ÇETİN, 2024) Edman, Timuçin BuğraThis article aims to investigate the portrayal of optimism in two modern films, Marc Webb’s 500 Days of Summer (2009) and Spike Jonzes’s Her (2013), using Viktor Frankl’s concept of optimism. The focus is on the characters’ quest for love and self-discovery in the midst of challenges and emotional turmoil. They present the idea of seeking purpose and personal development while experiencing highly complex emotions. Accordingly, this article scrutinises the storytelling techniques embedded in characters’ notions revealed through their progression in both films to display the intricacies of relationships in today’s world. Films play a role in deepening the grasp of the complicated themes of love, technology, and obsessive passion in today’s world, as well as shed light on persistent psychological challenges with modern ways of storytelling.Öğe V.S. NAIPAUL’S GUERILLAS AND CONSPIRACY THEORY(2019) Edman, Timuçin Buğra; Sedeeq, SaraV.S. Naipaul’s Guerillas used an exceptional form of writing, in which a quintessential form of intertextuality dragged the novel into a possible conspiracy theory. What was seen on the surface was not exactly what the novel extrinsically brought forward. On the surface, there was a spooky relationship where an ostracized so-called leader, Jimmy Ahmed, pushed himself into the core of a struggle. Representing the notorious power relation between the Occident and the Orient, the scuffle between these two different poles, or characters, created a mysterious outcome, which in turn became part of a meticulous plan that redeemed the vengeance of the decolonized, or Ahmed himself. Ahmed’s evil strategy started as a personal dilemma, but arrived at a very distant point where his initial intention became blurred. Therefore, this article intends to decrypt the aforementioned conspiracy theory by applying an analysis through intertextuality to see what is beyond the struggles of multiculturalism. Sometimes, such multiculturalism won’t end positively since each person will remain, at the core, what he is made of: black or white; Muslim, Jewish or Christian; oppressor or oppressed.Öğe WIZARD OF THE CROW: A PAN-AFRICANIST APPROACH TOWARDS MAGICAL REALISM(Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi, 2020) Edman, Timuçin BuğraBu makale, Ngugi wa Thiong’o’nun Eve Dönüş adlı eserinde ziyadesiyle ifade edilen kişisel acıları ve tecrübeleri yoluyla sömürgecilere karşı cengini ve Afrika edebiyatı üzerindeki etkisi ile Pan-Afrikanist teori aracılığıyla yine Thiong’o tarafından yazılan Karganın Sihirbazı üzerindeki izdüşümünü tasvir etmeyi amaçlamaktadır. Ngugi büyülü gerçekçiliği hem Afrika sözlü geleneğine yönelik hem de Afrika ülkelerini sözde geliştirme adı altında geriye kalan kültürü yok eden sömürgecilere karşı kullanmıştır. Ona göre, yerel dilin ve inançların yanı sıra kalıtsal kültürün korunması, Afrikalıların farklılıklarından bağımsız olarak direniş yaratmak için bir zorunluluktu. Bir gurbetçi olarak yaşamak olsun ya da olmasın, bütün Afrikalılar bu mücadeleye katılmalıdır. Bu yüzden, bu makale Thiong’o ve onun düşüncelerini Pan-Afrikanizm ve büyülü gerçeklikle bir birleşim olarak ansiklopedik romanı Karganın Sihirbazı ve seçme makalelerinin bulunduğu Eve Dönüş eserleri üzerinde yoğun bir analiz yoluyla göstermeyi hedeflemektedir.Öğe Zamansız Bir Karakter: Ibsen’in Hedda Gabler Karakterinin Tahlili(İstanbul Aydın Üniversitesi, 2021) Edman, Timuçin BuğraBu göreceli kısa makalenin amacı Henrik Ibsen'in Hedda Gabler adlı oyunundaki Hedda karakterinin oldukça karmaşık ve anlaşılması zor olan karakterinin seyirci üzerinde bıraktığı intibalara müteakip bir analizini yapmaya çalışmaktır. Hedda'nın özgürlüğünün ölüm pahasına da olsa kısıtlanamayacağı bir gerçektir. Hedda çevresindeki tutucu toplumla bir yandan mücadele ederken, bir yandan da kendi içindeki iç hesaplaşmasını sonuçlandırmaya çalışmaktadır. Her ne kadar Hedda'nın oyundaki karakterlerle geçmişte tam olarak neler yaşadığı Ibsen tarafından açık seçik beyan edilmemiş olsa da Hedda'nın bu kompozit karakter oluşumunun altında muhakkak ki toplumun baskıcı yapısına karşı dur deme isteği yatmaktadır. Gabler, verdiği ya da veremediği kararlarla onu o yapan bir varoluş serüveni içerisinde dışarıdan anlaşılması zor bir portre çizmektedir. Belki de onu anlaşılmaz kılan şey her ne ise onu özgür bir birey yapan da bu zorluğun ta kendisidir.