Yazar "Kaya, Fatih" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 3 / 3
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Çocuk Acil Kliniğine göğüs ağrısı ile başvuran hastalarda akut miyokart enfarktüsünü taklit eden akut miyokardit olguları(Yusuf Haydar ERTEKİN, 2017) Temizkan, Ramazan Cahit; Nezir, Muhammet Mesut; Kaya, Fatih; Çolak, Mürvet Neslihan; Kocabay, KenanGöğüs ağrısı, ST segment elevasyonu ve kardiyak enzimlerde yükselme ile gelen çocuk hasta grubunda kardiyak kökenli hastalık ve aile hikâyesi yoksa düşünülecek ilk tanı miyokardittir. Ancak miyokardit bazen akut miyokart enfarktüsü gibi bazı hastalıklarla karışabilir. Elektrokardiyografi (EKG) bulguları farklı olmasına rağmen, bazen akut miyokart enfarktüsü ve akut miyokardit birbirini taklit edebilir. Bu iki hastalığın tedavi ve prognozu birbirinden tamamen farklıdır. Ayırıcı tanıya varmak hayat kurtarıcıdır. Bundan dolayı göğüs ağrısı ile başvuran, EKG de ST-T değişiklikleri mevcut olan ve kardiyak enzimlerde yükselme saptanan hastaların ayırıcı tanısı, tedavisi ve takibi için çocuk kardiyolojisi olan merkeze acilen sevki gereklidir. EKG’de spesifik ST-T değişiklikleri, göğüs ağrısı olan ve kardiyak enzimlerde yükselme olan 14 ve 16 yaşında miyokardit tanısı konulan iki hastayı sunduk.Öğe Farklı Biyokütle Atıklarının Alkali Ön İşlem Etkinliklerinin İncelenmesi(2020) Taşar, Şeyda; Ceylan, Zeynep; Kaya, Fatih; Özer, AhmetBu çalışmada farklı atık türlerinin sürdürülebilir biyo-rafineri yaklaşımıyla katma değeri yüksek ürünlere dönüşümpotansiyelleri karşılaştırmalı olarak incelenmeye çalışılmıştır. Bu amaçla kayısı çekirdeği kabuğu, ceviz kabuğu,şeker pancarı küspesi, çay posası ve çam odununun talaşı değerlendirilmiştir. Biyokütlenin kimyasal yapısınıntemel bileşenlerin (hemiselüloz, selüloz, ligninin) izolasyon verimleri üzerine etkisi araştırılmıştır. Edilen temelbileşenler (hemiselüloz ve selüloz) FTIR analizi ile karakterize edilmiş ve elde edilen spektrum literatürçerçevesinde yorumlanmıştır. Biyokütlenin lignin içeriğinin hemiselüloz ekstraksiyon verimi üzerine etkisininolmadığı belirlenmiştir. Çay posasının hemiselüloz izolasyon veriminin (%25), ceviz kabuğunun ise ligninizolasyon veriminin (%19) diğer biyokütle türlerinden daha yüksek olduğu ortaya konulmuştur.Öğe Febril konvülziyon geçiren hastalarda IL 2, IL 6 ve IL10 sitokin genlerinin yeni nesil dizi analizi ile araştırılması(Düzce Üniversitesi, 2020) Kaya, Fatih; Kılıçaslan, ÖnderGiriş: Febril Konvülziyon (FK) patogenezi tam olarak açıklanamamakla birlikte aile öyküsü ve genetik yatkınlık tüm çalışmalarda dikkat çekilen en önemli faktörlerdir. Aile öyküsündeki genetik mutasyonların patogenezdeki rolü ülkemizde ve dünyada yapılan çalışmalarda literatürle uyumlu ve ilgi çekicidir. Yapılan bazı çalışmalarda, ateşle seyreden febril nöbetler ile birlikte altta yatan genetik yatkınlık proinflamatuarların ve antiinflamatuarların düzenlenmesi için rol oynayan sitokinler olan interlökin (IL) 2, 6, 10 ve tümör nekroz faktörü (TNF) ile bağlantılı olduğu düşünülmüştür. Bu çalışmada yöremizde nedeni bilinmeyen febril konvüzyonlu hastalarda IL 2, IL 6 ve IL 10 sitokinleri kodlayan genlerdeki değişiklikler araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Ağustos 2018 ve Mayıs 2019 tarihleri arasında Çocuk Acil Servisine başvuran FK tanısıyla değerlendirilmiş 42 kişilik Hasta Grubu belirlenen kriterlere göre prospektif olarak çalışmaya alındı. Kontrol Grubu ise yine belirlenen kriterlere göre 12 kişilik Hasta Grubuyla benzer yaş aralığından seçilmek üzere çalışmaya eklendi. Hasta Grubunun genetik analizleri yanısıra hasta yakınları tarafından doldurulmak üzere 30 soruluk febril konvülziyon geçiren hastalarda anamnez anket formu dağıtıldı, elde edilen veriler çalışma bulgularına eklenerek hastaların cinsiyetleri, ilaç kullanımları, aile öyküleri, nöbet sayıları, nöbet tipleri, tam kan sayımları, C-reaktif protein değerleri ve EEG tetkik sonuçları çalışmada mukayese edildi. Kontrol Grubunun genetik analizleri yanısıra alınan kan tetkiklerinde tam kan sayımları ve serum reaktif protein değerleri FK geçiren hasta grubuyla karşılaştırıldı. Bulgular: Febril konvülziyon tanısı alan 42 hastanın 27'si erkek (%59,5), 15 tanesi ise kız (%40,5) dı. Erkek / kız oranı 1,47/1 olarak saptandı. Çalışmamızda Hasta Grubunda nöbet tipi baz alındığında 42 kişilik Hasta Grubundan 32 (%76,2) kişide basit tipte FK gözlenirken, 10 (%23,8) kişide komplike FK tanımına uyan nöbet türü gözlendi. Hasta Grubunda 24 (%57,1) kişinin 1. ve 2. dereceden akrabalık ilişkisi olan yakınlarında çocukluk döneminde febril konvülziyon öyküsü saptandı, 18 (%42,9) çocukta ise ailede febril konvülziyon geçirme öyküsü bulunmamaktaydı. Çalışmamızda 42 hastadan 31 (%73.8) hastada olmak üzere genetik varyasyon olduğu gözlendi, genetik varyasyon sayısı en çok IL 10 c.378+19T>C rs1554286 homozigot yönünde görüldü, Kontrol Grubunda ise 12 kişilik grubtan 8'inde (%66,6) benzer şekilde IL 10 c.378+19T >C rs1554286 homozigot genetik varyasyonu izlendi, ayrıca kontrol grubunun kalan 4 kişilik kısmında IL 10 c.378+19T > C rs1554286 heterozigot genetik varyasyonu saptandı. Sonuçlar: Çalışmamız IL 2, 6, 10 sitokin genlerinin Yeni Nesil Dizi Analizi ile eş zamanlı araştırıldığı ilk çalışmadır. Çalışmamızda bazı öne çıkan sonuçlar mevcuttur. Bu çalışmada febril nöbet sayısı azaldıkça IL 10 c.378+19T>C rs1554286 homozigot varyasyonu taşıyan Hasta Grubunda yığılmaların arttığı tespit edildi. Sözü edilen durum IL 10 c.378+19T>C rs1554286 homozigot varyasyonunun hastalığa karşı koruyucu etkisi olabileceğini ve nöbet sayısını azalttığını düşündürmektedir. Elde edilen analiz sonuçlarına göre, IL 2 sitokin geninde varyasyon taşıyan hastalarda, varyasyon taşımayanlara oranla 1,414 kat daha fazla febril konvülzyon olma riskine sahip olduğu gözlendi (OD: 1,414; CI: 1,161-1,721). Bir diğer elde edilen sonuca göre, IL 6 sitokin genlerinde varyasyon taşıma, EEG'de patolojik bulgu saptanma riskini artırırdığı, IL 10'da tespit edilen varyasyonun ise EEG bulgularında bozulma riskini azalttığı, koruyucu etkisi olduğunu düşündürmektedir. Çalışmamızda elde edilen sonuçlara göre IL 10 sitokin geninde varyasyon taşımanın, FK'lı hastalarda ilaca gereksinimi azalttığı bu anlamda koruyucu etkisi olduğu şeklinde yorumlanabilir